Salih Hoca Kur-an'a ve siyasete bakışını anlattı

Pazar Sohbetimizin bu haftaki konuğu, gazetemizin köşe yazarlarından ve Kur'an-ı Kerim Meali ve Tefsiri Üzerine farklı çalışmaları bulunan Salih Parlak Hoca

ÇAĞLAYAN: Ulusal anlamda İslami kesime hitap eden birçok basın yayın kuruluşu var. Samsun"da böyle bir oluşum görebiliyor musunuz?
PARLAK: Samsun"da henüz böyle profesyonel anlamda bir basın-yayın kuruluşu olmadı. Amatörce bazı girişimler oldu, küçük grupların kısaca yanıp sönen yönde çalışmaları oldu ama tabana yayılamadığı için uzun ömürlü olmadı. Dini camiada böyle bir sıkıntı var.  Samimi olarak bakıyorsun 8-10 kişi bir fikir etrafında bir araya geliyorlar; ya şirket bazında veya bir cemaat olarak... Siyasi, sosyoekonomik tarzda veya kültürel bir tarzda bir araya geliyorlar. Çok değil bir kaç ay içerisinde aralarında fikir ayrılığı oluyor. 3-5 gruba ayrılıyorlar. Güç kaybı yaşanıyor; birbirlerine düşman oluyorlar. Dar grup çıkarları etrafında şekilleniyorlar; aralarında bir bölücülük oluşuyor. Böylece gazete de çıkaramıyorlar dergi de çıkaramıyorlar.
ÇAĞLAYAN: Peki ulusal anlamda çıkan yayınlar var ve en bilineni Zaman Gazetesi örneğin..
PARLAK: Bu anlamda mahalli düzeyde Gazetemiz Denge Gazetesini örnek verebiliriz. Bu bir başlangıç noktasıdır. Gazetemizin kurucusu Adnan Bahadır, hem İmam-Hatip Lisesi mezunu olarak ve hem de bu topluma imamlık yapmış olarak, hem de ilahiyat tahsilini bitirmiş uzman kişi olarak örnek insandır. Hem de hiçbir basın-yayın denemesinde uzmanlık deneyimi olmadan herkesten daha güzel bir yayıncılığa ve Denge Gazetesi Yayın organının başyazarlığına soyunmuştur. Samsun"un değil, Karadeniz"in bölge gazetesi olma yolundadır. İnternet üzerinden günlük en çok izlenen gazete ünvanına sahip olduğu belgelenmiştir.
Ülke çapında büyük bir okuyucu ve dinleyici kütlesine sahip olma açısından bu işi en iyi Fethullah Hoca akımı yürütüyor. Şu anda gündemde onlar var. Biz milli görüş felsefesinden geldik. Bakıyorum şimdi Milli Görüşçüler de Zaman Gazetesi ve Aksiyon dergisi alıyorlar ve birçoğu sürekli Samanyolu TV izliyorlar. Milli görüşçü olsun milli görüşçü olmasın tüm İslami kesim “Zaman Gazetesi"ni bilir. Zaman Gazetesi" profesyonel köşe yazarı kadrosunu oluşturmuş. Siyasi ve ekonomik yorumcuları da güçlüdür. Her kesime hitap etmeye çalışıyor. olaylara ideolojik bakmıyor, fikir gazetesi olmasına rağmen fikri ön plana çıkarmıyor. Her zaman tarafgirdir ama o tarafgirliğini ön plana çıkarmıyor. Eğer tarafgirliğini ön plana çıkarırsa başkalarını dikkate almazsa bu tehlikelidir.
ÇAĞLAYAN: Çeşitli İslami cemaatler var, cemaatler hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

PARLAK: En son yazımda da buna değindim; bu yazımın irdelenmesi gerekir. O yazımda Yasin suresi üzerine yazdım. İdeolojik davranma boyutunda benim aklıma hep Yasin Suresi gelir. “Kuran-ı Kerim"i sosyalleştirmek ve tefsirini yeniden dizayn etmek gerekir. Allahu Teâlâ"nın muradını bozmadan. Fethullah Hoca üzerinden konuşursak mesela bugün Saidi Nursi"nin devamıdır ama Saidi Nursi"nin ideolojik devamı değildir. Yeni Asya grubu var mesela Yeni Asya grubu fanatik ideolojik davranarak yani Saidi Nursi"yi hiç değiştirmeden noktasına virgülüne kadar ele alırlar. Belki 3-5 bin kişi belki 10 bin kişi tarafından takip edilirler ama Yasin suresinde belirtildiği gibi ideolojik davranırlar ve ölü kalmaya mahkumdurlar. İdeolojik olarak bir şeylere saplanıp kalmaktansa değiştirelim… geliştirelim… dilini değiştirelim; geliştirelim… ve bugünkü insanların dilini ve mantığını yakalayalım. “Kuran-ı Kerim"i bu şekilde izah edelim; dinî düşüncemiz sosyalleşsin. “Kuran-ı Kerim"i ideolojik bir hale sokmayalım. Şimdi zaten Yasin suresinde bize bu anlatılıyor. Tefsirde “Karye Ashabı” deyince sadece bir köyden bahsedilmiş. Ama burada sadece bir köyden bahsedilmek amaçlanmıyor. Bütün zamanlara yayılan genel bir ideolojik davranma ve fanatizmi prototipinden bahsediliyor. Daha dinamik her çağa göre gelişebilen ve aslını bozmadan… Ya Sin Sûresi özellikle ideolojik devlete ve ideolojik cemaatlere çatıyor.
ÇAĞLAYAN: İslam ve siyaset üzerine olan düşünceleriniz nelerdir?
 PARLAK: Özellikle Yasin suresini benim yaptığım tefsire uygun bir şekilde filme çevirmek istedik. Özellikle “Çağrı” filminden de yararlanarak Ömer Muhtar karşısında ideolojik davranan bir İtalyan ideolojik ordu-hükümet ikilisini ele aldık. İtalyan devlet zulmü ve buna karşı gelen bir Ömer Muhtar temasını işledim. Burada İtalyanları Yasin Suresindeki Karye Ashabı yerine koydum ve bunu daha anlamlı bir filme aktaramadım. Mesela bu bizim Demokrat Parti 1960 İhtilalini de ezilen ve idam edilen insanları senaryolaştırmak istedim. Onları idam eden asker-devlet adamlarımızın ideolojik davranmalarını, Yassıada mahkemesinde ideolojik dar görüşlü açılardan bakılmasını, Kemalist felsefesinin dar anlamda dayatılmasını ve ideolojik Kemalizme ters düşen Mendereslerin idam edilmesini filme aktarmayı düşünmüştüm. Maddi ve teknik imkanlar bulamadığımızdan film şirketi kuramadık. Samsun"da ben İmam Hatip"te tefsir dersi okuturken bir şablon çizdim. Fakat senaryomuz yok. 1978"de kameraman yok. Başrolde oynayacak oyuncularımız yoktu. Olsa bile o çekimleri yapabilecek teknik birikim yok. Ben sadece Kur"anî fikirleri veriyorum ama oluşturulmuş karakterleri oynayacak donanım ve bilgiye sahip insan yok. O zaman Öğrenci olan Muzaffer Günay"ın bir piyesi vardı, edebiyatı iyiydi ama olmadı. Şekerlemeci Şükrü Ağabey ve başımıza bela olan Muhasebeci Kemal vardı. Artist oldular ve Gelemen Çiftliğinde benim dışımda “Çöküş Günü” filmini çevirdiler. Savcılık sansüründen izin alınmamış film olduğundan mahkum olduk.

ÇAĞLAYAN: Tefsir çalışmalarınız olduğunu duyduk nasıl bir çalışmaydı bu?
PARLAK: işte yukarıdaki film bizim için miaddır, başlangıç noktasıdır. Yasin suresini ölülere okumayalım. Güzel bir meal ve tefsir ederek Ergenekon Terör Örgütü yanlılarının ideolojik devlet anlayışlarını kötüleyelim. Parlamenter seçim düzenini sosyalleştirmeyle modern devlet anlayışını genç-yaşlı herkesin beynine yerleştirelim. Yasin Suresinin her Cuma akşamı bu ölü ümmet üzerine okunmasının sevabını, ideolojik davranmayan Müslüman yetişmesi için değerlendirelim.
Birçok yerde en güzel Kuran-ı Kerim ve meali okunması yarışmaları düzenleniyor. Çok seviniyorum. Ama öyle inanıyorum ki bu mealler üzerinden yarışmalar düzenlemek için harcanan emeklere çok yazık. Çünkü meallerde bir anlam birliği yok. Kur"an bir bütün olarak ele alınmamış. Meal yazanlar da anlamışlar. Ben bunu iddia ediyorum. Ben meal tefsirimi birinci baskı olarak 2001"de yayınladım. Dil konusunda çok eleştiri aldım ve eleştirileri bizzat hocalarımın ağızlarından dinledim. Haklı gördüğüm yerlerde düzeltmeler yaptım. 2009 yılındaki ikinci baskıda % 25"ini yeniden gözden geçirerek yayınladım. Bana sordular:


-         Hocam önceki yanlış mıydı?
-         Hayır, dedim.  Cümleleri akla daha yatkın gelecek biçimde yeniden düzenledim.  Önceki cümleler pekiyi anlaşılmıyordu.
Ben şimdi şunu iddia ediyorum ki mevcut meallerin hiç anlaşılır yanları yoktur. Meallerinin yanlış yerlerini anlamıyorlar. Eleştirildiğinde de güceniyorlar. Ben eleştirildiğimi haklı bulduğumda kendi elimle düzeltiyorum ve teşekkür ediyorum. Kur"anı tam anlamak mümkün değil. Yine de aklıma yatmayan birçok âyet mealleri vardır, öyle yuvarlamış gitmişiz. Ama doğrusunu yapan yok! “Hepsi dosdoğru” diyenler de hep yalancıdır.
İşte bu nedenle “Kur"anın anlamında buluşmak” veya “en güzel Kur"an meali yarışması” gibi adlar altında davetlere katılan temiz kalpli Müslümanları da acıyorum. Ben diyorum ki bize bunlar yeterli değil bizi bunlar geliştirmez. Yine soru işaretleriyle ayrılacaklar.
İstanbul"da 5 -10 kişilik eski öğrencilerim ve şimdilerde birer iş adamı olan gençlik gruplarına tefsir dersleri veriyorum pat oradan diyorlar, "hocam falanca filmde sizin anlattıklarınız çok güzel bir şekilde ifade edilmiş." İnanın; Uzakdoğu filmlerinde Budizm öğeleriyle de Kur"an-ı Kerimdeki çok güzel bir devlet anlayışı anlatılır.
Çağlayan: İnsan yaradılışını nasıl anlatıyorsunuz?
Parlak: Olayları izah ederken biraz bilim kurgu katmak gerekir mesela Adem cennetten nasıl çıkarılmış. Biz de cennetteydik ve “elestü birabbiküm” hıtabını orada duymuşuz. O cennette Hz âdem diye bir kişi yoktu. Ama orada böyle bedenle değildik. Nefs-i Vahide biçiminde Allah"ın cc ruhundan bir zerre biçimindeydik. Mesela Nisa Sûresi 1. âyet-i kerimedeki nefs-i vahide bizim bilimsel algılamamız biçiminde algılanmadığından sonuçsuz uydurma tefsirler yapılmış. Nefs-i vahide tefsirlerimizde madde ve hücre olarak ele alınmış ve cennet dünyanın bir noktasında, bir tümsekteki “bahçe” olarak düşünülmüş. Hz Adem orada meleklerce topraktan yoğrulmuş, büyümüş ve oracıktan bu dünyamıza atlayıvermiş. İşte buna gülüp geçiyoruz ve bugün bütün dünya bilim adamlarının benimsediği “hologram” kavramını bizim cennetteki varlığımıza uyguluyorum. Diyorum ki nefs-i vahidemiz, bizim hologramımızdır. Âdem as"ın da o cennette hologramı vardı.
Adem imgesi bir hologramdır ve enerjetik bedendir. İnsan konusunda anne karnında oluşan su damlası, kan pıhtısı, sakız gibi yapışkan larva ve nihayet tesviye sonrası o et parçasına melek tarafından dışarıdan bir enerji üfleniyor. Bu enerjetik beden nedir? Buna rasyonalizmden yani akılcılıktan cevaplar vermeye çalışılıyor. Oysaki Kuranı Kerim aklın üzerindedir, akılla tam kavranamaz, tanımlanamaz. Sezgi gücüne seslenen bir yapısı vardır ve yaşanır. Buna bir bakıma bilim-kurgu diyoruz. Bizse rasyonalizme bağlı kalaraktan aklın aldığı kadar olan kısmını anlamaya çalışıyoruz. Oysaki aklımızın aldığı şey gerçek değildir. Biz sürrealizme gerçek üstücülüğe girmiyoruz. Buna da bilim kurgu diyebiliriz. Ressamlıkta veya fotoğrafçılıkta kişi kafasındakini izah ediyor ama sezgi gücü yüksek o ressamın dünyasına ulaşamıyoruz.
Bizim tefsirciler, hep aklı ve bedeni öne almışlar, sezgi ve yaşamak ilmine yer vermemişler. Bilim kurgu sokmamışlar hep kelimeler üzerinde oynamışlar. Özellikle tasavvufta tarikatta başka alemlere gitmeler var. Tarikat faaliyetini zikir faaliyetini yeniden dizayn edelim ve bunun bilim kurgu ilkelerini yeniden ele alalım. Bu şekilde eğer ele alırsak yeni bir nesle yararlı olacağımız kanaatindeyim. Örneğin, cennetten gelmişiz bir bilim kurgu olayıdır. Berzah Aleminde nefs-i vahide biçiminde beklemekteyiz.  Diyelim ki bizim vücudumuz buzdolabının metal düzenleme bütünü olsun; bu sibernetik düzeneğe  gaz vermemiz gerekir. Gaz verirsek bu sistem çalışır. İşte bu gaz bizim cennetteki varlığımızdır; hologramımızdır. Buna sürrealizm akıl üstücülük deriz. Bilgi denen şey benim vücuduma dışarıdan geliyor. Felsefedeki sıkıntı da bu… diyelim ki Aristo boş bir plak olarak dünyaya çıkışımızı söyler. Yaşadığımız her şey bu plağa işliyor ve kaderimizle doluyoruz. Oysaki anne karnındayken bilgi bize bir hologram paketi halinde veriliyor ve biz onla dolduruluyoruz. 21. yüzyılda biz yeni bir çağa girdik. Benim amacım din-bilim-felsefe üçünü de bir çatı altında toparlamak. Bilim adamının din düşmanlığı yapmaması, din adamının da bilim düşmanlığı yapmaması gerekir. Felsefe de öyle… Öyle bir gençlik yetiştirmeliyiz ki bilimden yana şu an benim yazmış olduğum tefsiri anlasın ve yaşasın. Fazla bir okuyucu kitlesi bulamadı. Çünkü bizde camia tamamen realizm ve akılcılık üzerinde karar kılmış. Tüm tefsirler realizm üzerinde kurulmuş sürrealizm üzerine hiç bir tefsir çalışması bulunmuyor. Üzerinden 50 yıl geçmiş olmasına rağmen hala Elmalılı Hamdi Yazır tefsirleri sadeleştirilerek kullanılıyor. Benim yazdığım tefsir belki şu an anlaşılamıyor ama belki 50 yıl sonra gayet net bir şekilde anlaşılacak. Buradaki sıkıntı Kuran"ın yeni baştan ele alınması gerekiyor. Sadece din adamları tarafından tartışılan Kuran-ı Kerim yerine herkesin ilgi duyacağı, bilimcilerin ve felsefecilerin ilgi duyacağı bir tefsir haline getirmek gerekiyor. Böylece sadece din adamları tarafından tartışılacak bir Kur"an yerine din adamlarının da ilgi duyacağı felsefecilerin de ilgi duyacağı yeni bir Kur"an tefsiri. Burada yapılacak olan Kuran-ı güzel okuma yarışmaları yanında, Kur"an"ın anlam ve içeriğini en geniş kitlelere, en iyi şekilde anlatma çabasına girişmek… Rasyonalizmden, akılcılıktan kalkamıyoruz; hep bedende kalıyoruz. Varlık nedir? Bu eşya var mıdır? Aristo vardır diyor. Eflatun hayal olduğunu ve idesinin varolduğunu söylüyor. Muhittin Arabi ise bu derin bir hayaldir ve onun içerisinde gerçek bir iç kuvvet vardır. Ben diyorum ki hayal halinde ateş halinde ben varım ve hologramımdır. Felsefe ve bilim kurgu boyutunda kaldığından buna kimseyi inandıramıyorum. Nefs-i vahidenin hologram olduğunu söylüyorum. Bizim camia kahkaha ile gülüyor; inandıramıyorum. Hologram nasıl olur diyorlar. Hiç kimse öyle söylemiyor. Sen nasıl söylersin? diyorlar. Mesela Adem AS, hologram olarak cennetteydi diyorum. Hologram içerisinde binlerce katrilyonlarca ben varız. mesela Paris"te bir yazar var: Alain Aspect diye. Onun görüşlerini alıyorum. Ben o gibi eserlerden belge alarak kendime bir şeyler çıkarıyorum. Böylece felsefeyi dinen değiştirebiliyorum ve de o hologramı yazan adamın düşüncesine değil de, düşüncemi ikimizin ortak düşüncesine bağlıyorum.


Bizim klasik yapı içerisinde Mustafa İslamoğlu var; meal yazmış. Hologram tabirini kabul edecek bir şey yok onda! Yani rasyonel bir halde üç beş tane tumturaklı cümleler edebi bir halde anlatmaya çalışmış. Yani o klasik anlayışımızı aşamamış. Benim anlattığım gençlik eğer hologramı anlamış olabilse tasavvuf artık günlük yaşamımızdan bir parça olacak.

Böylece dini yeniden, insanlara dosdoğru yaymayı sağlayabiliyorum. Şimdi klasik yazılmış bir mealde baktım ki, hologramı kabul edecek hiçbir şey yok orada. Yüzeysel ve rasyonel bir halde klasik bir yapının içerisinde, tıkanıp kalmış. Bu kabuğu aşamamış ve de Mustafa İslamoğlu-Cübbeli Ahmet Hoca çatışması. Yukarı çıkamıyor yani, dar kabuğu yırtarak yeni bir alan ve yeni bir gençlik üzerinden bir fikir üretemiyor. Ben, açıklamalardan öte hologramı kavrayabilecek ve uygulayabilecek bir kişilik düşünüyorum. Zaten hologramı anlayabilse tasavvuf derinliği aşılacak. Tasavvuf sadece bir ideal olmaktan çıkıp günlük hayatın içerisine girecek ve bunu ben yapıyorum. Tasavvufu ve hologramı iyi anladığım için ve anlamaya çalıştığım için yeni bir yapı içerisinde düşünüyorum ve büyüyen bir gençlik ortaya çıkarıyoruz ve bunun adı bilgi toplumu oluyor. Felsefe, dini ve dili birleştiren bir akım ortaya çıkıyor. Yeni bir gençlik şartlarını çizmeden bir birlik kuramayacağız. Hep kavgacı oluruz. Bu yeni alan gençliğinde sadece ideolojik bir Kur"an yerine, geniş kapsamlı özellikle bilim kurguya girebilen bir gençlik…
Çağlayan: Kur"anda Devlet Fikri varmı?
Parlak: Siyasi İslam"a da giriyoruz. Siyasi İslam"ı da anlatıyoruz. Siyasi İslam dini siyaseti de anlaşılabilecek insanları içeriyor. Kur"an"a ait siyasi bir terminoloji yok ve Kuran'da devlet kurumlarının adı yok.

Ama bilim-din-felsefe üçlüsünü birlikte ele aldığımız zaman bir devlet ortaya çıkıyor. Diyor ki eğer devletten bahsetseydik Asr-ı Saâdet çağıyla sınırlı kalacaktı. Ama her çağda, gelişen bilgi uyarlanması serbestse o çağın siyasi yapılanması model oluyor. 15-20 yıl sonra o devlet anlayışı yıkılacak,  yeni bir devlet modeli gelecek o çağın alimleri ve din alimleri bir araya gelecekler. O çağdaki devleti uyarlayacaklar bunlar. Her çağın Ulema seçkini alimleri toplanıyor. Allah cc siyasi İslam"ı ve dolayısıyla devleti edile-i şer"iyyeden olan “icmâ"-ı Ümmet kurunla emanet ermiştir. her çağda din Uzmanları kurulu olması lazım. Eğer şimdi biz kişisel meal yazmışsak ve tümünü bir kurulun kararı önüne emanet etmişsek. O din uzmanları kurulu tüm meallerden en uygun anlamları oylamışsa işte Kur"an Meali o onaydan geçmiş mealdır. Ama eğer bir akl-ı evvel bir meal yazmışsa ve Allah"ın Kur"anını meallendirdiğini söylüyorsa: “Allah Kuran'da şöyle buyuruyor" diyorsa, kafasından uydurduğuna: “Allah da beni onayladı” demişse o ulema; Allah"ı cc yalancı şahit göstermiş olmuyor mu?
Kardeşim ya sen Allahın temsilcisi değilsin, Allah seni kendine temsilci seçmedi. O halde senin demen gerekir ki, benim anladığım mana bu demen lazım.
ÇAĞLAYAN: Belediyeciliğe farklı bir bakış açınız varmış..
PARLAK: Ben inşallah Nisa Sûresinin 1-45. âyet-i kerimelerinin meal ve tefsirini genişçe yapmaktayım. Aile kurma, evlenme-boşanma konularındaki yanlışlarımızı göreceğiz. Aile oluşumundaki mehr-i mu"accelin bugünkü mal rejimini karşılığı olduğunu anlatacağız. “Mal rejimi evliliğin; boşanma, iptal, ölüm gibi nedenlerle sona ermesinde tarafların sahip oldukları malları nasıl paylaştıracakları konusunda yaptıkları sözleşme biçimidir” hukuki tanımı üzerinden tefsir yapacağız. Bu mehir tanımından sonra “İslam"da toprak Mülkiyeti” üzerinde duracağız. Oradan da “İslam"da Belediyecilik” diyeceğiz.
Belediye konusu, bir insanlık tarihi konusudur.  İslam"a özgü belediyecilik yoktur. Bugünkü belediyecilik üzerinde İslam"ın bu çağdaki icmâ"-ı ümmet kurulu İslam"ın Makasıd ilkelerine göre çalışma yapacak ve bu kurulun alacağı karar, bugünkü belediyecilik olacaktır. Ben Hz Peygamberimiz"in SAV belediyeciliğini inceliyorum. Hisbe Teşkilatı, Fütüvvet teşkilatı, Ahilik Teşkilatı üzerinden yürüyerek vakıf malları da inceleyerek bir belediyecilik düşüncesine, bu âyet-i kerimeler üzerinden varacağımı düşünüyorum. Esas konu yerinde yönetimdir ve İslam bunu nasıl savunuyor? Üzerinde bizim ulema hiç durmamış. Diyanet İşleri Başkanlığı DİB rayından çıkarılmış ve amacından saptırılmış. DİB devletin kölesi yapılmış. Sıkıntı burada. Eğer milli iradeye açıklık getirirsek o zaman sıkıntı olmayacak. Bunun din tarafı yok; bu bir siyasi öneridir.
 
Çağlayan: Sayın Hocam, sonuç olarak nasıl birlik ve beraberlik içinde oluruz?
Parlak: Bizim camia, hoca kesimi bir icmâ"-ı ümmet kurulu oluşturamamıştır. Her önüne gelen ve Kur"an-ı Kerimi eline alan zat-ı muhterem, Allah adına konuşmaktadır. Çağımızın bilimselliğini bir türlü yakalayamamaktadır. Bizim kurguladığımız bilim kurgu dünyasında o zat-ı muhterem kendisini Allah"la cc beraber görmektedir. Allah"ın cc dinini yalnız kendisinin kurtaracağına ve ötesinin tufan olacağına inanmaktadır. İşte bu ideolojik dünyadan sıyrılıp sivil düşünebildiğimiz ölçüde birleşeceğiz ve bütün olacağız. Sivilleşemezsek bölünmüşlüğümüzü ve dağılmışlığımızı ancak Allah kıyamet günü düzeltecektir.
İslam"ın devrim ilkeleri; dini muhafaza, nesli muhafaza, nefsi muhafaza, aklı muhafaza, dini muhafazanın oluşturduğu beş temel ilkedir ve bunların adı İslam fıkhında: “Makasıd”dır. Bunların adı: muhkem âyetlerdir ve anayasanın ikinci maddesindeki devrim ilkeleridir. O ilkeleri önüne alan icmâ"-ı ümmet kurulu müteşabih dediğimiz öteki tüm anayasa maddelerini çağın siyasi terminolojisinden kurgulayacak ve sivil bir anayasa oluşturacaklardır. İşte biz böyle karar organını yitirdiğimizden ve anayasanın devrim ilkeleriyle öteki müteşabih maddelerini yitirdiğimizden sivilleşemiyoruz ve cemâatlaşamıyoruz. Bölücülük yapıyoruz

PARLAK:Ahmet Yesevi  akımındaki cemâatlerde Şamanizm etkisi var ve o yüzden içerisinde bölücülüğe varan ayrımcılıklar var. Bu bölünmeler sonrasında ise Bektaşilik ve Alevilik çıkmıştır. Bunların dar ve kapalı toplum yapılanmalarından kesinlikle çıkılması gerekiyor. Böyle asosyal bir cemaatleşme yerine, modern sivil toplum örgütlenmesi içerisinde yapılaşan bir tarikat olması şarttır. Tarikat, sosyalleşen sosyal yapıya uygun bir yapıda olması gerekmektedir.
Kuran-ı Kerim'i böyle yeniden ele alacak ve halka anlatacak bilinçli bir yapılanma bizim kurguladığımız yapılanmadır. Toplumu meydana getirecek bu harekettir, ama çok geç kalınmış bir harekettir. Bizim kurguladığımız hareketin belki geç kalınmış bir hareket olduğu, ama topluma 50 yıl içinde mal edileceği gözüyle bakılıyor.
Böyle sivil toplum örgütlenmesi içindeki bir cemaatin medyası kurulur. Böyle bir cemaatin birleştirici gazetesi olması lazım. Böyle bir cemaatin serbest düşüneceği ve tartışacağı ortak tatil günü olacak ve Cum"a günü olacak.
 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Pazar Sohbeti Arşivi
SON YAZILAR