MUSİBETLER KARŞISINDA MÜMİN

Allah, insanı çeşitli şekillerde imtihan eder. Çünkü dünya imtihan için vardır ve bu dünya imtihanında başarılı olanlar Rableri katında mükafatlandırılacaklardır. Bu imtihanlar bazen varlıkla, bazen darlıkla, bazen hastalıkla bazen de mallardan ve canlardan eksiltmeyle olabilir. Bilinçli Mümin bilir ki; mülkün sahibi Allah’tır ve mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir, dünya hayatı mükafat değil, azmetme ve çabalama mekanıdır.

O nedenle de kul Rabbinden gelene rıza gösterir. Bu rızası bazen şükür ile bazen de hamd iledir. Ama mutlaka sabır, dua, tevekkül ve ibret alma iledir. Musibetler açısından mümin ve kâfir tutumları birbirinden tamamen farklıdır. Mümin, musibetler karşısında sabır, dua, tevekkül ve ibret alma gibi tutumlar sergilerken, inkârcı alay etme, nankörlük, sorumluluğu başkasının üzerine atma, mazeret arama ve umutsuzluğa düşme gibi tamamen zıt tutumlar sergiler.

Dünya hayatı tekdüze bir yapıda değil inişli çıkışlı, dalgalı bir seyirdedir. İlâhî imtihan gereği insanlara farklı yaşam standartları sunulmuştur. Bu açıdan hayat, zıtlıkların bir bileşimidir. Hayat bazen bol nimet, bazen de nimetten mahrumiyet şeklinde devam eder. Bu döngü içinde Allah, kullarına uyarı mahiyetinde sıkıntılar ve musibetler verebilir.

Gerek savaş, gasp, psikolojik veya fiziksel şiddet gibi insanların birbirlerine yaşattıkları sıkıntılar gerekse kasırga, deprem, hastalıklar ve kuraklık gibi doğal felaketler yaşayan insan, bu musibetler karşısında çeşitli tutumlar sergiler. Kimi bu musibetleri anlamlandıramayınca Allah’la arasındaki ilişkiyi zayıflatır hatta koparır, kimi de bu musibetleri bir uyarı olarak kabul edip kendine çekidüzen verir, hatta musibetleri Allah’a yaklaşmak için birer vesile olarak görür.

Musibet insanın hiç beklemediği bir anda ve ansızın geldiği için, insanın bu anlarda refleksleri çalışır. Dolayısıyla mümin bir kötülükle, bir afetle, bir felaketle karşılaşmadan önce, manevi bağışıklık sistemini kuvvetlendirmeli, Allah kendisini nasıl tanıtıyorsa Allah’ı öyle tanımalı, itikâdî, fikrî ve ahlakî açıdan kötülük problemi konusuna zihnen hazır olmalıdır.

Hazırlıksız yakalanan bir mümin için, yaşadığı durumdan daha kötü bir durum vardır ki, o da yaşadığı bu hadisenin, kişinin Allah ile arasındaki yakınlığı sona erdirmesi, Allah’tan ümidini kesmesi, bu olayın Allah’a küsmesine sebep olmasıdır. Hele de günümüzde insanların Allah’a küsmek için bahaneler aradığı, küçücük gerekçelerle Rabbine küstüğü, hayata sadece kendi penceresinden ve son derece kişisel baktığı ve kendisi için doğru olanı Rabbinden daha iyi bildiğini düşündüğü bir dönemdeysek. 

Küçücük gerekçelerle insanlar hem birbirlerine hem de Rablerine küsebiliyorlar. Oysa Allah katında en ufak bir fark bile kıyamet gününde karşımıza çıkacak. Mümin ayağına batan dikene kadar çektiği sıkıntının karşılığını görecektir. Ahirete inanmayan bir insanın ya da inancı çok zayıf olan birinin musibet ve felaketlerle baş etmesi çok zor olacaktır. Ama ahirete kuvvetle inanan bir insan için “Allah verdi Allah aldı, hepimiz Allaha aitiz” düşüncesi sıkıntıları katlanabilir hale getirmektedir. O nedenle de bu inancı çok önceden beslemek gerekmektedir. 

Mümin bazen  musibetler ve zorluklarla karşılaştığında duygusal açıdan sarsılabilir; korkabilir, endişelenebilir, üzülebilir ve hatta ağlayabilir. Peygamberimizin oğlu İbrahim öldüğü zaman dediği gibi “göz yaşarır kalp hüzünlenir biz  ancak Allah’ın razı olacağı sözleri söyleriz” der ve iman bakımından kararlı bir duruş sergiler. Zira Mümin musibetler karşısında sarsıldığında imanı onu ayağa kaldırır. 

Bir musibet meydana gelince sadece başına musibet gelenler değildir imtihanda olan. Başına musibet gelmeyen de imtihandadır. Nasıl mı? Musibete uğrayana, elinden gelen her türlü yardımı yapıyor mu, ensar ve muhacir gibi kardeş oluyor mu, sahip olduğu şeylerin en güzelini, en güzel şekilde başa kakma ve incitme olmaksızın mümin kardeşiyle paylaşabiliyor mu? Zira zor zamanlar özel bir ahlak gerektirir. Zor zamanların ahlakı ihsan ahlakıdır, zor zamanların ahlakı îsâr ahlakıdır, infak ahlakıdır, affetme ahlakıdır, sabır ahlakıdır.

Hepimiz İhsan Fazlıoğlu’na ait şu sözü  düşünmeliyiz: “Her insan yaşamında bir kez olsun kendisine şu soruyu sormalı ve cevabını da vermelidir. Sahip olduğum her şeyi yitirdiğimde, beni ayakta tutacak olan şey nedir?” 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Derya Zeyrek Arşivi
SON YAZILAR