Semiha Sandıkçı

Semiha Sandıkçı

BİR RAMAZAN HİKÂYESİ

Derler ki; bir hikâye iki parçanın bir araya gelmesiyle yapılır.Biri masalın bedeni,iskeleti diğeri de canıdır yani ondan çıkarılan derstir.

Hikayelerin hem öğretici bir yönü vardır hem de insana farklı açılardan bakma imkanı sunar.Bazen keyif verir,bazen çözüm getirir.

Okuduğum bir kitapta diyordu ki; dünyanın duyduğu hikâyeler değişirse dünya değişir.Öyleyse güzel hikayeler olmalı hayatımızda.

Eskiden bu ay geldiği zaman Ramazan eğlenceleri olurdu.Meddahlar, Hacivat Karagözler gibi...

Bir toplumun devamlılığı için kendilerini ait hissettikleri benzerlikleri,gelenek görenekleri, paylaştıkları ortak değerleri ve inançları olması gerekiyor.O yüzden gelenekleri sürdürmek önemlidir.

Ben de son yıllarda Ramazan aylarında sizlere burada hikaye anlatıcılığı yaparak,hikaye paylaşıyor, geleneği sürdürmek istiyorum.

TUHAF RAMAZAN HOŞAFI

II.Mahmut döneminde iki defa Şeyhülislâmlık makamına gelen Dürrizade Seyyid Abdullah Efendi, İstanbul'un hali vakti yerinde ailelerinden biriydi.Üsküdar'da inşa ettirdiği "Paşa Kapısı "olarak bilinen konakta yaşamaktaydı.

Sultan II.Mahmut bir yaz günü,Ramazan akşamında yanında önde gelen devlet adamları ve hatırı sayılır bir kalabalık ile Şeyhülislamın konağına adeta bir iftar baskını düzenledi.

Haber vermeden gerçekleştirdiği ziyaretle Dürrizade'ye sürpriz yapmak istemişti.Ama asıl aklından geçenleri kim bilebilirdi ki.

Tabi birden bire Sultanı ve yanındaki kalabalığı kapıda görüp,içeri buyur eden konak halkını tarif edilmez bir panik havası sardı.

Etekleri tutuşan kâhya,efendisi Şeyhülislamın yanına koşarak,iki elini yana açıp;

-Ne yapacağız şimdi? dedi.

Ama Şeyhülislam Dürrizade hiç telaşlı değildi.Ev halkına ayrılan yemekler misafire verilecek,kendi hakkı da padişaha takdim edilecekti.O çözümü böyle bulmuştu.

Ramazan ayı bereket ayı değil miydi? Paylaşmak bu ayda daha anlamlı daha sevaptı ve paylaşılan her lokma artarak yerini bulurdu,doymam zannedenleri doyururdu.

Neticede bu beklenmedik durum karşısında bile dört dörtlük bir sofra kuruldu.Sultan Mahmut hizmetkârı çağırarak tebrik etti.

-Yemekler gerçekten nefis olmuş.Sadece birşey dışında,o da şu billur kase içindeki hoşaf,biraz ılık olmuş,dedi.

Kâhya padişahın bu küçük eleştirisi üzerine,elleri göbeğine bağlı, başı hafifçe öne eğik bir vaziyette cevap verir:

-Biraz karıştırınca kendiliğinden soğur efendim.

Sultan Mahmut o zaman işin farkına vardı.Dile getirdiği tek kusurun da geçersiz olduğunu gördü.Çünkü billur zannettiği hoşaf kabı, içi oyularak kase süsü verilmiş bir buz kabıydı.

Bir hikayeden payımıza bir hisse diyelim.

Burdan Gazze'nin en küçük hafızı İsmail Muaz'ı da anmadan geçmek istemem.

Muaz 10 yaşında Gazze'nin en küçük hafızıymış.Dedesi anlatıyor ki;"Dün yemesi için Muaz'a bir parça helva verdim,dede ben oruçluyum dedi, oğlum bugün Pazartesi ya da Perşembe değil niye oruclusun diye sordum,ye helvanı diye ısrar ettim.Dede öldüğüm zaman oruçlu ölmek istiyorum,dedi."

Ramazan gelmeden çok önceydi ve Muaz şehit oldu.Gazze'de şehit olan binlerce insan gibi.

Ve onlar beş aydır açlıkla mücadele ediyorlar.Unutmayalım.

Ramazanı hakkıyla yaşamak nasip olsun hepimize.

Ramazan ruhunu hiç kaybetmemek umuduyla...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Semiha Sandıkçı Arşivi

KANIT

18 Aralık 2023 Pazartesi 13:57
SON YAZILAR