Unutulan büyükler

Bayramlar denince aklıma el öpmeyi bekleyen büyükler gelir. Bir bahane belki de bayramlar evlatlarını görebilecekleri, herkes o kadar yoğun ki bu yoğunlukta yitip giden sevgiler ve kaybettiğimizde geri gelmeyecek büyükler, Unutulan büyükler. Yetiştirdikleri çocuklarının vakit bulamayıp öpülelesi ellerin birbirini ovuşturarak bitirildiği bayramlar…  Siz okurlarımla çok sevdiğim bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum...  Aslında bu yazıya hikâye demek istemiyorum çünkü uydurulmuş bir yazı değil. Günümüz de yaşanılan gerçeklerden bir kesit sadece ve buna benzer milyonlarca yaşam var…
 Huzur evleri unutulmuş büyüklerle dolu değil mi? Yollar da yürürken evladının elini tutması gerekirken kuru bir bastonu tutmuyor mu? Muhtaçken, hastayken elden ele bakımı için top gibi atılmıyor mu?
 "" ben baktım, sıra sen de"" derken, vicdanları sızlamazken, onun ne emeklerle o yaşa getirdiği düşülmezken evlatlık bencilikle donatılmışken, bir şey unutulmamalı "" kim ne ekerse onu biçer""Devlet Demir yolları"ndan emekli Şahap Bey"in mühendis oğlu, eşini ve tek oğlunu yanına alıp, şu bayram tatilini değerlendirmek için güneylerde bir yere giderken evde bir şey unuttu...
Yıllar önce eşi ölen babası, bu unutkanlığı hoş görürken gözlerinden akan iki damla yaşı engelliyememişti. O iki damla gözyaşı, torununun yanı sıra içtiği süt bardağının kenarına düşerken yaşlı baba, ister istemez dünlere daldı...

Yememiş, yedirmiş; giymemiş, giydirmişti...
O"nu bu günlerde getirebilmek için elindekini-avucundakini harcamıştı...
O"nun ruhunda yaralar açılabilir düşüncesiyle genç yaşında dul kalmasına rağmen, evlenmemişti...

O"nu yalnız bırakmamak için arkadaş topluluğundan kopmuş, tekrar girememişti...

Torununa alınan kaniş cinsi köpeğin, torununun kendisine doğacak ilgi ve sevgiyi azaltacağını bildiği halde, ses çıkarmamıştı.

Ve tatile giderken bu köpek bozuntusu bile unutulmamıştı ama kendisi unutulmuştu...

Süt bardağını yıkamak için mutfağa giderken yalnızlık babayı kırık bacağı saran alçı gibi sıktı...


Fadime ana, köydeki toprak çatılı evinin kapı eşiğine oturmuş, iyi seçemeyen gözleriyle üç gündür köyün giriş yoluna bakıyor ve ırak seherlerde çalışıp-oturan iki oğluyla, üç kızının gelmesini bekliyordu... Her birinin gönderdiği tomar tomar paralar gelmişti. O, bu paralarla yedi torununa ayrı ayrı hediyeler almış, evin tek penceresine sıralamıştı...

... Hepsini çok seviyordu. Adları Murat (ölen rahmetliğin adıydı) ... Diğerlerinin adı neydi ki? Ay, bunamış, hatırlayamıyordu. Yüzlerini bile hatırlamıyordu. Nasıl hatırlasın ki; zaten birkaç kez görmüş ve görmeyeli de hayli zaman olmuştu...

Sabah güneşi üç gündür Fadime ananın kırış kırış yüzünü yakalayıp, yakmakta. O, sabırla köyün giriş yoluna bakmakta ve köye her giren vasıtanın çocuklarından birisine ait olduğunu sanmakta ve heyecanlanmakta. Umutla hüsran, doğumla ölüm gibi...

 

Unuttuklarınızı hatırlayın ki; yüreğinizdeki sevgilerin insanca olup-olmadığını tanıyın...

Bayramınız kutlu olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR