Dilek İskender

Dilek İskender

Eğitimcinin Eğitimi

"...mesleğinizden nefret ettiğiniz için sizin adınıza üzgünüm..."
 
            Bir okurumdan gelen çok kıymetli bir yorum eğitimcinin eğitimi
hakkında yazı yazma fikri verdi bana. Okurum bir veli olarak en
değerli varlıklarımız olan çocuklarımızı emanet ettiğimiz
eğitimcilerin eğitiminin öğrenci eğitiminden daha önemli olduğunu
savunurken, çocuklarımızın emanetçisi öğretmenlere karşı endişeli bir
bakış açısı sergiliyor. Bende bir eğitimci ve de bir veli olarak
öğretmenlerin çocuk ve dolayısıyla toplumun gelişimi için ifade ettiği
önemi düşününce, okuruma taşıdığı endişeler konusunda hak veriyorum.
Her şeyin büyük bir hızla değiştiği günümüzde kuşkusuz eğitimle ilgili
de büyük ve de köklü değişimler yaşanmakta.

            Ekonomik ve toplumsal gelişmişliğin büyük ölçüde eğitime, eğitim kalitesinin de öğretmenlere bağlı olduğu gerçeği düşünülecek olursa, öğretmenlerin kişisel gelişimlerini sağlayarak, çağın gereklerini yerine getirmeleri, bizzat kendilerine bağlı olduğu kadar, bağlı oldukları kurumunda inisiyatifinde olan bir konudur. Bu bağlamda kurumlar ve bakanlık
tarafından açılan hizmet içi eğitim kursları gibi yaygın eğitim alanına
giren informel eğitim imkanları, hayat boyu öğrenme parametrelerini
ilke edinmiş öğretmenler tarafından kesinlikle atlanmamalıdır.

            Aslında hayat boyu öğrenme konusunun toplumun üreten tüm bireylerini ilgilendirmesi gerekliliği bir yana, bu konuda öğretmenlerin tamamının kayıtsız kalmaması adeta zorunluluk ölçüsünde bir gerekliliktir.
Öğretmen, azami dört yıllık üniversite eğitimini tamamladıktan sonra
tamam bitti demek gibi bir lükse asla sahip değildir. Kaba tabirle
işlenen materyalin insan olduğu bir ortamda Matematik kuralları
geçersizdir. Yani insan eğitimi ve gelişimi üzerinde çalışılıyorsa
,asla iki iki daha dört etmez. Çünkü her insan yeni bir bakış açısı,
yeni bir boyut katar eğitim ve öğrenme sürecine. Hele de formel eğitim
sınırları içerisinde materyal olarak işlenen insan ilk çocukluk ile
ergenlik dönemini kapsayan bir yaş grubunda olunca, hassasiyetin
maksimum ölçüde olması gerekliliği tartışılmaz olur.

            Bu bağlamda da zaten pedagojik formasyon denilen öğrenciye özgü öğretim ve eğitim metotları uygulaması çok önemli bir uzmanlık alanı oluşturmaktadır. Öğretmenlik formel eğitiminde Pedagojik Formasyon dersleri kredili ve zorunlu dersler kapsamında olup, öğretmenlik diploması için
mecburidir. Bir öğretmen branşının ilmi öğretilerini maksimum ölçüde
bilmenin yanı sıra iyi bir de pedagog olmak zorundadır. Üstelik bu
eğitim üniversite eğitimiyle sınırlı kalacak kadar hafife alınacak bir
konu değildir ve öğretmenin hayat boyu öğrenme ilkesini teşkil eden
ana konu olmalıdır.
        Buraya kadar bahsi geçen konular eğitimcinin olmazsa olmaz alması
gereken formel eğitimi ile ilgiliydi. Bu eğitim kadar önemli hatta
alınacak eğitmi etkili ve başarılı kılacak bana göre esas olmazsa
olmaz olan konu ise, öğretmenin kişiliği konusudur. Hayata geçirilip
uygulanması ne kadar mümkün olabilir, bunun taktiri kuşkusuz önce
Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) sonrasında Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) yada Talim Terbiye Yüksek Kurulu gibi kurum ve kuruluşların tasarrufunda olan bir konudur zannediyorum ama her zaman savunduğum bir düşüncedir, öğretmen yetiştiren kurumların ÖSS haricinde mülakat sisteminin de işler olduğu bir yöntemle öğrenci seçmeleri düşüncesi.
        Bu bağlamda uygulanacak parametreler sosyolog, psikolog gibi uzmanlık alanlarının kapsamına giren parametreler olup hata payının minimum
olduğu testlerle öğretmen adaylarının seçimi gerçekleştirilirse
öğretmen yetiştiren eğitim kalitesinde artış olur mu ? sorusunun
cevabı sanırım müspet olur. Bu bir hayal mi? Ütopya mı? İmkansız mı?
Bu soruların cevaplarını da işin uzmanlarına bırakalım. Benimkisi
sadece bir fikir...
        Öğretmenlik mesleği içinde branşsal ve pedagojik bilgilerin yanında, kişilik parametreleriyle de öğretmende toplumda ki herhangi bir
bireyden daha fazla bulunması gereken bazı özellikler barındırır.
Bunlar çocuk sevgisi, her çocuğun bir evlat olduğu duygusunun içinin
bir köşesinde var olması, sabır, şevkat, anlayış, özveri, affedebilme
yeteneği, öğretmenlik mesleğini sevme bir yaşam biçimi olarak
görebilme yetileriyle donatılmış olmadır.
         Ortaokul yıllarımda aileme uyarı olarak geri dönüp fakat babam
tarafından taktir edilmeme sebep olan bir anımla yazımı bitirmek
istiyorum: İçinde çocuk sevgisinin olmadığı hemen tüm davranışlarına
yansıyan bir öğretmenimizin istiklal marşı töreninde bir arkadaşımızı
fena şekilde rencide etmesine seyirci kalmamış ve sesimi
duyurabileceğim kadar yüksek çıkarıp şu kelimeleri haykırmıştım:
(Yorumu taktirlerinize bırakıyorum )
" Mesleğinizden nefret ettiğiniz için sizin adınıza üzgünüm "
 
Hoşçakalın.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Dilek İskender Arşivi
SON YAZILAR