"DEVLET CENNETE GİRMEYECEK"

HAS Parti Samsun Milletvekili Adayı Ahmet Demircan, "Hükümet sürekli yaptığı yardımlardan bahsediyor, CHP ise bunu sigorta olarak hayata sokmak istiyor. İkisinin de kafası aynı. Yardımı birey yapar, Allah'ta bunun mükâfatını verir. Devlet cennete gitmeyecektir. Yapılanlar zaten vatandaşın hakkıdır. Devlet yardım yapmaz, devlet hakları korur ve hakları dağıtır. Ancak bu hakkı yardım olarak değil, hak olarak verir, başına da kakmaz. Biz insan onuruna yaraşır miktar ve şekilde 'hak' olarak vereceğiz, asla başına da kakmayacağız." dedi

Denge Gazetesi olarak yürüttüğümüz Pazar Sohbeti bölümünde bu hafta Halkın Sesi Partisi (HAS Parti) Genel Başkan Yardımcısı ve Samsun Milletvekili Adayı Dr. Ahmet Demircan'ı ağırlıyoruz. Gazetemiz İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Adnan Bahadır'ın sorularını cevaplayan Demircan, oldukça önemli açıklamalarda bulundu. Demircan, "Hükümet sürekli yaptığı yardımlardan bahsediyor. Muhalefetinde iktidarında şu an kafası aynı. CHP bunu sigorta olarak algılıyor. Yapılanlar zaten vatandaşın hakkıdır. Devlet yardım yapmaz, devlet hakları korur ve hakları dağıtır. Siz ne yardımı yapıyorsunuz? Yardımı birey yapar, Allah'ta bunun mükâfatını verir. Devlet yardım yapıyor denilmez buna. Bunun karşılığında devlet cennete girmeyecektir" diye konuştu.

Adnan Bahadır: Sohbetimize sizi tanıyarak başlayabilir miyiz?

Ahmet Demircan: Samsun Çırakman Köyü doğumluyum. İlköğretimi Samsun Çırakman Köyü'nde yaptım. Orta öğrenimimi Samsun İmam Hatip Okulunda tamamladım. 1 yıl imamlık yaptım, 1 yıl Konya Yüksek İslam Enstitüsünde okuduktan sonra Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdim. Genel Cerrahi ihtisası yaptım. Genel Cerrahi Uzmanı olarak Muş Devlet Hastanesi ve Bafra Devlet Hastanesi'nde görev aldım. 1995 de Refah Partisinden 20. Dönem Samsun Milletvekili seçildim. 54. Erbakan hükümetinde Devlet Bakanı olarak görev yaptım. Fazilet Partisi'nden 21. Dönem Milletvekili seçildim ve peşinden Saadet Partisi, 2010 yılında da HAS Parti'nin kurucusu ve Genel Başkan  Yardımcısı olarak görev yaptım. Şu anda da Halkın Sesi Partisi'nin Samsun milletvekili adayıyım.

 

Bahadır: Siyasete başladığınız nokta ile geldiğiniz noktayı değerlendirebilir misiniz?

Demircan: 1970'li yılların başında siyasetle ilgilenmeye başladım. 1974'te Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde öğrenciliğe başladığımızda aynı zamanda aktif olarak siyasetle ilgileniyorduk. 1974–80 arası Erzurum'da İlçe Milli Selamet Partisi Merkez İlçe gençlik kollarında çalıştım. 80'li yıllarda devlet memuru oldum. Siyaseti izliyorduk ve takip ediyorduk çünkü siyaset herkesle ilgili. Bir insanın 3 yaşam alanı vardır. Birincisi bireysel alan, ikincisi siyasal alan, üçüncüsü ise sivil alandır. Bireysel alan kişinin özel alanıdır. Siyasal alan ise bütün bireylerin ortak alanıdır ve alınan siyasal kararlar bütün insanları doğrudan etkiler. Dolayısıyla siyaset herkesi etkileyen ve herkesle ilgili bir alan olduğu için bireylerin bu konuyla ilgilenmesi doğaldır. Ben ülkemi milletimi seviyorum. Ben ülkemiz için milletimiz için insanlık için iyi işler yapmayı düşünen bir insanım. Bu nedenle siyasete ilgi duyan bir insanım. Ta ki 1995 yılına gelindiğinde arkadaşlarında önerisiyle bu ilginin fiili göreve dönüşmesi talebiyle karşılaştık. Bizim bilgimizi arkadaşlarımız hizmet etmek amaçlı olarak kullanmamızı önerdiler ve biz de arkadaşlarımızın önerisiyle aday adayı olduk. Biz 1995 Aralık yılı seçimlerinde Refah Partisi'nde siyasete başladık. Bilindiği gibi Milli Görüş hareketi ve 60'lı yılların sonunda Türk siyasi alanına adımını atmış bir siyaset hareketidir. Bu hareketi sadece 1960 yıllarının sonrasına 40–45 yıllarına bağlamakta yanlıştır. Ben Milli Görüş'ü bu coğrafyada milletimizin bin yıllık hayatı süresince oluşturduğu değerler manzumesi olarak algılamayı daha uygun buluyorum.

 

LLİ GÖRÜŞ MİLLETE NE ÖNERDİ?

Bu nedenle bu milletin bu coğrafyada bin yılda oluşturduğu değerlerinin siyasette ete kemiğe bürünmüş hali olarak kabul ettiğim için Milli Görüş hareketinin millete önerdiği iki şeyi önemsedim. Milli Görüş millete 2 şey önerdi. Milli Görüş milletin itilmiş, dışlanmış medeniyet mücadelesi içinde batı medeniyeti karşısında yenilmiş kabul edilen büyük kitleyi adam etme operasyonuna karşı halka 'ülkenin sahibisiniz ülkenizi yönetin' dedi. Milli Görüş hareketi ikinci olarak da bu millete 'siz değerleri olan bir milletsiniz değerlerinizi yönetime taşıyın' noktasında bir mesaj verdi. Bu mesajı olumlu bulduğumuz için Milli Görüş hareketi içinde siyaset yaptık.

28 ŞUBAT İŞİN DÜĞÜM NOKTASIDIR

Ancak bilindiği gibi 28 Şubat'ın sonucu Tükiye'nin üzerinde çok ağır bir psikolojik savaş ve darbe operasyonudur. Kendilerinin de ifadelendirdiği gibi Post modern bir darbedir. Türk toplumuna yaptığı büyük hasarın sonunda bugüne gelindi. 28 Şubat'la Türkiye hesaplaşmadıkça ne 12 Eylül'le hesaplaşmış sayılır ne de 27 Mayıs'la çünkü 28 Şubat işin düğüm noktasıdır.

 

Bahadır: 28 Şubat süreci ile hesaplaşmanın karşılığı nedir?

Demircan: O gün darbe yapanların bugün getirilip yargılanmasıdır, onlardan hesap sorulmasıdır. Sadece darbeyi tasarlayanlardan değil yapanların hesap vermesi lazım. En son darbe 28 Şubat'tır. 28 Şubat tamamen Amerika'nın yönetiminde, kontrolünde yapılmış bir harekettir. Şu an sorgulananların Amerika ile NATO ile yani derin devletle bir takım bağlantılarının ortaya çıkarılmış halini göremedik daha.  Türkiye'deki derin devlet operasyonları, darbeleri Ergenekon sürecini anlayabilmek için İtalya'daki Gladyoyu hatırlamak lazım. İtalya'daki Gladyo derin devlet operasyonu nihayetinde NATO'ya ulaşmıştır. Sonunda büyük sermayeye hatta devletin en üst kademeleri yani Cumhurbaşkanlarına kadar ulaşmıştır. Türkiye daha o aşamada değil veya şu anda Ergenekon adı altında topluma sunulan darbe teşebbüslerinin yargılanma sürecinde bu teşebbüslerin gerçek bağları ortaya çıkarılmadığı gibi gerçekten darbe yapmış olanların sorguya çekilmesi ile ilgili en ufak bir adım atılmamıştır. En son darbe teşebbüsü, yani fiili olarak bir bildiri vardır. 27 Nisan bildirisi 2007'de oluşmuş bir olaydır. O bildiriyi verenler hala ortada durmaktadır. Hükümet bu bildiri üzerinden bir iktidar devşirmiş ama hala bildiriyi verenlerden bir savunma alınmamıştır, soruşturma açılmamıştır. Hatta o bildirgeyi verenler Türkiye'de hiçbir genelkurmay başkanının sahip olmadığı ayrıcalıklara sahip kılınmıştır. Zırhlı araçla emekliliğinde korunmaya alınmıştır. Bu da gündeme gelmiştir.


Bahadı
r: Soruşturmaların arkasındaki derin devletten güç alma söz konusu mudur?

Demircan: Bu soruyu sormak doğaldır çünkü ortada bir teşebbüs var. Darbeye teşebbüs de suçtur. Bununla ilgili hazırlık yapmakta suçtur. Darbeye teşebbüs edenler bu suçu işlemiştir, varsa bu bir iddia; şu anda yargı da karar vermemiştir. Fiilen yargıda olan bir olay üzerine konuşuyoruz. Hukuki bir hata yapmayalım, ancak iddiayı değerlendiriyoruz. Böyle bir iddia ortada varsa iddianın yargıya gelmesi lazım, ancak ortada fiilen gerçekleşmiş bir olgu yoktur. 27 Nisan var, 28 Şubat var; 12 Eylül şu anda soruşturulabilecek, soruşturulmayacak dava açılacak veya açılamayacak bilemeyiz. Hükümet anayasa değişikliğinde onun hukuki alt yapısında büyük boşluklar bıraktı. Geçici maddelerin kaldırılması gerekirken kaldırılmadı. Biz onları bu süreçte de uyardık ama olmadı. Şimdi böyle 12 Eylül'le geçiştiremezsiniz. Ortada 28 Şubat var. Türkiye'nin son dönemdeki yaşadığı en ciddi olay. Türkiye bu olaydan sonra ekonomik olarak dışarıya ağır bir şekilde bağımlı hale geldi. Türkiye'nin siyasi yapısı yeniden değiştirildi. Sosyolojik tabanı olan siyasi partilerin hepsi devre dışı bırakıldı. Yeniden kurgulanmış bir siyasi döneme girildi. Sadece Türkiye'de değil der operasyonların da iddia edildi gibi Amerika ile bağlantısı var ise ki; ben bunu iddia ediyorum var, o zaman sadece Türkiye'ye değil bölgeye bakmamız lazım. Osmanlı'nın boşalttığı bu coğrafyaya bakmanız lazım. O zaman bu operasyonlar birbirinden bağımsız değildir. Büyük Orta Doğu Projesi'ne bakmak lazım ve o büyük Orta Doğu Projesi'ne karşı çıkanlar Türkiye'de tasfiye edildi. O büyük Orta Doğu Projesi'nde eş başkanlık yapanların önü açıldı. Bunları birlikte görmezsek Türkiye'yi doğru okumamış oluruz. Son dönemini ve 28 Şubat'ı iyi algılamamış oluruz. O zaman böyle bir sürecin içerisinde gelinen bu noktada sizin sorduğunuz bu soru tam mukadder bir sualdir. Cevap bulması lazım.

 

Bahadır: AK Parti iktidarı 28 Şubat sürecinin ürünü müdür yoksa bir halk hareketi midir?

Demircan: Halk tarafından bakıldığında, 'halk hareketidir'. Halk, iktidarına talep noktasında ilk önce bunu Demokrat Parti'de gösterdi önü kesildi.  Demirel'i, Adalet Partisi'ni ve Özal'ı da büyük bir halk kitlesi destekledi. Refah Partisi'nde işin gerçeğini yakaladı. Bu halkın iktidara ulaşma isteğidir. Ancak yukarıdan, halkın önüne gelen kadrolar tarafından bakıldığında, 'hayır'. 2002 yılında AK Parti iktidarının destekçileri birinci sırada halktır. İkinci sırada Amerika'dır. Üçüncü sırada Avrupa Birliği'dir, dördüncü sırada ise içerideki statükodur. Burada herkes istediğini almıştır. Özelliklede Amerika'nın taleplerine Türkiye'de herhangi bir itiraz yoktur. Sadece halk istediğini alamamıştır. Hala beklemektedir. Millet beklentilerinin karşılığını alamamıştır. Bu tür siyasi hareketlerin sosyoloji dilindeki karşılığı 'revizyonist' hareketlerdir. Bunlar; halka dönük yüzleriyle devrimci, halkın talebini karşılama vaadinde bulunurlar ama yukarıya gidince statükocu olurlar.

Bahadır: Sizin döneminizdeki dış borç ile bugünkü dış borç arasındaki ekonomik boyut nedir?

Demircan: Bu ülkede iki tane ekonomik fotoğraf var. Birincisi Başbakan Erdoğan'ın çizdiği fotoğraf. Onda her şey tozpembe ve Başbakan bunun üzerinden gayet güzel söylemler kullanıyor. Onun içinde çılgın projelere kadar açılıyor. Bir de halkın içinde yaşanan bir fotoğraf var. AK Parti 9 yıldır tek başına iktidarda, üstelik çok rahat olan bir dönemde iktidara geldiler. Bu süreçte Türkiye sorunlarını çözebilirdi. Kalkınabilirdi. Göreve geldiklerinde 3.5 milyon işsiz vardı. Şimdi bu sayı 5 milyon. Türkiye'nin borç karnesine bakalım. Dış borç 2002'de 91,7 milyar dolar. 2010'da ise 228,2 milyar dolar. İktidar özel sektörün dışarıya borcu beni ilgilendirmez diyor. Bir ülke, kendi insanlarının tasarruflarını dışarıya yediremez. Devlet bunun takipçisi olur. Devlet can güvenliği, mal güvenliği, hakların korunması ve hizmet için vardır. Durum öyle, hükümetin söylediği gibi değil. Türkiye ciddi bir borç batağının içinde. Şu anda Türkiye'nin 80 milyar dolar cari açığı var.

ÇILGIN PROJE İÇİN ÇOK FARKLI ŞEYLER DÜŞÜNMÜŞTÜM

Hükümet bir de hep yoksula yatırım yaptık, öğrenciye kitap dağıttık, soğukta kalana kömür dağıttık, aç vatandaşa gıda yardımı yaptık diyor. Bütün bunlara 8 yılda yapılan harcamanın miktarı toplam 54,6 milyar lira. Sanki büyük bir iş yapmış gibi bunu seçim meydanlarında vatandaşın başına, başına kakıyor. Burada durmak lazım. Burada temel bir sorun var. Bu bir zihniyet meselesidir. Proje, proje dedi çılgın bir şey attı ortaya. 15 gün evvelden reklamı yapıldığında şunu düşünmüştüm. Acaba Başbakan işsizliği birkaç senede çözecek bir proje mi hazırladı? O ise çıktı merkeze insan yerine binaları koyan bir proje açıkladı. Yani siz insanı merkeze almıyorsunuz. İnsanı merkeze almazsanız yapacağınız iş hiçbir anlam ifade etmez. Muhalefetin de iktidarın da şu an kafası aynı. CHP bunu sigorta olarak algılamakta. AKP ise yardım olarak dile getirmekte. Yapılanlar zaten vatandaşın hakkıdır. Siz ne yardımı yapıyorsunuz. Yardımı birey yapar, Allah'ta bunun mükâfatını verir. Devlet yardım yapıyor denilmez buna. Bunun karşılığında devlet cennete gitmeyecektir. Devlet yardım yapmaz, devlet hakları korur ve hakları dağıtır. Ancak bu hakkı yardım olarak değil, hak olarak verir, başına da kakmaz. Biz insan onuruna yaraşır miktar ve şekilde 'hak' olarak vereceğiz, asla başına da kakmayacağız.Dolayısıyla bu bir zihniyet sorunudur.

Bahadır: Fazilet Partisi'ndeki evrilme ile ilgili kamuoyunu aydınlatır mısınız?

Milli Görüş hareketi insanların bin yıllık söyleminin hareketidir. Şahıs hareketi değildir. Bizim burada sadakatten algılayışımız öncelikle değerlerimize sadakattir. Bu iş siyasi karşılıkta nasıl gelişti derseniz 28 Şubat süreci sonrasında Fazilet Partisi döneminde bir grup arkadaş siyasi tezlerle iktidar olmanın zorunluluğunu gündeme getirdiler. Bu yüzden iktidar olabilmek için içeride sermaye ve bürokrasi, dışarıda da küresel güçlerle uzlaşmanın gerekli olduğunu söylediler. Biz de onlara şunu söyledik. Eğer bu güçlerle uzlaşarak iktidar peşine koşarsanız önünüz açılır kolay iktidar olursunuz. Ancak milletin iktidarı olamazsınız. Bu bizim değerlerimizden uzaklaşma olur. Biz reel politika yapacağız dediler. Eğer siz bu reel güçlere karşı direnmezseniz bu direnişte de milleti yanınıza almazsanız biliniz ki o güçlerin esiri olursunuz. Onların dediğinden de dışarı çıkamazsınız. İşte AK Parti böyle doğdu. AK Parti bununda gereğini yerine getirdi. Amerika ne derse yaptı. Her talebini yerine getirdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Pazar Sohbeti Arşivi
SON YAZILAR