DAVA ADAMININ İSYANI

   Bugünkü köşemi “şöyle otuz beş kırk yıl öncesine gidelim mi?” başlığı altında seksenli yılların başından başlamak suretiyle, şehrimizde yaşanan bazı olayları ele alarak yazmıştım. Yazıda, gerçek hayatta olup biten birçok konuya değinmiştim, seksenli yılların Emniyet Müdürü Pepe Kamil’den başlamak suretiyle daha sonraki yıllarda yine Emniyet Müdürü olan Ömer Sağırkaya’nın bir gazeteciyle yaşadıklarını da içeren bir köşe yazısı yazmıştım. Ancak yaklaşık yirmi beş yıldan beri tanıdığım, Üniversitede öğrenci iken elimizde büyümüş daha sonraki yıllarda da Samsun’da çeşitli sektörlerde çalışmış, işverenlikten personelliğe kadar her türlü mücadeleyi vermiş bir kardeşimizin Whatsapp’tan yazdığı yazıyı görünce kendi yazımı başka bir zamana bırakıp onun yazısını sizlerle paylaşma gereği duydum. Bu kardeşimiz gerçekten iyi bir dava adamı ve birçoğunuzun tanıdığı bir arkadaş ama çalıştığı kuruma zarar gelmesin diye adını vermiyorum. Şimdi sizleri kardeşimizin mektubuyla baş başa bırakıyorum;

 

    Uzun bir zamandır içimde gittikçe derinleşen bir derdimi sizlerle paylaşmak istedim. 90’lı yılların başında Samsun'a üniversite vesilesi ile geldiğim zaman kendi camiamızdan birini bulmakta hayli zorlanır, birini bulduğumda da adeta ailemden biriyle karşılaşmış gibi heyecan yaşardım. Rahmetli İslam amca ve Ali Rıza Öztürk hocalarım hala ilk gördüğüm halleriyle gözümün önünde gibiler. Tıp fakültesini kendi isteğimden daha çok baba rızasını kazanmak için okuyan bir öğrenci idim. Okula devam mecburiyeti de olmadığı için başta ilahiyat fakültesi olmak üzere bütün fakültelerdeki öğrenci, asistan ve hocalarla önemli ve kıymet verdiğim dostluklar kurdum. Yaklaşık 3 dönem Mehmet Sağlam hocanın rektör olduğu dönemde “Öğrenci Konsey Başkanlığı” görevini sürdürdüm. Bütün idealimiz üstadın dediği gibi" kim var?" Diye seslenildiğinde sağımıza solumuza bakmadan ben varım diyebilmekti. Elhamdülillah Sezai Karakoç’la öğrencilik yıllarımdan beri sürdürdüğüm manevi beslenme sayesinde etrafımızda olup bitenler hakkında hiç olmazsa, nasıl olması gerektiği konusunda vicdanı hür bir diriliş eri olarak adım atma niyetiyle mesai doldurdum. 2002 yılında Ak Parti kurulduğu zaman önümüze duran büyüklerimizi geçmemek için maalesef bu kutlu mücadelenin kuruluşunda aktif görev alamadım. Hiç unutmuyorum sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Samsun ziyaretinde kendisini çalıştığım kurumsal firmada ağırladık, o dönemin tek Refah Partili Belediyesi olan Çınarcık Belediyesinde yüzlerce yavrumuzun sünnetini üstlenmiştik. Akşam da Reis’in katılımıyla bir yemek tertip ettik fakat cezaevinden henüz çıkmış birinin yemeğinde görüntü vermemek için yemeğe davet ettiğim birçok büyüğüm davete icap etmediler. Biz de çalışanlarımızla salonu doldurarak yemekte Reis’e ev sahipliği yapmıştık. Geçen zaman içerisinde defalarca müşahede ettim ki AK PARTİ; bir siyasi parti mücadelesi değildi, bir iktidar aracı da değildi, bir dünya menfaati kapma sevdası hiç değildi. Her zerremde Allah Nur içinde yatırsın, rahmetli Erbakan hocamızdan beri bildik ve inandık ki bu bir Müslüman olabilme ve Müslüman kalabilme mücadelesi idi. Bu bir varoluş ve diriliş mücadelesiydi. Bu Rabbinden sürgün yiyen ve affedilme ümidiyle her hali bir dua olan kutlu bir yolculuktu. Öğrencilik yıllarımızda Belediye seçimleri öncesinde TV programlarında kendisine en son söz verilen ve kısacık ama yüreğimize işleyen konuşmasını pür dikkat izlediğimiz Recep Tayyip Erdoğan'ın bu kutlu yolda değerli yol arkadaşları ile birlikte ülkemizi ve nihayetinde bütün İslam coğrafyasına vermiş olduğu hizmetler tarifi mümkün olmayan ikram ve ihsanlarla dolu bir dönem olmuştur. Yaklaşık 6 yıldır İstanbul'da çalışmakta ve son iki yıldır ayda 10 günümü de Samsun'a gelmek suretiyle çalışmaktayım. Samsun'a bir süre ara verdikten sonra tekrar geri geldiğimde yaşadığım yalnızlık emin olun, Samsun'a ilk geldiğim 90’lı yıllarda yaşadığım yalnızlıkla karşılaştırılamayacak kadar hüzünlü idi ve nerdeyse her gelişimde sahipsiz bir şehri adımlamanın acısını çok derinlerde hissettim. Elbette geçen zaman içerisinde birçok yeni yol, üst geçit ve çevre düzenlemesine yönelik birçok yeniliğe de tanık oldum. Yeni ve yüksek binaları fark etmemekte mümkün değildi. Birçok ilde olmayan spor tesislerini görmek doğrusu beni çok heyecanlandırdı. Fakat, Meydandan başlayıp üniversiteye kadar sahil boyunca ilerlediğimde maalesef bizim Belediye(!)çalıştığım tarafından yapıldığını öğrendiğim ve içinde fütursuzca alkolün tüketildiği yelken kulüpten başlayarak, yıl boyu hangi medeniyete ait olduğunu anlamakta güçlük çektiğim dev aslan heykelleri, sözüm ona amazon kadını heykelleri, az ilerde kültür sanat merkezinin önünde bir balerin heykeli. Ve yol boyunca adeta kendini çoktan unutmuş ve peş peşe açılan alkollü mekanlar tespih taneleri gibi öylece dizilmişler. Bırakın Ak Partili bir şehri adeta kendimi başka bir medeniyetin İçinde hissettim. Peş peşe iki Gençlik ve Spor Bakanı çıkaran bir ilde maalesef gençlik unutulmuş ama fakat sadece spor tesisleri bakanlığı vücut bulmuştu. Aynı gece Atakum’da falan kafede buluşalım diye beni davet eden arkadaşlarım nargilenin marpucunu sallarken etrafı kaplayan maneviyatsızlığı ve pastadan pay kapma telaşını anlatabilmem çok zor. Eskiden milli görüşçü olduğundan şüphe duymadığım abilerimin geçen zaman içinde nasıl evrildiklerini görmek yüreğimi nasıl sızlattı anlatamam. Ertesi günlerde olup ifade etmeye dilim varmayan ve nerdeyse herkes tarafından meşru kabul edilen usulsüzlükleri dinlediğimde kendimi Ashab-ı Kehf uykusundan uyanan biri gibi hissettim. Hani Tayyip Bey kendisi de ifade ediyor ya zaman zaman yalnızım diye, hakikaten adamın nasıl yalnız bırakıldığına şahit oldum. Lafı uzattığımın farkındayım. Durum her ne olursa olsun millet adına sorumluluk almak ve mücadele vermek her Müslümanın esas işidir. Bu nedenden dolayı tekrar ve yeniden bir dirilişi başlatmak ve bu vesile ile de milletimizin ve medeniyetimizin yeniden tekamülü için, yüce Mevla’nın huzurunda ifade etmem gerekirse "hiç bir dünya menfaati beklemeden" bir nefer olarak namluya sürülmüş bir kurşun gibi vazifeye yeniden bismillah diyerek; Vatandaşıyla, esnafıyla, hocasıyla, talebesiyle, memuruyla , aydınıyla, çiftçisiyle, yerlisiyle, yabancısıyla bu şehri kendisine yurt edinen herkese hizmet ederek, kutlu medeniyetimizin ve gelecek tasavvurumuzun bir inkişafı olmak üzere, ilimizin bütün imkanlarını seferber etmek suretiyle yeniden bir Milli Mücadelenin başlatılması zaruret halini almıştır. Öyleyse rahmetli Erdem Beyazıt'ın dediği gibi;

Ama sen şair

Tekrar bir sayfa aramalısın

Sure sure

Ayet ayet

Fevc fevc gelen Fetihten!

Ki kulaklarda çınlasın

Yüreklerde tutuşsun

Damarlara yürüsün dalga dalga

Bir çağdan bir çağa gelip

 

"Nasrun minallahi ve fethun karib!." Selam, saygı ve en kalbi muhabbetlerimle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
Adnan Bahadır Arşivi
SON YAZILAR