Baş Başa (1)

Galibiyet nedir? Öncelikle, ayağa dikilmektir. Ancak, kara yağız yiğidimiz Umut Can Yiğiter, küçük yaşta ayaklarını yitirir.
Bu nedenledir ki; tekerlekli sandalyesi ile yaşamaya zorunlu kalır. Ama, bu durumuyla, böyle yaşamasıyla asla savaşmaz.
Kendisine kesinlikle acımaz. Böylelikle, acınmaz.
Gerçi, tekerlekli sandalyesi üzerinde yaşamaya başta zorlanır. Zorlanır zorlanmasına; ama, kısa zamanda, buna da alışır.
Hem üstelik, bunu, en zor anında dahi bir mahkûmiyet olarak algılamaz. Yitik ayaklarına, mağduriyet olarak sığınmaz.
Keza, kaderi onu her ne kadar bir tenhaya sıkıştırır, çıkmaza sürükler gibi dizginlemeye, nakavt etmeye uğraşsa da, Umut Can, ne kendini yargılar, ne de kaderini sorgular.
Ki; bunun nedeni; Umut Can"ın, sahibi olduğu her şeyi, tanıdığı herkesi ve en önemlisi de kendisini ne küçümseyerek, ne de böbürlenerek kabullenmesidir; olduğu gibi, olgun ve hoş görmesidir.
Dolayısıyla, Umut Can"ın iç dünyasında, her şey ve herkes bambaşka bir değer ve anlam ifade eder.    
Öyle ki; bunu, duygu ve düşüncelerini, suluboya çalışmalarıyla çok farklı ve ayrıksı bir anlatımla, aykırı bir üslûpla yansıtmayı her daim başarır. Günbegün bambaşka bir eser ortaya çıkarır.
Böylece, sevdiklerince ilgi ve beğeni de kazanır. Daha da önemlisi ve güzeli; özgüveni pekiştiği gibi, küçük yaşına nazaran, takdir edilir. Bu şekilde, hem sever hem de sevilir.
Dahası, o ruhen, her an dakik ve atik olma gibi bir alışkanlık edinir. Her nereye gitse, oraya herkesten önce erişir. Zorlanmaksızın, buna önem verir; özen gösterir. Dolayısıyla, doğru zamanda, doğru mekânda bulunmaya alışagelir. 
Verdiği her sözü de gecikmeksizin, geçiştirmeksizin harfiyen yerine getirir. Böylelikle, çevresindekilerin güvenini kazanarak, sevdiği ve sevildikleri ile neşeli ve keyifli; zarif dostluğu, günbegün pekişir.
Haliyle, her gün, onun için herkesten önce başlayıp, herkesten sonra sona erer.
Zamanla, zamanla da sulh olur. Çünkü; her yeni bir gün ile birlikte, Umut Can"ın benliğinde, keyifle büyüyen, başlı başına meraka dönüşen bir başka umut yeşerir. Tek başına kalıncaysa, aklına hâkî ama kasvetli bir şeyler takılır. Gerçi, gecikmeden toparlanır ve kasveti; aklından, yüreğinden hemencecik çıkarır. “Her yağmurdan sonra, güneş açar” inanışıyla, Yaradan"a sığınır.
Bu şekilde, kendini ve resim yeteneğini de sürekli geliştirir.
Öyle ki; iki ayağı üzerinde dikili olan çoğu insanın, hemen hemen tüm yaşıtlarının, okul arkadaşlarının gözünde bir sıradağ gibi büyüyen, uzayıveren çözümü çetrefilli bin bir engel dahi onu kat"î surette yıldıramaz. Onu yolundan, suluboya çalışmalarından alıkoyamaz.
Çünkü; her şeye karşın, daha iyisini yapabilmek, daha güzelini ve gizemli olanını elde edebilmek için, Umut Can, kendini gün aşırı, sonuna kadar zorlar ve hiç yılmaz, hiç yorulmaz.
Tıpkı arkadaşları, akranları gibi, sonuçta o da, çocukluğunun o tasasız keyfini, az da olsa, çıkarmıştır. Ama, yaşıtlarından farklı, aykırı ama ayrıcalıklı olarak, azla yetinmesini bilen, buna şükreden duyarlı ve düşünceli bir derviş gibi, alçakgönüllü ve sabırlıdır.
O geçmek bilmez kış aylarında damı akan; yazlarıysa, kesif kesif küf kokan iki gözlü bir barakadan ibaret olan evlerinin önündeki taşlıkta, akşam olana, hava iyicene bozana, kararana dek, köpeği Argus"la koşup zıplamıştır.
Urgan ipleri alacalı salıncağında göğe uçmuş; küme küme bulutlar içinde, gökkuşağı renginde kuşlar ve kar beyazı martılar ile birlikte raks etmiştir.
Ama, kendini ara sıra zorlasa da, çocukluğuna dair tüm anımsadığı bundan ibarettir. Tortusuz, sorgusuz ve korkusuz… Umut Can"ın angudî rengi tekerlekli sandalyesi, kolluksuz…
Gerçi, o günlerinin özlemini zaman zaman duysa da, içinde hiç ukde kalmamıştır. Dahası, yapısı gereği de, kalmaması gerekir.
İşte bu nedenle, “güzel olan kısa sürer” diye, isyan etmekten çok öte bir fikir edinir.
Çünkü; dününü yok sayar. Onu, bir muamma, sisli bir çelişki yumağı olarak algılar, yorumlar ve gün geçtikçe geçmişini unutuverir. Dünle beraber düşünde, her şey siline gelir. 
Ama, Umut Can, ona sakat gözüyle bakılmasına, acınırcasına davranılmasına asla dayanamaz. İçi cız etmekten çok öte, düş âleminde, her seferinde hezeyanlar, boranlar kopar. Ancak, böylesine yüreksiz, böylesine cüretkâr tavra karşı da, hoşgörülüdür ve gizlese bile yine de donuk ve soğuk bir tebessüm dışında, tepkisiz kalmayı yeğler. Çünkü; Umut Can, bir tek Rabbine ve O"nun sonsuz merhametine biat eder.
Zaten, sandalyesine öylesine oturur ki; az sonra sıkılacak ve oradan kalkacak gibidir. Hatta, ona fazlalık oluyor, rahatlık veriyor düşüncesiyle, Umut Can, sandalyesindeki kollukları dahi kaldırtmıştır. Dolayısıyla, hayata böylesine meydan okuyuşuyla, onunla temasa geçen insanlarda da, her an kalkıp yürüyecekmiş gibi bir izlenim yaratır.
O, onu görende işte böylesine bir his yaratır. Yani, etrafına cıvıl cıvıl bakışıyla, oturuşuyla ve duruşuyla, karşısındakiler âdeta büyülenirler. Hiçbir engeli olmamasına rağmen, kimisi, içten içe ona imrenir; kimisiyse, gizliden gizliye Umut Can"a özenir.
Herkese, her şeye ve her şeyin temelinde engeline rağmen, Umut Can ise, her an sevecen ve hayat doludur; hiç solmayan güler yüzüyle, ona bakanın içini ısıtıp kavuran o sımsıcak tebessümüyle, ona biçare güvenenlerin ve onu yegâne sevenlerin geleceğe ilişkin biricik umududur.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR