Suna Taşdemir Dündar

Suna Taşdemir Dündar

YA YARIN?

            Sokak kapısını yavaşça çekerek, kendini sokağın ayazına bıraktı Mustafa. Durdu, kulaklarını dikti, içerden gelecek bir ses bekledi. Kulaklarından hiç eksilmemiş bebek çığlıkları onu bir müddet yanılttı.  Sanki yine bebeği canhıraş feryatlarla ağlıyor sandı. Beklediği o haykırış gelmeyince yola koyuldu. Hava soğuk, karanlık ve pusluydu. Açıkta kalan kulaklarını ve burnunu ısırarak esiyordu rüzgar. Ürperen boynunu korumak istercesine geçen sene askerden gelen yeğeninin verdiği nefti yeşil kaşe paltonun yakalarını kaldırdı.

Cebinden bir cigara çıkardı, rüzgara sırtını dönerek korumaya çalıştığı ateşle yaktı cigarasını. Gecenin gündüze kavuşmak için çırpındığı bu alaca karanlıkta, çakmağın aleviyle bir anlığına parladı kan oturmuş gözleri.  Gözleri içine biber sürülmüşçesine cayır cayır yanıyor, göz kapaklarını açmak için fazladan çaba göstermesi gerekiyordu. Kulaklarında Sümbül'ün sesi 'Uyusun da büyüsün, ninni, eee,eee,eee,e..'. Henüz kırkını doldurmamış Zeynep'i sabaha kadar susmadan ağlamıştı. Zavallı Sümbül; bebeğini kucağına almış, eli sırtında pışpışlamış, karnına sıcak havlular bastırmış ama yine de susturamamıştı yavrucağı. Hava böyle soğuk olmasa bebeği alıp diğer odaya giderdi, hiç olmazsa Mustafa biraz uyur dinlenirdi ama şubat ayazında, tek soba yanan işçi evinde uyumak için başka bir oda başka bir seçenek yoktu. Sabaha karşı ancak sızmıştı Zeynep bebe, yorgunluktan. Sümbül köyden babasının getirdiği tahta beşiğin yan tarafını kafasını dayamış, otururken dalmıştı uykuya. Mustafa, hafiften dokunmuştu omzuna. Karısını sıcacık döşeğe çağırmış, burnuna sütle karışık ter kokusu dolmuş, bir ürperti ile istekle dolmuş bedenini tam Sümbül'e dayayacakken Zeynep yeni bir ağlama sesi ile doldurmuştu odayı.
Mustafa hızlı adımlarla tren istasyonuna doğru yürümeye başladı. Serin hava, yüzüne inen küçük şamarlar gibi yanaklarını dövüyor, ensesi içine çekilmiş, büzülmüş bir halde yürürken uykusunun an be an açıldığını hissediyordu. Ama keyifsizdi Mustafa. Tedirgindi. Büyük bir endişe günlerdir beynindeki kıvrımlarda dolanıyor, fabrikada çay ve cigara molasında arkadaşlarıyla paylaştığında geçici bir süre duruluyor, sonra yeniden aynı tuhaf umutsuz bekleyiş kaplıyordu ruhunu.

Eve geldiğinde susuyordu Mustafa. Sadece susuyor, arada sırada bebeğinin o saf mutluluk kokan kokusuyla dolduruyordu benliğini. İşte tek o anlardı içini ferahlatan. Sonra kaygıları gittikleri gibi büyük bir hızla dönüyorlardı. Kaçacak yeri yoktu. Kendini köşeye sıkışmış hissediyordu.

Kızının geleceğini düşlüyordu; Saçları iki yandan örgülü kırmızı paltolu küçük kız sırtında çantası okula gidiyor, babasına büyük hevesle el sallıyor. Okul pırıl pırıl parlıyor. Her yandan mutlu çocuk kahkahaları yükseliyor çevreye. Çocuklar, büyük bir dönme dolaba binmiş gibi, çığlıklarla, neşeli bağırışlarla, yeşil hem de yemyeşil çimenler ve rengarenk çiçekler arasında dolanıp duruyorlar.  Çocukların kokusu çiçeklere, çiçeklerinki güneşe, güneşin kokusu mutluluğa karışıyor.  Güneşin parlak ışıkları içinde, altın tozları serpilmiş gibi parıldayan okula doğru yaklaştıkça o ışık sarmalı kızını da sarıyor. Artık Zeynep ışıkla sarmaş dolaş, ışık nerede başlıyor, Zeynep'in eli kolu nerede seçilemiyor. Öteki çocuklar içinde sadece dağınık kırmızı noktacıklar halinde fark ediliyor Zeynep.  Sonra uzaktan kara bulutlar geliyor, önce yavaş yavaş sonra büyük bir hızla kararıyor gökyüzü. Ama bakıyor Mustafa, kızı ve okulu hala aydınlık gün ışığı ile yıkanmakta. Korkuyor Mustafa. Korkunun o güçlü eli demirden bir mengene gibi sıkıyor yüreğini. Ya, ya okulu da kaplarsa kara bulutlar, ya kızının üzerini de örterse, keserse yaldızlı ışıkları… Gökyüzündeki karalık dalga dalga yayılmakta… Bir yeri kapladı mı durmayan, o kapladığı yerin üzerine kat kat karanlıklar ekleyerek rengi katran rengine dönüştürünceye dek durmadan yayılan dumanlar hızla yaklaşıyor okula. Siyahlık yaklaştıkça, çocuk sesleri azalıyor, çiçekler boyunlarını büküyor, otlar sararıyor büyük bir hızla kuruyor. Mustafa durdurmak istiyor bulutları. Az önceki coşku bitmesin, çocuklar gene öyle çağlasın istiyor, o renk ve koku cümbüşü hep sürsün. Sonra karanlık ezip geçen bir dev gibi bir anda, sönmüş bir yangın yerine çeviriyor okulu. Herşeyin üstü siyah karlarla kaplanmış gibi. Tahtaları delik deşik okulun, pencereleri kırılmış. Siyahtan başka bir renk yok, çocuklar boyunları bükük, ellerinde yırtık pırtık defterleri sessizce bekleşiyorlar. Hepsi kirli, hepsi çirkin, hepsi bitkin çocuklar. Yüzleri gözleri kömürden islerle boyanmış, saçları yoluk yoluk. Mustafa büyük bir merakla kızını arıyor, gözleri kırmızı bir iz arıyor izbe okulun harabelerinde. Ama nafile. Her yerde kime ait olduğu, belli olmayan siyah paçavra izleri. Hiçbir şey istila öncesine benzemediği için doğal olarak  Zeynep de eski haline benzemiyor. Bulamıyor Mustafa. Tanıyamıyor çocukluğu kalmamış çocuklar arasında, Zeynep'i.
Eve geldiğinde susuyor Mustafa. Konuşmuyor hiç. Karısını dertlendirip, sütünü kesmekten korkuyor. Kararmış kendi düşleri gibi karısının düşleri de kararmasın, hiç olmazsa bir müddet daha parlasın. Zeynep, karısının düşlerinde kaybolmasın, çirkin çocuklara karışmasın. Bu yüzden sesini çıkarmaktan korkuyor Mustafa. Yediği lokmalar boğazında dizilirken, gözlerinde kaygıdan dehşete dönüşen bakışlarını saklıyor karısından. Sümbül yorgun, Sümbül uykusuz. Kocasının sessizliği, bebek mırıltıları ve ağlamaları arasında kaybolmuş, farkında bile değil.

Mustafa yine derin düşlere, ince düşüncelere dalmış. Neredeyse ineceği durağı kaçıracak. Uçar adım iniyor trenden. Çalıştığı fabrikaya ilerledikçe çoğalıyor Mustafa. Her yaştan, her boydan, her kilodan onlarca Mustafa yürüyor şimdi. Hepsinin bakışları korkulu.  Hepsinin bakışları kararmış. Ya? Ya bugün işten çıkarılırsam korkusu sinmiş ruhlarıyla ağır ağır fabrikaya doğru yürüyor kalabalık. Yarım kalmış düşler, tamamlanamamış çeyizler, ödenecek taksitler, kira bekleyen ev sahipleri, borçlar, senetler… Ürkek adımlarla ilerliyor kalabalık fabrikaya doğru. Hepsinin kabusu, fabrika kapısında kocaman bir kilit görmek… Mustafa, yeğeninden aldığı asker yeşili palto içinde, gözleri daha ileriyi, kapıyı görmeye çalışarak bakıyor öteye. Evet, bugün kapı açık, çalışıyor fabrika, bacası tütüyor yine, makineler tıkır tıkır işliyor, sesleri geliyor kulağına. Geçici bir ferahlık sarıyor ruhunu. Kızını görüyor yine hayalinde, kırmızı paltosu üzerinde parlak ışıklar altında okula yürüyor, mutluluktan ve umuttan pembeleşmiş suratıyla. Bugün, fabrika açık.  Ya yarın?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Suna Taşdemir Dündar Arşivi
SON YAZILAR