Sekiz Yüz Altmış Dokuz

Geçen hafta kitap önerilerimden bahsetmiştim hatırlarsanız, bu hafta için de 'radyo' üzerine yazma niyetimden söz etmiştim; fakat ülkemizin gündemi sabit kalmadığı için yazacak daha acil şeyler olduğu kanısındayım.
Her ne kadar güncel konularda yazmaya karar vermiş de olsam; rüzgar her estiğinde bir o yana bir bu yana savrulan gündemimizin peşinde koşmak yerine, 'bizi ilgilendirmesi gereken gündem hakkında' yazmayı tercih ediyorum. Çünkü ne taraftan baskı gelse öbür yana dönen bir ayna misali hareket halinde olan bir gündemin peşinde koşmak istemiyorum. Ayna, gerçekleri göstermelidir bana göre...
Çünkü bilirim ki halkın gündemi, siyasilerin ona sundukları gündemle aynı değildir; mesela televizyonu kapadığımızda, siyasiler evimizden çıkmış, kendi kavgalarına dönmüş olurlar. Bizse evimizdeki işsizlik gündemi, ekmeğe, benzine, suya gelen zam gündemiyle baş başa kalırız.
İşte bundan dolayı bu hafta mahalle ya da cemaat baskısından, tepedekilerin aldıkları üçüncü ciplerden ya da dördüncü jetlerden bahsetmeyi tercih etmiyorum.
Oturmayı bir erdem sayan; ama bir şekilde içten içe vicdanı sızlayan yurttaşlarımıza kendimce bir öneride bulunmaya karar verdim bu hafta. Çünkü bu, oturan yurttaş için uygulanması en kolay yöntemlerden biri. Memur, işçi, esnaf, emekli, gazi ya da öğrenci de olsanız; bu sizin için ideal. Buradaki tek gerekli özellik; vatan için bir şeyler yapma kararlılığı. Çünkü sokaklarda bağırmak, ışıkları söndürüp yakmak ya da tencere tava çalmak 'sürekli'  yapılabilecek işler değil. Ama ülkenin iç ticaret hacmini hareketlendirmek, daha da önemlisi yabancı ülkelere karşı cebimizdeki en önemli kozumuz olan 'paramız'ı dikkatli kullanmak, sürekli izlenebilecek bir politikadır.
Amacım, ilkokulda kutladığımız Yerli Malı Haftası'nı hatırlatmak değil; çünkü artık ilkokul çocuklarımıza bunun yerine Noel Haftası'nı kutlatan bir eğitim sistemimiz var! Daha da önemlisi; satılan kıyılarımız, bağımsızlığımızın kasaları milii bankalarımız, limanlarımız ve şirketlerimizden sonra zaten yerli olan, 'bizim' diyebileceğimiz varlığımız 'neredeyse' hiç kalmadı. Çok şükür ki, 'neredeyse' kelimesini yazabiliyorum hala! Yani bizim olarak kalan varlıklarımız da var hala...
İşte yazının başlığında görüp de 'bu da ne ki?' diye işkillendiğiniz  869  sayısı bir nevi milli şifremiz. Bakkal, çakkal, mega, süper, gross, zincir, her türlü market ya da mağazadan aldığımız ürünlerin barkodlarındaki 'milli şifremiz'  869. Türk malı olan, sermayesi 'hala' Türk olarak kalabilen, henüz yabancılara satılmamış her firmamızın ürün barkodu 869 ile başlıyor. Bir ürünün üstünde bu sayıyı gördüğünüzde 'bu Türk'tür' deme özgürlüğümüz var yani.
Bu bilgi internette de birçok e-posta aracılığıyla dolanmakta; ama bundan haberdar, fakat uygulaması zor gelen arkadaşlarıma ben yine de hatırlatmış olayım. Dahasıysa, kişinin vicdani ve milli sorumluluğundadır, duygularındadır.
Marketten çay alırken, meyve suyu alırken, yoğurt alırken, cips alırken... Barkodu çevirip bakın, 869 ile başlayan, 'Türk Malı'dır. Olmadı, bazı ürünlerin üzerinde minik de olsa 'Türk Malı' yazılı logo oluyor, bu da gözünüze çarpabilir.
'Benim spor ayakkabım markalı, zaten istesem de aynı kalitede Türk malı yok' diyen arkadaşlara da; 'spor ayakkabın olmuyorsa lütfen kot pantolonun ya da içtiğin soda, kullandığın kalem Türk Malı olsun'  diyerek, önerime sadık olduğumu yineliyorum.
869'u bilenler bilmeyenlere anlatsın, yardımcı olsun ki bilinçli yurttaşlar yetiştirebilelim. Yoksa gündem değiştikçe kah Fransız kah Amerikan kah Çin mallarını beş on günlüğüne protesto etmekle kalacağız ülke olarak. Bu yolla da ülke sanayisine ve işçisine katkıda bulunamayız.


                  
                                                                                                                                                       Bilinçli tüketimler, iyi haftalar...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR