Gözyaşlarının Rengi

Irak"ta, Afganistan"da, Kırgızistan"da, Filistin"de, Türkiye"de… Ya da dünyanın tanımadığımız her hangi bir ülkesinde, nerede olursa olsun yaşanan acıların,  yüreğimizden yükselen çığlıkların ve gözyaşının rengi yoktur… Acılar hep aynı biçimde yüreğimizi yakar, çığlıklarımız hep aynı biçimde içimizden bir volkan gibi patlar ve acıların izini taşıyan gözyaşlarımız hep aynı biçimde gözpınarlarımızdan bir sel gibi taşar…

Evet, dünyanın neresinde ve hangi nedenle olursa olsun, yaşanan savaşlarda ve çatışmalarda ölen eşlerine, oğullarına ve kızlarına ağlayan anaların gözyaşlarının rengi yoktur…

Ülkemizde kırk bin genç fidanımızın ölümüne neden olan Kürt sorunun çözümsüzlüğü ve çözüm için cesaretle atılması gereken siyasi ve demokratik adımların atılmaması ve hala savaş yöntemleriyle sorunun çözümünde ısrar etmek gencecik insanlarımızın daha fazla ölümü demektir.

Ülkemizde ve dünyamızda farklılıklarımın bir zenginlik olarak görüldüğü… Farklılıklarımızın hor görülmediği ve ötekileştirilmemize neden olmadığı… Farklılıklarımızın asimilasyon ve inkar yöntemleriyle yok edilerek tek tip insan olmaya ve aynılaştırılmaya zorlanmadığımız… Farklı insan kimliklerimizin ve farklı insan renklerimizin savaş ve ölümlerle karanlık ve tek bir renge boyanmadığı ve başka anaların çocukları tarafından kendi çocuklarının öldürülmediği ve kendi çocuklarının başka anaların çocuklarını öldürmediği bir dünyada barış içinde yaşamak tüm anaların özlemidir…

Kürt gençlerinin dağlara çıkmasına ve devlete karşı savaşmalarına neden olan ve yıllardır çözülmeyi bekleyen ve şimdiye kadar hep şiddet ve savaş yöntemleri ile çözülmeye çalışılan Kürt sorununun siyasal ve demokratik yöntemlerle çözümüne yanaşılmaması ne yazık ki, karşılıklı çekilen acıları, ölümleri ve gözyaşlarını çoğaltmaktan başka hiçbir işe yaramadı. Anaların gözyaşlarını dindirmek, yaşanan acıları ve ölümleri durdurmak için siyasal ve demokratik adımların devlet ve hükümetler tarafından cesaretle atılması, savaşın ve çatışmaların sonlandırılması, barışın ve kardeşliğin egemen olduğu demokratik bir ülkede yaşamak hepimizin yararınadır.

Yoksulluğun, acıların ve gözyaşlarının sofrasında beslenen hangi Türk anası, hangi Kürt anası gözünden bile sakınarak bin bir emek ve zahmetle büyüttüğü ve yaşamlarının en güzel ve en renkli çiçeği olarak koklayıp bağırlarına bastıkları evlatlarının cansız bedenini görmek ister ki? 

Ateş düştüğü yeri yakar… Hangimizin yüreği evlatlarının cansız bedenleri kendilerine teslim edilen anaların yüreği kadar yanabilir ki? Hangimizin sözleri anaların yüreğinde kopan fırtınaları dindirebilir ve acılarını hafifletebilir ki? Hangimizin gözyaşları anaların yüreğinde patlayan ve acıları çoğaltarak akan bir volkan gibi düştüğü yeri yakıp küle çevirebilir ki? Hangimiz dağda bir köy mezarlığında ya da bayrağa sarılı tabutların arkasında yürürken, kalabalığın arasında yitip giden analar kadar ıssız ve dipsiz bir yalnızlığa mahkûm olabiliriz ki? Hangimizin yüreği, çocuklarına memesindeki sevgi sütüyle hayat verip büyüten analar kadar çocuklarının yüreklerinden kopartılmasına ve yaşamlarının ellerinden çalınmasına dayanabilir ki? Hangimiz çocuklarını bir daha geri dönmemek üzere kara toprakla buluşturan analar kadar çocuksuz zamanların ve yalnızlıkların dayanılmaz ağırlığını yüreğimizde taşıyabiliriz ki? Ve hangimiz, gülüşleri ölüm tarafından çalınan ve parçalanan analar kadar çocuklarının gülüşüne duyulan bir özlemle yaşayabiliriz ki?

Peki, ya babalar… Sanmayın ki, babaların yüreği yanmaz, babaların yüreği üzeri külle örtülmüş görünmez bir ateş gibi sessiz, içerden, yavaş ama derinden yanar… Hiç insani olmayan, erkek egemenliğinin ve “kahramanca” ve “erkekçe” bir tavrın ürünü olarak ortaya çıkan “erkekler ağlamaz” anlayışının dayanılmaz ağırlığı altında ezilerek, gözyaşlarının izini saklamaya çalışsalar da,  babaların gözyaşları her zaman yüreklerindeki yangına akar… Ve ölen çocuklarının ardından babalarda ağlar…

Evet, eşlerimizin, çocuklarımızın ölümüne neden olan, insan yaşamını ve doğamızı yok eden savaşlara biz karar vermedik ama barışa birlikte karar verebiliriz. Doğanın bize sunmuş olduğu en güzel armağan olan insan yaşamını savaşlarla sonlandırmak yerine insan yaşamını birlikte özgürleştirebilir ve insanlığa sunulmuş bir armağan olan dünyamız da hep birlikte kardeşçe yaşayabiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR