Miraç Öztürk

Miraç Öztürk

Atakum’da kokuşma başlamış…

Konu yazdan açıldı ya devam edelim…

 

Geçen gün, Bursa, Ordu ve Samsun"dan öğretmen arkadaşlarım, fizik mezunu ama hala iş bulamamış bir üniversite mezunu arkadaşım ve yine sınavlarla kendini heba etmiş bir başka öğrenci arkadaşım ile çıktık yola…

 

Ne yapsak diye kafa patlatıyoruz. Sonuçta burası İstanbul değil…

 

Yüzlerce alternatifiniz yok…

 

Tiyatroya gidelim deseniz yaz geldi hepsi tatilde, tatilde olmasa da kaliteli oyun sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor, sinema deseniz bunalır insan, konser deseniz en son kim gelmişti Samsun"a bilen yok?

 

Sanatçı sepetçi uğramaz bu memlekete…

 

Dedim ya İstanbul değil burası diye… Zaten kimsenin de İstanbul ile aşık atmaya niyeti yok.

 

Hedefler hep “minimum” olmuş Samsun"da.

 

Kimse “yıldızlara hayatı götürmeyi” düşlememiş. Yeryüzünde kalmayı yeğlemiş…

 

Samsun deyince zaten aklıma “stabil” geliyor.

 

Yani yerinde sayan… Yani patinaj yapan… Yani “bir cacık olmaz” deyiminin en çok kabul gördüğü yer…

 

Neyse…

 

Baktık, inceledik.

 

Ortak noktamız belli…

 

Hepimiz denizi, kumu, güneşi seviyoruz…

 

O zaman bizi ancak ve ancak Atakum paklar…

 

Çıktık yola…

 

Samsun trafiği bu… Çile gibi. Kornalar, hatalı sollayanlar, küfredenler, kırmızı ışık delikanlıları vesaire…

 

Kazasız belasız geldik Atakum"a Allah"tan…

 

Çektik arabayı Atakum"u Güzelleştirme Derneği"ne…

 

Sahilin tam kenarında boş bir masayı kestirdik gözümüze…

 

Oh mis… Deniz havası….

 

Hmmm…. Herkes derin derin nefes alıyor ama bir gariplik var ortamda…

 

Burnunu çeken, yüzünü ekşitiyor…

 

Samsun"un gözbebeği, hani mevcut belediye başkanının da sürekli dile getirdiği “Karadenzi"in incisi” Atakum sahilini halkın tabiri ile “.ok götürüyor”

 

Hatta aramızda kısa süreli de bir tartışma yaşadık…

 

“.ok” kokusunu yakıştıramadık memleketimizin sahiline, kimimiz, “Yok bu yosun kokusu”, “Yok yok nemden böyle kokuyor, iyot kokusu”…

 

Baktık kimse ikna olmuyor, karar kıldık hep birlikte ciğerlerimize iyice işlemiş kokunun adı konusunda: “.ok”

 

Oturduk, siparişlerimizi verdik mis gibi “.ok” kokusunun kenarında…

 

Atakum sahili zaten Allahlık…

 

Arkadaşlarla sohbet açıldı, konu net…

 

“Ulan bu deniz, bu sahil yabancılarda olsa, püf… Neler yaparlardı?” diye…

 

Yani klasik muhabbet… Klasik ama gerçek….

 

Koskoca Atakum sahili… Türkiye"de belki de sayılı sahillerden birisi.

 

Ama gelin görün ki… Etrafı “.ok” götürüyor.

 

Kokudan durmak bir meziyet… Zaten belli bir dakikadan sonra alışıyor insan. Ne koku kalıyor ne de pislik. Manzaraya da alışıyorsunuz belli bir vakitten sonra.

 

Sahildeki plastik şişeler size sanki plajın bir aksesuarıymış gibi geliyor, kağıt parçaları birer çalıyı andırıyor, hele ki akşam oldu mu kimisi yanan kimisi yanmayan ışıkların hali ise ayrı bir hava katıyor ortama…

 

Sosyal demokrasinin romantizmi böyledir işte, bir yanar bir söner…

 

Güven vermez yani…

 

İşin ilginç yanı, “.ok” kokusunu çektiğiniz mekanda Atakum Belediyesi"nin ensesi kalın tayfasının da oturup rakılarını yudumlaması…

 

Kimsenin içkisinde gözüm yok. Ha keza ben de rakıyı severim, rakı muhabbetine bayılırım…

 

Ama bir yanda belediyeden maaş alıp, mesai saati içerisinde takılacaksın, “.ok” kokusunu çekeceksin ciğerlerine, olanı biteni süzeceksin göz ucuyla, yan masanda insanlar seni eleştirirken de kafayı kuma sokup hiçbir şey duymamış gibi muhabbete devam edeceksin…

 

Yok öyle…

 

Neyse biz muhabbete devam ediyoruz…

 

Konu yine sahil tabiî ki…

 

“Ya” diyor bir arkadaş, “Hani Atakum Karadeniz"in incisi olacaktı?”

 

Ötekisi devreye giriyor hemen ve bu sefer beni eleştiriyor, “Kardeşim sen vakti zamanında bu adamlarla çalışmadın mı ? Bu yalanlara sen de ortak olmadın mı o zaman? Hiç vicdan azabı duymuyor musun?” demez mi…

 

Ya… İşte böyle Miraç Efendi… Açıkla şimdi…

 

Aldım elime sazı…

 

Başladım anlatmaya… Neyi mi?

 

Hırs üzerine kurulmuş bir siyasetin, tamamen geçmişte yapılanların intikamını almak için kazanılan bir belediyenin hizmetten başka şeylerle meşgul olacağını, siyasi kadrolaşmaların temel felsefe edinildiğini, bunu anlamak için de belediyede en üst kademeden en alt kademeye kadar kilit noktada olanların araştırılmasının yeterli olacağını söyledim…

 

Tabiî ki böyle bir anlayışın, böyle bir zihniyetin de maalesef hizmet üretme kabızı olduğunun da altını çizdim…

 

Kendime gelince…

 

Açıkçası seçim döneminde, köylerde, mahallelerde söylenen yalanlara ortak olduğum, insanların hayallerini ve umutlarını çalanlara aracı olduğum ve en kötüsü de kendi çevremdeki değişik siyasi düşüncelerdeki insanları ikna etmedeki çabam ve o insanların da seçim sonrası büyük hayal kırıklığı yaşamalarına sebep olduğum için kendimi vicdanen rahatsız hissediyorum…

 

Özellikle de köylerde çocuklarına iş, evlerine yol isteyenlere verilen sözlerin tutulmaması, işçilerin daha belediyeye adım atar atılmaz sindirilmesi için yapılan ve ucu tehditlere varan olaylar hala aklımdan çıkmıyor…

 

Hele ki emekli bir sendikacının belediyede yeniden işe alınarak, baskı ve tehditle mevcut sendika yönetimini düşürmesi ardından da tamamen belediye yönetimi ile eş güdümlü, işçilerin haklarını savunmaktan çok yandaşların kadrolaşmasını sağlamlaştırmayı amaçlayan bir sendika yönetiminin oluşturulması yaşananların zaten sonucu…

 

Dedim ya, tek tek anlattım arkadaşlara… Tabiî ki işten çıkma sürecimi de… İşten ayrılırken arkamdan ağlayanları da…

 

Bozuk düzende sağlam çark olmuyor maalesef…

 

Neyse, mevzu ben değilim…

 

Ama bir bilen olarak, basit bir “.ok” kokusundan gelinen süreci özetlemeye çalıştım.

 

Koskoca bir sahil, önü açık muhteşem bir kent; amiyane tabiri ile basiret yoksunlarının, gelin, damat, akraba yönetiminin, hırs üzerine siyaset yapanların elinde heba oluyor…

 

Çok duyuyorum etrafımda, “Ah elim kırılsaydı da AK Parti"ye oy vermeseydim” diyen…

 

Eğer yolunuz Atakum"a düşerse, özellikle de Atakent"ten öteye bir daha sorun bu soruyu…

 

“Ah elim, belim kırılsaydı da vermeseydim hatta dilim tutulsaydı da anlatmasaydım” diye…

 

Çünkü Atakum"un en başından başlayan kokuşma, en sonundan da hissedilmeye başlandı…

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Miraç Öztürk Arşivi
SON YAZILAR