Soğuk ölüm (3)

   Sadık Hoca, ölümü öyle güzel anlatıyordu ki insanın ölesi geliyor. “Ölüm güzel bir şey, budur perde ardından haber. Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” “Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var. Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!” Her canlı ölümü tadacaktı. Buna hiç kimse itiraz etmiyordu. Peygamber de ölmüştü. Nuri de öldü. Nuri"nin ölümünün acı bir destan olmasının bir sürü nedeni vardı. Nuri yalnız ölmüştü. Yanında hiç kimse yoktu. Son anlarında neler yaşadı hiç kimse bilmiyor. Çocukları için giderken neler vasiyet edecekti acaba? Bir bardak suya ihtiyaç duydu da bir vereni yanında olmadı. Nasıl can verdi Nuri nasıl, nasıl?

   Cenazede Nuri"nin kime borcu varsa verelim, dedi yakınları. Nuri"nin borcu yoktu. Onun alacaklıları vardı. Bizim ona borçlarımız var, dediler. Vereceğiz, dediler. Çocuklarının paraya ihtiyaçları yoktu. Hiçbir zaman da olmadı. Ama babalarından bir miras görmeleri onları fazlasıyla mutlu ederdi. Onların baba boşluğunu dolduracak çok az gerekçeleri vardı. Bunlar da babamdan kaldı, diyebilmeleri bile güzeldi. Onlarda sevgi ve şefkat boşluğu vardı. Yine de var. Babaları hayattayken de kalplerinde boşluk vardı bu kızların, babaları öldükten sonra da olacak. Nuri"nin ölümü kadar hayatı da acıydı aslında. Çocuklarına acı bir miras bırakmıştı Nuri.

   Nuri, mezara konurken yukarıdan televizyon istasyonu eğiliyor, başını uzatıyor, ben de bakmak istiyorum Nuri"me, diyordu. O bana çok uğrardı, bende maç izlerdi, diyordu. Koskoca istasyon da ağlıyordu. Ağlamaktan utanmıyordu. Dağlar çırılçıplaktı. Ağaçlarda süslerinden eser yoktu. Oysa yazın yemyeşildiler. Şimdi beyaza bürünmüşlerdi. Bu beyaz, gelinlik miydi yoksa kefen miydi? Derelerin şırıltısına, kuşların cıvıltıları karışıyordu. Rüzgâr karın soğuğunu bir fatiha melodisiyle insanların kulaklarına fısıldıyordu. Ve o seslerden daha gür çıkan müezzinin ezan sesi. Her seste bir başka anlam, bir başka hüzün vardı bugün. Dağlarda yankılanan seslere dağlar bir başka sesle karşılık veriyordu. Dağlar da ağlıyordu. Nuri, ineklerini o dağlarda yaymıştı. O dağlarda haykırmıştı. O derelerde yüzmüştü. O patikalardan kaç defa geçmişti. Yollar, dağlar, ağaçlar, caminin bahçesindeki meyveler, karın altında kalan kuru çimenler, Nuri"ye kuş bakışı bakan minare… her şey hep bir ağızdan hocanın sorusuna cevaben “Hakkımız helal olsun, biz onu çok iyi bilirdik, şahitlik ederiz.” diyordu.

   Yakınları aynı gün ölen teyzeden onu kıskanıyordu. Er kişiyle hatun kişi aynı yere konur mu, diyordu. Birlikte namazları kılınır mı, diyordu. Hava ayazdı. Buz tutmak üzereydi. Bir an önce insanlar, görevlerini yapıp oradan ayrılmak istiyordu. Âmin diyen eller üşümüştü. Botlar içerisindeki ayaklar donmuştu. Kayalı Yakup"un yokuşundan bu arabalar nasıl çıkacaktı? İnsanlar yuvalarına nasıl ulaşacaktı?

   Köyü arkada bırakırken son bir kez daha dönüp geriye bakanlar, kararmaya yüz tutan havayla, beyaz karların Nuri için üzülüp ağladığı hissine kapıldılar. Nuri"yi niye yalnız bıraktınız, diye de gidenlere kızdılar.

   Bu acı hikâye aslında acı bir film. Bildiğim hâlde ayrıntılarına girmeden anlattığım bu hikâyeden âleme ibret 80 dakikalık bir film çıkar. Bir yönetmenin maili şu an elimde olsa bu hikâyeyi ona gönderir, bir film yapmasını isterdim. Bunu da ilk fırsatta yapacağım. İnsanların yaşananlardan ders alması için bunu yapacağım. Dünya meşakkatlerinin insanları ne hâle getirdiğini insanlar görsün istiyorum.

   Bu hikâyeye ister benim dediğim gibi Soğuk Ölüm deyin. İster Acı Ölüm, Yalnız Ölüm, Garip Nuri… İsterse başka bir şey… Bu, gerçek ve abartısız bir hikâyedir.

   Hayriye teyze Nuri"si için soğukta öldün, seninkisine soğuk ölüm derler oğlum, soğuk ölüm… diyordu.

     [email protected] 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
İsa Abanoz Arşivi
SON YAZILAR