Sanatkar mı, Artist mi?

   Devlet nedir, sanatkâr nedir? Meseleyi bir ansiklopedik tarif karmaşasına sokmadan ele almalı.  Devlet; liyakat, adalet, hak, hukuk… gibi tuğlalarla örülmüş muhteşem bir yapıdır. Ne için? İnsan için. Cemiyet için... Devletin idaresinde şeklin bir kıymeti yok! Bütün mesele ruhta. İdare ruhu!

   Peki sanatkâr? Şu cemiyetin güvencesi! Yukarıda bahsedilen devletin ve onun cemiyetinin en çok şefkate ve desteğe muhtaç ferdi! O bir bilim adamı tavrıyla nefes alıp vermez. Vücut sebebi gereği, cemiyeti için icabında yıldırımları üzerine çekici, belki depremi erken sezen hayvanlar gibi cemiyeti ikaz edici, gerektiğinde cemiyeti tırmalayıcı, kendine getirici, eserinden hikmet zuhur eden, maddesini feda eden, harcayan, eriten, mutlak hakikat arayıcı taifesinin en affa ve hoşgörüye muhtaç koluna mensup madde ve mana kahramanı şahsiyeti!

   Sanatkârın, önce kendisiyle, sonra cemiyetle, devletle ve bütün insanlıkla harcaması gereken bir mesaisi var.

   Bu mesaisiyle insanlığa yaklaştığı için yükseklerdedir sanatçı. Bunun için eskimez. Yıllara inat yenileşir. İnsan ve insanlık ekseninden sapan devletin bazı yöneticileri ise hemen unutulur. Unutulmayanlar için her an bir beddua saatidir. Sanatkârı kıskanan ve kısıtlayan devlet ve o devleti yönetenler, hiçbir zaman güzelliklerle anılmazlar.

   Sanatçı, güzel ve mutlakın peşindedir. Mutlaka meftun olanlara hitap eder.

   Devletin ve cemiyetinin sanatkârı düşünüldüğünde devlet-sanatkâr ilişkisi-rabıtası kendiliğinden ortaya çıkar. İkisinin de teslim mahkûm ve mecbur olduğu bir mutlak hakikat noktası var. Böyle bir devlette sanatkâr, devletinin vücut sebepleriyle barışık olduğundan, tamamen serbest ve devletin zimmet ve kefaleti altında, uyuşukluğa ve kısırlığa düşmeden eser vermekle mükelleftir. Sanatkâra devlet görev veremez! O, görevi, kendiliğinden edinir ve yapar.

   Devlet, sanatkâra “Şu konuda bir eser ver.” diyebilir, “Bana şöyle bir heykel yap.” diyebilir fakat asla “Malzemesini şundan yap, kaidesini şundan yap.” diyemez. Buraya kadar ideal devlet ve sanatkâr anlayışımızdan bahsettim. Sürçülisanım affola.

   Bir de Türkiye"deki hakikate bakmalı. Bunlara kıyasla yazılan, çizilen, yapılan, edilen ne kadar sanat faaliyeti varsa ben yukarıdaki malumata göre kıyaslarım ve ortaya bir facia çıkar! Emirle yapılan besteler, yalakalık için yazılan şiirler, dalkavukluk abidesi romanlar vs.

   Hâl böyle olunca sağlam ve doyuran bir sanat ve sanatkârdan bahsetmek mümkün olmuyor. Böyle bir sanat nesli besleyemiyor. Gençlik nezaket ve nezafetten uzak kalıyor. Derinlik ve yücelik arz etmeyen bir sanat; sanat, sükûnet ve büyüme bekleyenlere hiçbir katkı sağlayamaz. 

   Beste yapılacaaaak, yap! Şiir yazılacaaaak, yaz! Köksüz, muhasebesiz, çilesiz, dertsiz, tasasız, sanatkâr ve eseri! Bir sürü devlet sanatçımız! Benim lafım bunlara. "Varlığımı meşrulaştıracak ve yücelteceksin." diyen ideolojilere nispetle, çevresinde pervane olup döndüğü mutlak fikrinde devletiyle mutabık olan sanatkâr o mutlak fikrin girift ve ince ilhamları dışında asla bir memba aramaz ve kendisine iş buyrulmasına fırsat ve izin vermez, kendini istismar ettirmez! Ayrıca bir devlet sanatçısı yaftasına ihtiyaç duymaz ve zaaf göstermezken zaten ferdi bulunduğu cemiyetin mümtaz ve çilekeş azasıdır. Bizde sanatçı sanatkârdır, artist değil!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsa Abanoz Arşivi
SON YAZILAR