M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

(ÖNCESİ VE SONRASINA DÂİR HULÂSA BİR TAHLİL)

21 MAYIS 1963 DARBESİ.../2
                                 
(DÜNDEN DEVAM)
        Başbakan benden tavsiye istemişti. Fikrimi söylemenin ve somut bir teklifte bulunmanın zamanı gelmişti:
        - Bu kritik saatlerde vakit dardır. Hemen harekete geçmek, tedbirleri almakta acele etmek gerekir. Bir kere daha söyleyeyim, bana göre, şayet bir felâkete meydan verilmemek isteniyorsa, doğruca zora başvurmaktan kaçınılmalıdır. Bir iktidarın ayakta kalmak ve güçlükleri altetmek için sahip olduğu bütün çareler arasında, baskı yöntemi son  çare olarak düşünülmelidir. İş o noktaya varmazdan önce, işte benim teklif ettiğim çözüm:
       En başta, Menderes kabinesi derhal istifa etmeli. Ardından, mümkün olduğu ölçüde muhalefete de birkaç bakanlık vererek, Meclis'in ılımlı milletvekilleriyle yeni bir bakanlar kurulu oluşturulmalı. Böylece de bir çeşit koalisyon veya daha doğrusu bir millî birlik kabinesi kurulmalı. Bu yeni hükûmet, öncekinin siyasetinden sorumlu olmayacağı için, kararlarını tam bir serbestlik içinde alacak ve Anayasa'ya aykırı olduğu iddia edilen kanunların, bilhassa da yetki kanununun değiştirilmesini Parlâmento'ya teklif edebilecektir. Bu durumda muhalefet artık suçlayacak bir şey bulamayacak ve siyasî tansiyon düşecektir.
     Cumhurbaşkanı Bayar bu teklife şiddetle karşı çıktı:
     - Böyle bir hareket zaaf işareti olur ve rakiplerimizi daha da cesaretlendirmekten başka bir netice  de doğurmaz. Bu sıkıntılı günlerde kabine değişikliğinden daha anlamsız bir şey olamaz. Tam aksine direnmeli, kararlı olmalı ve oldukça sert tedbirlere başvurmalı.
     - Söz konusu olan bensem, dedi Menderes, hiçbir tereddüt etmeden derhal istifa eder ve yerimi milletvekili arkadaşlarımdan birine bırakırım. Fakat, dedi konuşmasına kısa bir ara verdikten sonra, Sayın Hocam, bir kabine değişikliğinin bütün bu çalkantıya son vereceğinden emin misiniz? Durmak şöyle dursun, gittikçe daha da beter bir hâl almasından korkarım.
     Başbakan, çok açık bir şekilde, benim tekliflerimi Cumhurbaşkanı'ndan daha anlayışla  ve daha soğukkanlılıkla karşılamıştı. Cevap verdim:
     - Böylesi durumlarda bir kabine değişikliği, demokratik ülkelerde müracaat edilen ilk tedbirlerden biridir. Bu, bilgelikle gerçekleştirilen bir çözümdür. Bunu bir yana bırakıp, her ne pahasına olursa olsun hemen zora başvurmak, tekrar ediyorum, bana gereksiz ve oldukça riskli görünüyor."
     Konuşma, böyle devam edip gidiyor..Diyeceğim o ki, iktidar partisi olarak, 1950 seçimlerinde %55; 1954 seçimlerinde %58.4 ve 1957 seçimlerinde de %47.87 oy alan Demokrat Parti, kanuna bağlılık disiplini ve adâlete sadâkatten uzak görünüyordu.
      Darbe, geliyorum diyordu.
     Bu sözlerimizle, ihtilâlin/darbenin/kalkışmanın meşrûluğunu dile getirmiyoruz. Sâdece, ona, zemin hazırlayan acziyetin, hafakanın, gafletin, vaziyeti  göremeyerek bunu tahlil edip idrâk edememenin hâlini ifade etmek istiyoruz. İşin içinde, -dikkat edilirse görülür ki- kibir de mevcuttur.
       Bu hareketin başlangıcında, Radyodan ilk bildiriyi okuyan Alparslan Türkeş daha sonraları şöyle diyecekti: "En kötü demokrasi, en iyi darbe idâresinden daha evlâdır."
       Buna rağmen, durum budur!..
       Demek ki, üç dönem ard arda ezici diyebileceğimiz bir çoğunlukla iktidarı kazanmak, iktidar olmak mânâsına gelmiyor. Demek ki, insanoğlu da iktidar kazanmaya doymuyor!..Ne diyelim, hepsi  târih oldu!..
         Zayıf hükûmet, hem bütün gücüne rağmen sosyal âhengi sağlayıp muktedir olamayan ve hem de baskıyı temel unsur kabûl etmeye çalışan hükûmettir. Baskı ile, icrâ edilebilir, bir süre iktidar sürdürülebilir, ammâ  bu , anladığımız mânada, demokratik bir muktedir olma değildir.
        12 Mart 1971 Muhtırası da, Ferruh Bozbeyli hareketiyle zayıflatılan Demirel Hükûmeti'ne karşı yapılan bir teşebbüs değil midir? Yâni, zayıf bir hükümete karşı fiili bir hareket!..
      Boş bırakılan zeminin, birileri tarafından doldurulmak istenmesi...
      Bâzısı, başarılı oluyor, doldurulmuş görünüyor/kabûl  görüyor- ediliyor;  bâzısı, "romantik" tarzda, belli bir mâliyetle akim kalıyor.
       12 Eylül 1980 İhtilâli de, esâsında, 1978-1979 yıllarında iş başında bulunan Ecevit Hükûmeti'nin zayıflığından doğmuştu. Hem de öyle bir zaafiyet ki, kuruluşu bile alenî bir şâibe taşıyordu. Güneş Motel'de milletvekili t(ı)rasferiyle kurulan bu hükûmet,  icrâda bulunduğu  süre içinde, Cumhuriyet döneminin  bu zamana kadarki, en dirâyetsiz  hükûmeti olmuş ve milletimize en  büyük kaos dönemini yaşatmıştır. " Kurtarılmış bölgeler", işgal edilmiş, bölünmüş mahalleler bu dönemde görülmüştür. "Kürdare azadi "nin söylenip yazıldığı, "halklara özgürlük" naralarının atılmaya başlandığı dönem bu dönemdir.  Bu dönemde, sokaklardaki, duvarlardaki , çeşmelerdeki... bu yazılar, görmezden gelinmiştir.  Sâdece belli bir bölgede değil, yurt sathında, sokak başlarındaki silâhlı çatışmalar birinci haber olmuştur. Bölücülük, bu dönemde rağbet bulmaya başlamış, yol almış ve âdeta baştâcı edilmiştir.
      1979 sonunda yapılan milletvekili ara seçimini, Adalet Partisi'nin, mevcut iktidara karşı 5-0 kazanmasıyla istifa eden Ecevit Hükümeti'nin yerine kurulan ve  MSP tarafından "kerhen" , MHP tarafından ise dışardan desteklenen Demirel Hükümeti, her şeye ve bütün gayretine rağmen , zayıf olmaktan bir türlü kurtulup, belini doğrultamamış, tabiî ki, dış güçlerin de desteğiyle, 12 Eylül 1980 İhtilâli gerçekleştirilmiştir. 
      Başlangıçta, memleketin içinde bulunduğu müthiş hatta korkunç derecedeki karmaşadan/kaostan dolayı,  bâzıları tarafından, "Artık, bıçak kemiğe dayanmıştı. Demokrasi içinde yapılacak bir şey kalmamıştı" denilip derin bir nefes alma fırsatı doğmuş olsa da,  ihtilâli yapanların, zaman içersinde uyguladıkları aynı korkunçluktaki menfî icraatları, milleti yıldırmıştı. 
     Yâni; bir başka noktadan bakarak,  ihtilâl hükûmeti bile, bütün baskı gücünü ve otoriteyi elinde bulundurduğu hâlde, iktidarını muhafaza edememiştir. Bu da; muktedir olmanın vasıtalarının iyi kullanılmadığı mânasına gelir. Muktedir olmanın yegâne şartı 'adâlet'tir.
     Zaman, 28 Şubat 1997'yi gösterdiğinde ise, 1995 seçimleri itibariyle, en çok rey alan parti olan Necmettin Erbakan'ın Refah  Partisi, %21.38 ile 158 milletvekilliği kazanmıştı. Diğer partiler ise şöyle sıralanıyordu: Anavatan Partisi: %19.65, (132 milletvekili), Doğruyol Partisi: %19.18 (135 milletvekili); Demokratik Sol Parti: %14.64 (76 milletvekili) ve  Cumhuriyet Halk Partisi: %10.71 (49 milletvekili).
      Erbakan'ın başbakanlığında kurulan 54. T. C. veya Refah Partisi-Doğruyol Partisi (REFAHYOL) hükümeti de yine zayıf bir hükümetti. Onun da öncesinden gelen/getirilen büyük mes'eleleri bulunuyordu.  Netîcede, vaziyete hâkim olamadı ve istifa etmek zorunda kaldı. Böylece, "post-modern" denilen bir darbe, kimine göre de muhtıra verilerek hükûmet düşürüldü. 
       Kuvvetli/muktedir hükümetler,  kanun ve adâleti de kullanarak, baskı yapmadan icrâda bulunan hükümetlerdir. Eğer iktidarı bırakmış/devretmiş isen, zayıfsın demektir.  Lâfı öteye beriye çekmeye, ağlaşıp sızlaşmaya gerek yoktur.
       Elbette ki, 'târih sosyolojisi' , hükmüne verecektir. Bekliyoruz!..
     Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın ve hangi sosyal karmaşa ve dengesizlikler üzerinden tahlile girişirse girişsin, sonuç, kim başaramadıysa, o, muktedir değildir.
      Bunun ardından, 1999'da yapılan milletvekilliği genel  seçiminde de, ancak üçlü koalisyon kurulabilecek bir netice ortaya çıktı. Bunlarda da, hükümet içi ve partiler içi çekişmeler  sürdü...DSP: %22.19;  MHP: %17.98; FP: %15.42; ANAP: %13.22;  DYP: %12.01 oy aldılar. Birkaç sene sonra, bu hükûmet yürüyemedi ve  erken seçim kararıyla kendiliğinden seçime gitti... Bu, ayrı bir husustur ve konumuz dışındaki bir mes'eledir.
     Bütün bu hengâmelerden sonra, Türk milleti, 2002 yılına geldi ve Adalet ve Kalkınma Partisi adıyla yeni bir parti kuruldu. 3 Kasım 2002 'de yapılan milletvekilliği  seçiminde, AKP, %34.28 ile 363 milletvekili çıkardı ve iktidar partisi olarak hükûmeti kurmaya hak kazanan oldu. Cumhuriyet Halk Partisi ise, %19.39 oy oranı ile 178 milletvekili çıkardı. Bütün dîğer partilerin hiçbiri seçim barajını  aşamadı..
       22 Temmuz 2007'de yapılan seçimlerde, AKP, yine birinci parti olarak, bu defa %46.58 oy oranıyla 341 milletvekili çıkardı. CHP: %20.88; MHP: %14.27 oy oranıyla TBMM'ye girdiler.
     12 Haziran 2011'de yapılan genel seçimde, AKP yine öndeydi.  AKP: %49.83 oy oranıyla 327 milletvekili çıkardı. CHP:%25.98 ve MHP ise %13.01'de kaldı.
      2015'te iki genel seçim yapıldı.
      Birincisi, 7 Haziran 2015'te...AKP, yine en önde olmasına rağmen, ilk defa oy kaybına uğradı: % 40.87 oy oranıyla 258 milletvekili çıkardı. CHP: %24.95; MHP:%16.29 ve HDP:%13.00..
     Ve, bu sonuçtan hükümet çıkarılmadı...Çıkarılamaz mıydı???  Veya niçin çıkmadı veya çıkarılmadı? Bu da, ayrı bir mes'eledir ve şu anki mevzûmuz değildir. Netîcede, yeni bir seçim denendi ve..
     1 Kasım 2015'te yeni bir seçim yapıldı. Bunda; AKP: %49.50; CHP: %25.32; MHP: %11.90 ve HDP: %10.76 oy oranıyla sıralandılar....Dolayısiyle:
     Adalet ve Kalkınma Partisi, "bu ana kadar"  üç başbakanlık (Gül-Erdoğan-Davutoğlu)  ve iki cumhurbaşkanlığı  (Gül-Erdoğan) ile, (7 Haziran 2015 kısa dönemini hâriç tutarsak)  'tam yetkili dört dönem iktidar' olma imkânını elde etti.
     2002'den itibaren, bu hükûmetlerin hemen hemen  hepsinin söyledikleri  şey, darbelere karşı çıkmak , darbelere meydan vermemek ve darbeleri önlemekti. Hatta, darbeler bahane edilerek, bir takım "kumpaslar" ile, mâsûm subaylar senelerce içerde yatırıldı, cana kıymalar oldu. 
     Bilhassa, sonradan, bu dönemin hükümetlerinin içinden beslendiği iddia edilen bir "cemaatin", "paralel" adlı darbe söylentileri ayyuka çıktığı hâlde, Cumhuriyet târihinde, 249 vatandaşın ölümüne sebep olan bu darbe teşebbüsü, Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin içinde bulunan vatansever -milliyetçi subayların ve  Türk milletinin topyekûn gayreti ile başarısız kaldı. Adına ne denilirse denilsin, bu ihtilal teşebbüsü, bir basit kalkışma değil, çok vahim bir işgal hareketiydi ve bu şekilde bastırıldı.
     Dört dönem, "gücü" artarak devam eden iktidarlar, hakikaten muktedir mi idiler? Düşünülmesi gereken 'sosyolojik tavır' budur.
     İdilerse...buna niçin fırsat ve zemin hazırlandı/hazırladılar?
      Başta, söylediğim sözü tekrar edeyim: Bu tür hareketler, ister kazansınlar, iste bastırılsınlar dâima zayıf iktidarlara karşı yapılır. Bu iktidarların milletten aldıkları oy desteği  ne olursa olsun, bunun böyle olduğu, yaptığımız bütün tespitlerde de ayniyle vakidir.
       Ele aldığımız son dönem iktidarları, bu alçak ve gaddar "istilâ hareketi"nin vukuundan takriben üç yıl evvel bunu sezmiş ve dillendirmiş olmasına rağmen, kendi içine alıp, besleyip büyüttüğü 'volkan'ın patlamasına asla mâni olamamıştır. İfade ettiğimiz gibi, bütün bu darbelerde, en çok zayiat verilen de bu vahşî, âdî ve şerefsiz  teşebbüs olmuştur. Milletimiz, bundan çok zarar görmüş,  görmeye  devam etmekte ve edeceğe de benzemektedir.
      Başa döneyim:
     Birincisine, 19 yaşımı bitirip 20 yaşımı sürdüğüm; ikincisine de, 20 yaşımı bitirip 21 yaşımı sürdüğüm ve bizzat katıldığım 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 -Em. Kur. Alb. Mustafa Önsel'in tâbiriyle-  "ilk romantik, dış desteksiz ve başarısız darbeleri"nin, öncesindeki ve sonrasındaki darbeler,  ister emellerine ulaşmış/başarmış olsunlar, ister ulaşamamış/başaramamış olsunlar, dâimâ, yapıldıkları iktidarların zayıflıkları sebebiyle, şu veya bu seviyede hareket kaabiliyeti bulmuşlardır.
      Her ne surette olursa olsun, bu tür faaliyetlere fırsat hazırlayıp ön veren her iktidar, selâhiyetini kullanamamıştır, hâliyle tam mânasıyla muktedir olamamış ve zayıf kalmışlardır. 
      Bunların bastırılmış olması, apayrı ve üzerlerinde yeni   -siyâsî, hukukî ve sosyolojik- tespitler yapılarak değerlendirilmesi gereken hususlardır.
      Temennim;  geleceğin siyâsî, târih s(ı)tratejist ve tarih sosyolojisi mütehassıslarının, adâletsizlikleri de, zamanlarının câri hukuk anlayışlarını da gözönüne alarak ilmî çalışmalar yapıp gelecek nesillerimize ışık tutmalarıdır. 
         Görünen odur ki, hangi seviyede olursa olsun -muhtıra, darbe, ihtilâl, kalkışma, işgâl- bütün  bu teşebbüslerde,  şu veya bu miktarda zâyiat verilmesine rağmen,  en çok zâyiatın verildiği ve tahribatın yapıldığı teşebbüs, Türk milletinin müşterek şuûru ile sindirilen/bastırılan  son -15 Temmuz 2016-   "istilâ hareketi" olarak vasıflandırılan kalkışmadır. Elbette ki, temennim, bunun son olmasıdır!.. 
     Bilinmelidir ki; adâletin olmadığı yerde nezâket ve zarâfet olamayacağı gibi, demokrasi ve sosyal âhenkten de bahsetmek mümkün olamaz!..
     İktidar olmak için, en yüksek oy'u almak şarttır. Ancak; iktidarda kalmak ve onu sıhhatli bir şekilde yürütmek için demokrasi ve demokrasi için de adâlet en zarûrî ve hattâ birinci unsurdur.
      27 Mayıs 1960'ın üzerinden 57; 22 Şubat 1962'nin üzerinden 55 ve 21 Mayıs 1963'ün üzerinden de, tam  54 yıl geçti. Hiçbiri, sonuncu kadar tahribat yapmadı. O hâlde, bu mes'eleler  hakkında, çok daha düşünülecek, çok daha konuşulacak, çok daha istişâre yapılacak, çok daha yazılacak, yazılacak...ve yazılacaktır!..
      Her şey, târihin hâfızasında kayıtlıdır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR