Siyasi Yorgunluk

Kendimizi çok mu yoruyoruz acaba diye düşünmekte gerekmez mi? Tabi ki bu şahsım adına olduğu kadar toplumun ve siyasetçilerin ve siyasi iktidarın düşünmesi gereken bir sorudur diye düşünüyorum. Çok çalışma, lüzumsuz yorgunluk niteliği taşıyor çoğu zaman siyaset adına. Bunun en çarpıcı örnekleri de genellikle siyasette yaşandı ve yaşanıyor.

Meclisimizde de bütçe konuşmaları yapılıyordu. Adı bütçe konuşmasıydı güya ama her şey konuşuluyor. Bütçenin “b” si dahi yok. Bir insanın belli bir gerginlik içinde, ayakta saatlerce konuşması ne demektir? Peki saatlerce, düello eder gibi mücadele etmenin anlamı ve yararı ne? Hadi hırslıydılar, dayanıyorlar. Atışmalar, sataşmalar, ithamlaşmalar, yüksek tansiyon şartları; saatlerce süren meclis kavgaları... Can mı dayanır buna? Ne kadar alışırsa alışsın insan yıpranır, bir çöküşe doğru gider.

Siyaset bu mu demek? Siyaset en kestirme ifadesiyle devleti yönetmek demektir. Muhalefet de devlet yönetimine katkı yapar... Siyaset particilik demek değildir. Partiler araçtır. Siyasetin asıl meselesi, devletin yönetilmesidir.

Bu kavgaların devletin yönetilmesiyle bir ilgisi var mı ki? Geçmişe İthamları, kötü niyet isnatları, ne ararsan var. Tam bir enerji, duygu, beyin israfı. Yapılan yoğun kürsü kavgalarından, onun çeşitli biçimlerde devamı olan konuşmalardan kim ne menfaat bekler? Kırgınlıklar, öfkeler, incinmeler, kırılmalar, hakaretleşmeler. Sadece meclise de kalmıyor, yansıması doğal olarak vatandaşı da etkiliyor. Devlet yönetimiyle bugünkü kısır çekişmenin ne ilgisi var? İşini görevini yapmakta ihmal edilmiyor mu böylece. Bu tüketim çarklarının içinde çırpınıp duracak mıyız toplum olarak? Düşünce üretmeye vaktimiz mecalimiz kalmaz.

Normal şartlarda bir insan, biriyle sert bir münakaşaya girerse, birkaç gün kendine gelemez. İnsanın normal hali budur. Görenler sorar, "bir şeye mi canın sıkıldı?" diye. İşte o zaman tehlike ki bu gerginliğe alışırsak, anormalliğe alışmış oluruz. 3 yıldır siyasette yapılmak istenen de bu değil midir? Bu anormalliği normal olarak görürsek ve bu siyasi gidişatı alışkanlık haline getirirsek zararını da göreceğizdir elbette. Alışmak, bir etkinin belirtilerini ilgilendiren bir durumdur; etki ve sonuçları ortadan kalkmaz.

Bu siyaset bu kadar yorucu olmamalıdır. Ben 9. cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL" ın suikasta uğradığına inanmıyorum. Özal çok yorgundu. Ve bu yorgunluğu ekranlardan da vatandaş olarak fark ediyorduk. Nasıl fark edilmiyordu ki? Bir gezisinde uçaktan indi, bir sendeledi, zor toparladı kendini... Ama sürekli de geziye çıkıyordu... Sükûnete ve dinlenmeye ihtiyacı olduğu o kadar açıktı ki.

Biz insanlarımıza sevgimizle zarar verebiliyoruz. Amerika'dan tedavi dönüşündeki karşılanışını hatırlayın. Saatlerce sürdü... Sağlam insan yorulur. Gelsin, sükûnetle istirahatına çekilsin diye düşünmesi gerekmez miydi?

Kavga, didişme; insanın ruhunu yer, kemirir. Uykuda bile dinlenemezsin. Seviyeli mücadele ayrı bir bahistir. Seviyeli mücadelenin kuralları vardır; dinlenmeni, kendini yenilemeni, onarmanı engellemez. Ama bizde siyasi mücadele hiç böyle değil.

İnanın ki TV'den görüntülü olarak haberleri dinlemiyorum. İnternetten izliyorum her şeyi. İtidalimi koruyamazsam, yazdığım yazıdan da hayır gelmez.

Maddi yorgunluk, maddi tedbirlerle halledilir. Ama hem ruhî, hem maddî yorgunluk birlikte yaşanıyorsa, mesele çok zorlaşır. Maddî hareket yoğunluğu, kendinizle baş başa kalmanızı kendinizle ilgilenmenizi kendiniz üzerinde düşünmenizi engeller, ruhî yoğunluğu da, organlarımızın fonksiyonlarını geriletir; bir kısır döngü oluşur.

Görev adamları için dinlenmek, görevinin bir parçasıdır. Dinlenemeyen ruhen-fikren-manen yeterli derecede beslenemez. Esasta dengesini korusa bile, denge ayarlarını koruyamaz. Hata yapmaya başlar ve bu hatalar yavaş yavaş ilerleyip büyür. Eleştirileri süzüp özeleştiri değeri haline dönüştürme yeteneği zaafa uğrar. Bir tahammülsüzlük psikolojisi yerleşmeye başlar. Bugünde toplumun bir kesiminde ve siyasetçilerimizde olduğu gibi.

... Yapılacak şey şudur; lüzumsuz yorgunluktan ve gerginlikten kaçınmak, lüzumlu ve hayırlı yorgunlukları da rasyonel dinlenme tedbirleriyle dengelemek değil midir bize yakışan?

Peki toplum, 3-4 yıldır yapılan siyasi didişme ve kavgalardan yorgun düşmüş idarecilerimiz yukarıda da belirmiş olduğum hırs ve öfke üzerine toplumun ihtiyaçlarına cevap veremez duruma gelmedi mi?

Hani 17 yaşında yaşamının baharında olmasına rağmen annesinin yoksulluktan hapiste bulunmasından hayatın ağır yükü bu genç delikanlının omuzlarına beklenenden daha erken bir zamanda yüklenmiş durumda.  İşte bu sebepten dolayı yaşamının daha baharında iken intihar etmiş(onurundan)kendisini sebep göstererek. Peki, bu buz dağının görünen yüzü biliyor muyuz ki bu zor duruma düşmüş ve kötü gidişatın ucundan dönmek için kimler mücadele veriyor?   Evini ve ailesini kurtarmak için çıkmaza giren ve hayat ile boğuşan kaç aile var? Bir günde çıkan bu kötü haberlerin daha ne kadar çıkması gerekiyor devleti yönetenlerin kafalarını kaldırıp bir bakmaları için? Peki, sevgili okurlarım 2-3 yıldır tartışılan konuların vatandaş olarak biz neresindeyiz? En son bugünkü anayasa tartışmalarında da vatandaş olarak bizi ilgilendiren hangi konu ve konular var ki?

 

Bugünkü yazıma da son verirken her zamanki gibi siz değerli okuyucularıma onurlu saygı ve sevgi dolu yarınlarımız için güzel günlerin sizlerin olmasını temenni ederim. Saygı ve sevgilerimle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR