Samsun’da Artan Karbonmonoksit Zehirlenmeleri Bir Halk Sağlığı

Yasayla, devlete ait sağlık kuruluşlarında çalışan doktorların, muayenehanelerde ve özel sağlık kuruluşlarında çalışması yasaklanıyor. Bunun anlamı, muayenehane ya da poliklinik sahibi küçük-burjuva ve burjuva doktorların konumuna müdahaledir. Bir tercih yapmak zorunda bırakılmalarından ötürü, “muayenehanemden de vazgeçmem” itirazını yükseltenlerin, görev yaptıkları devlet hastanelerini kendi özel muayenehaneleri için bir müşteri bulma kanalı olarak gördükleri hiçbir emekçi için bir sır değildir. Bu durum doktorlara dönük haklı bir tepki yarattığı gibi, bizzat bu meslek sahipleri arasında da sınıfsal ayrımlar (proleter, küçük-burjuva ve burjuva doktorlar), rekabet ve bölünmüşlük yaratmaktadır.
Bu müdahalenin büyük sermayenin çıkarları adına yapılması, işçi sınıfının illâ ki bu müdahaleye karşı çıkması gerektiği anlamına gelmiyor. Söz konusu olan, proleterleşme sürecinin bir biçimde ilerlemesidir ki, işçi sınıfının bu duruma gözyaşı dökmesi beklenemez. Oysa değindiğimiz kimi “tıp çevreleri”, özel muayenehanelerin de paralı sağlık anlamına geldiğini unutturmak istercesine, bu maddeyi “SGK rezaleti dışında çözüm aranırsa özel hastanelere, sağlık tekellerine mahkûmiyet” şeklinde yorumlamaktan çekinmiyorlar. Bu maddeye karşı TTB bildirisindeki bir diğer itiraz ise “hekimlerin bağımsızlıklarını koruyabilecekleri iş olanaklarını ortadan kaldırdığı” argümanına dayandırılıyor; “doktorların düşük ücretle çalışmaya zorunlu işçilere dönüştürülmek istendiği” belirtiliyor. Bu bakış açısının da bilimsel hiçbir değeri yoktur. Bıraktık işçilere dönüştürülmek istenmesini, ister özel sektörde hastanenin patronundan ister devlete ait sağlık kurumlarında devletten almış olsunlar, belirleyici gelirleri aldıkları ücret olan doktorlar da tıpkı sağlık alanındaki diğer çalışanlar gibi zaten işçi sınıfının bir parçasıdırlar:  “Yanıltıcı biçimde serbest meslek sahibi kategorisinde görünseler bile, gerçekte işgüçlerini çeşitli şirketlere, işletmelere satarak yaşamlarını işgücü geliriyle sürdüren doktor, mühendis, avukat, vb. gibi kişiler işçi sınıfının içindedirler. Bu serbest meslek sahiplerinin küçük bir bölümü, kendilerine sermaye birikimi fırsatı sağlayan büyük çaplı büro ve benzeri organizasyonların mülkiyetine sahip olup, yanlarında çok sayıda işçi çalıştırdıklarından ve artı-değer sömürüsüne katıldıklarından burjuvadırlar. Öte yandan, bu türden meslek gruplarına mensup olup, kendi bürosunun sahibi bulunanların bir kısmı ise, kapitalistler gibi artı-değer sömürüsüne katılacak çapta sermayeye sahip olmadıklarından, esas olarak kendi emekleriyle varlıklarını sürdürürler. Bu durumdaki kişi, şu ya da bu şekilde hizmet veren kendi emeğinin ve bu emeğinin nesnel koşullarının (büro, çeşitli araç gereçler, vb.) sahibidir. Dolayısıyla, bu konumda olanlar geleneksel küçük-burjuvazi tanımının pek de dışına taşmazlar.” Demek ki, sınıf bilinçli işçiler açısından, “bağımsızlıklarını koruyabilecekleri bir iş olanağı”, olsa olsa gerici bir düştür. Görülüyor ki, TTB bildirisi, küçük-burjuva konumun sözcülüğünü üstlenmektedir. Yasayla getirilen düzenlemelerden biri de yabancı uyruklu doktorlara ya da eğitimini yurtdışında almış TC uyruklu doktorlara da çalışma hakkının sağlanmasıdır. Beklendiği gibi, tıp çevreleri bu maddeye de karşı çıkıyorlar. Bu vesileyle benzer bir itiraz da, tıp fakültesi kontenjanlarının arttırılmasına dönük olarak ileri sürülüyor. Her ikisine de, tıp hizmetlerinin niteliğinin düşeceği gerekçesiyle itiraz ediliyor, sanki bu ülkede çok yüksek nitelikli bir tıp eğitimi ya da sağlık hizmeti söz konusuymuşçasına. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesinin mezuniyet töreninde, okul birincisinin yaptığı konuşma, tıp eğitiminin ve dolaylı olarak da sağlık hizmetlerinin durumunun vahametini yeterli açıklıkla sergiliyor. Konuşmada belirtildiğine göre, öğrencilerin yaptıkları ankette, “kendi döneminizden bir hekim arkadaşınıza anne babanızı emanet eder misiniz?” sorusuna, doktor adaylarının ancak yüzde 1"i evet yanıtını vermiş. Eğitimin esas olarak öğretim üyeleri tarafından değil, asistanlar tarafından verildiğinin belirtildiği konuşmada şu soru soruluyor: “Bu fakültenin öncelikli amacı hekim yetiştirmek değil midir? O zaman neden bazı polikliniklerde hiç hoca görmeden, sabahtan akşama kadar sadece asistan hekimlerle hasta bakıyoruz? Neden bazı bölümlerde öğrenci pratiklerini öğretim üyeleri yerine asistanlar yaptırıyor? Bizler burada hastanenin iş yükünü azaltmak için mi varız? Bedava işgücü olarak mı görülüyoruz?” Bu soruların cevapları bellidir ve bu olguların üzeri örtülerek ya da bu olgularla kapitalist sistem arasındaki bağın üzerinden atlanarak getirilecek itirazların, emekçilerin gözünde bir kıymetinin olmayacağı da aşikârdır.
Bıraktık sağlık hizmetlerinin bu ülkede son derece niteliksiz oluşunu, birçok kentte (özellikle de Kürt illerinde) hastanelerde doktor bulmak bile mümkün değildir. Bu ülkede 1000 kişiye düşen doktor sayısı ortalama 1,4"tür ve bu sayıyla Türkiye 53 Avrupa ülkesi arasında 52. sıradadır. Üniversitelerin altyapıları ve kadro birikimi yetersizse (ki öyledir), talebimiz tıp fakültelerinin kontenjanlarının arttırılmaması değil, bu yetersizliğin giderilmesi için devlet bütçesinden eğitime ayrılan payın misliyle arttırılması olmalıdır. Burjuvazi yerli doktorların çalışma ve yaşam koşulları üzerinde ucuz işgücünün yaratacağı bir basınç oluşturmak için yabancı doktorlara çalışma izni verilmesini gündeme getiriyorsa, biz yabancı sağlık işçilerinin çalışmasının yasaklanmasını değil, yerli doktorlarla birebir aynı koşullarda, aynı ücretlerle, aynı sosyal ve sendikal haklarla çalışmasını ve kuşkusuz tüm bu hakların çok daha geliştirilmesini talep ederiz. Aksi bir tutum düpedüz, her genç doktoru ya da yabancı doktoru yeni bir rakip olarak algılayan loncavari ve milliyetçi bir küçük-burjuva çizgiye denk düşecektir. Ayrıcalıklı doktorlar, “üniversite hastanelerinde öğretim üyelerinin özel hasta muayenesinin ortadan kaldırılmasına” da karşı çıkıyorlar. Öğretim üyelerine, üstelik de “kamusal” kaynaklar kullanılarak tanınan bu ayrıcalığı savunmak, işi açıkça pişkinliğe vurmak demektir. Kimin malıyla kim kimi muayene ediyor da, bu han-ı iştihanın devamını savunmak mümkün olsun? Sosyalistler böylesi bir ayrıcalığın devamını savunabilirler mi? Bizim bu maddeye tek itirazımız, tanınan istisnaya dair olabilir ancak: bizler, TSK mensubu doktorların “çalışma saatleri dışında meslek ve sanatlarını serbest olarak icra edebilecekleri” şeklinde bir istisna getiren yasa maddesinin de derhal geri çekilmesini talep ederiz. AKP hükümeti, açıkça TSK mensubu doktorları yasa maddesinde istisna sayarak orduya selam durmuş, askerlerin ayrıcalıklarına dokunmamıştır.
160 yıldan fazla bir süre önce, Marksizm, kapitalist üretim ilişkilerinin, kutsal sayılan mesleklerin başlarındaki o haleyi nasıl söndürdüğünü Komünist Manifesto"da şöyle açıklamıştı: “Burjuvazi üstünlüğü ele geçirdiği her yerde, bütün feodal, ataerkil ve romantik ilişkilere son verdi. … Kişisel değeri, değişim değerine indirgedi, ve sayısız yok edilemez ayrıcalıklı özgürlüklerin yerine, o tek insafsız özgürlüğü, ticaret özgürlüğünü koydu. Tek sözcükle, dinsel ve siyasal yanılsamalarla perdelenmiş sömürünün yerine, açık, utanmaz, dolaysız, kaba sömürüyü koydu. Burjuvazi, şimdiye dek saygı duyulan ve saygılı bir korkuyla bakılan bütün mesleklerin halelerini söküp attı. Doktoru, avukatı, rahibi, şairi, bilim adamını kendi ücretli emekçisi durumuna getirdi.”
Proletaryanın saflarındaki yerinin farkında olan sağlık emekçileri, kapitalizme karşı sınıf mücadelesindeki yerlerini alıyorlar. Bırakalım, halelerini yitirmiş olmalarına rağmen halen kendilerinin nurlu varlıklar olduğunu sananlar küçük-burjuva ayrıcalıklarını korumak için nafile çabalarına devam etsinler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR