Yalan dolan değil, cesaret ile vicdan

"(...) Onlar her şeyi yalan yazar / Şiirleri masalları bile / Sen beni dinle çocuğum / Sakın korkma / Kan denizi yok gökte (...)"

Bir suçlamayı mı duyurmaya çalışıyor nedir Afşar Timuçin'in bu dizeleri? Yoksa bir "oyalama taktiğinin" sac ayaklarından biri gibi mi duruyor? "Yalan değil canım, kandırmaca," mı dedirtiyor yoksa, yalanın çirkinliğini gizleyen bir sözcük oyunuyla? Ya da "teselli edebilmenin en masum yüzüne kavuşmak" mı geçiyor içinden?

Ayrım yapması çok güç belki de. Ama en çok da bir "yalanın ortada oluşu", hem söylenmiş olması hem de başkaca bir yalana doğurgan sözlerin söylenmesi "insana iç gıcıklatıcı bir his" yerleştiriyor. Yalan kavramı üzerine düşünmeye yöneltiyor insanı. Ancak yanıt bulmak o kadar kolay değil. Her şeyi yalan yazanlar, yalanla yaşayanlar kim olabilir örneğin?

Kim ya da kimlerdir bu "yalanı üstümüze salan"? Bizler, hep doğru söylediğimizi, gerçeği ve her dâim gerçekçi kişileri sevdiğimizi iddia ederken dolu dizgin...

Kim, ama kimdir yalan söyleyen ve "söyleyen kadar da yalana inanmaktan geri duramayan"? Ve öylesine "tatlı kılan nedir" onu ki, ağzı kulaklara vardıran zihinler sayesinde yayılmaya başlar. Günümüz insanının tek derdi olmuş gibidir bir yandan da.

Her kötü davranışta ya da durumda olduğu gibi yine, "ağzımızdan eksik etmeyiz" bir de; "eskiden yalan söylemek diye bir şey yoktu; yalan söylemek çok ayıptı" sözlerini.  Bütün köşe başları ve meydanlar yalancılara kalmıştır artık, doğrular yitip gitmiştir bizim için.

Mangalda "kül bırakmayız yalan söyeleyenlerle ilgili bir ipucu işittiğimizde". Suçlamalara geçeriz; en "ifrit olduklarımızdan" tutun da gözümüzde "değeri yiten arkadaşlarımıza" dek.

Gözümüzde "yalanın ustaları" bile vardır artık, siyasetçileri en başa yerleştirdiğimiz. Peşinden "medya gelir yine bize göre", yalanı bulaşıcı hale getirmiştir bir iletişim aracı olarak.

Yalandan ağzımız o kadar yanmış ki, neler dememişiz üstüne. En çok da yine eskilerden dem vurarak: "Eskiden gerçekler hancıydı, yalan yolcu; şimdiyse yalanlar hancı, gerçekler yolcu." Şöyle düşünürsek, daha da iyi oturuyor bu söz...

İnsanların "başkalarının kandırılması üzerine kurduğu" yaşamlar sürdüğünü ve  insanlarda şuna buna "caka satmanın", zekasını kanıtlamanın, "işini çok iyi bildiğini" ortaya koymanın, güzelliğini ya da şıklığını göstermenin, daha çok "sevilebilme arzusunu dile getirmenin" bile temeline "yalanın harç edildiğini" görüyorsanız; bu söz, gayet başarılı bir özdeyiş gibi duruyor değil mi?

Yalancıların yandığı söylenen bir "mumları da yok" artık; hani sönmesini beklesek de görsek "maskelerinin düştüğünü" diyebileceğimiz. Onların "göz kamaştırıcı öyle ışıkları var ki", ne göz ne de gönül başka bir ışık istiyor!..

Yoksa mumların ya da göz kamaştırıcı ışıkların sönmesini beklememek mi en iyisi? Elbette eskisi gibi "vicdanla ilgili" bir sıkıntıları da olmadığına ve hatta tam tersine insanları kandırdım, yalanları gerçek diye "yutturdum" diye kahkahalar atar hale geldiklerine göre iş gene bizim başımıza kalıyor.

O zaman vicdan sahibi bireyler olmamız ve öyle davranmamız ya da öyle olanları ve davrananları yüceltmemiz gerekiyor. Elbette, "toplumların vicdanını temsil edenler" tamamen ortadan kalkmadıysa ya da kaldırılmadıysa hala.

Bunun için de bize biraz cesaret gerekiyor. Yalanla iştigal edenler, "üstlerine gidildiğinde hataya düşüyorlar" çünkü!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR