Milli Eğitimimiz Üzerine açıklamalar...!

KESK Dönem sözcüsü ve Eğitim_sen Samsuın Şube Başkanımız Metin Erol'un kaleme aldığı ve siz Samsun kamuoyuna duyurmaya çalıştığı açıklamalarını ben siz okurlarımız için hazırladım:
 Eğitim Sorunları Kanun Hükmünde Kararnameler ile Değil; Pedagojik Yaklaşımlarla Çözülmelidir
Resmi gazetede henüz yayınlanan ve sessiz sedasız çıkartılan Kanun Hükmünde Kararname ile 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri yeniden düzenlenmiştir. Eski kanunun Ek 3 bölümünde yer alan “İlk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi dersleri dışında, Kuranı Kerim ve mealini öğrenmek, hafızlık yapmak ve dini bilgiler almak isteyenlerden ilköğretimi bitirenler için, Diyanet İşleri Başkanlığı'nca Kuran kursları açılır. Bu kurslardaki din eğitim ve öğrenimi kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlıdır. Ayrıca ilköğretimin 5. sınıfını bitirenler için tatillerde ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın denetim ve gözetiminde yaz Kuran kursları açılır.” biçiminde ifade edilen ve Kuran kursuna başlayacak çocuklar için bir yaş sınırı tanımlayan paragraf ortadan kaldırılmıştır. Geçtiğimiz aylarda da devlet bakanı Bekir Bozdağ'ın Kuran kurslarını 12 yaş ile sınırlamanın insan haklarına aykırı olduğuna ilişkin açıklamaları dikkatleri konunun üzerine çekmişti. Ülkemizde çocuklara kreş olanakları ve okul öncesi eğitim yeterli oranda ve nitelikli koşullarda ulaştırılmazken; çocukların boş zamanlarını geçirecekleri, kendilerini özgürce geliştirebilecekleri olanakların yokluğu ortadayken, onların çok erken yaşta, pedagojik nitelikleri oldukça şüpheli olan Kuran kurslarına gönderilmelerinin önünü açan bu uygulamanın sorgulanması gerektiğini düşünüyoruz. Çocukların din eğitimini hangi yaşta ve hangi yöntemlerle, kimlerden alması gerektiğinin pedagojik olarak sağlıklı olduğuna dair devlet, bilimsel bir araştırma ve kritere sahip değilken doğrudan yaş sınırının kaldırılıp bu durumun bir özgürlük olarak tanımlanmasını doğru bulmuyoruz. Alevi yurttaşlarımızın zorunlu din derslerinin kaldırılmasına ilişkin taleplerinin ise neden bu özgürlük anlayışında yer bulamadığı halen cevaplanmamış bir soru olarak varlığını korumaktadır. Çocuk yoksulluğunun OECD ortalamasının iki katı yani %25'lerde ölçüldüğü ülkemizde, devletin öncelikli sorumluluğu; çocukların nitelikli, parasız, bilimsel eğitim almalarını sağlamaktır. Ayrıca çocukların kendilerini özgürce geliştirecekleri nitelikli ve parasız sağlık hizmetine, yeterli beslenme olanaklarına sağlıklı olarak ulaşmalarının koşulları yaratılmalıdır. Çocuklar, ancak böyle bir ortamda kendi düşün ve inanç sistemlerini özgürce belirleyebilecek yaşa geleceklerdir. Bu durumda AKP'nin bu gibi değişiklikleri uzman kişilere ve konunun muhataplarına danışmadan, Kanun Hükmünde Kararnameler ile düzenleyerek gerçekleştirmesini kabul etmediğimizi, bu tutumun meşru ve haklı tepkilerimizin önüne geçemeyeceğini belirtiyoruz.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER BAŞKA BİR ÜLKEDE Mİ YAŞIYOR?
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in, koltuğuna henüz ısınırken yaptığı “Öğretmenler 3 ayın tamamında tatil yapmayacaklar, ihtiyaç duydukları kadar tatil yapacaklar, onun dışında eğitime tabi tutulacaklar” şeklindeki açıklaması aklımıza iki ihtimal getirmiştir: Bakan ya Türkiye'den başka bir ülkeden söz etmektedir ya da öğretmenleri piyasalaştırmanın ve esnek çalışmanın daha da yaygınlaşacağı bir sisteme ikna etmenin yolunu bulmaya çalışmaktadır. Sayın bakana öncelikle hatırlatmamız gerekir ki, ülkemizde bir ilköğretim öğretmeni 60, lise öğretmeninin ise 30 gün tatil yapmaktadır. “Öğretmenlerin niteliğini yükseltmeyi” hedef aldığını ifade eden Dinçer'e, Türkiye'de öğretmenlerin gerekli fiziki donanımdan yoksun ve özellikle de büyük kentlerde 45-50 kişilik sınıflarda eğitim vermek durumunda kaldıklarını hatırlatıyoruz. Türkiye'nin birçok köşesinde, dört kişilik çekirdek aileyi güçlükle geçindirebilecek maaş alarak görev yapan öğretmenlerimizin, Bakan'ın ifade ettiği gibi üç ay tatil yapamadıkları herkesçe bilinmektedir. “Saygınlık kazanmamız için bu durumu onlar da kabullenmeliler” diyen bakan bilmelidir ki, öğretmenlik bugün Türkiye'de özveri ile icra edilmektedir. Öğretmenlere verilecek ek eğitimlerle Türkiye'deki eğitimin “saygınlığını” ve niteliğini arttırmayı düşünmek var olan bütün nesnel yetersizliklerin öğretmenlerden kaynaklandığı yanılsamasını yaratmaktır. Öğretmenlerin bu yeni eğitim programlarına tabi hale getirilmesini “performans uygulamaları” olarak adlandırmak istemeyen Dinçer, performans değerlendirmesinin özünün öğretmenlere daimi bir yetersizlik duygusu aşılamak ve böylece onları esnek ve güvencesiz istihdam koşullarına hazırlamak olduğunu bildiğimizi unutmamalı ve yapılan isim değişikliğinin sorunu çözmediğini bilmelidir. Bugün Yunanistan'daki emekçilere de, krizin bedelini ödemeleri istenirken “çok tatil yaptıkları ve az çalıştıkları” yalanı söylenmektedir. Biz sermayenin dilini ve bu söylemin altında yatanları iyi biliyoruz. Bu dilin eğitim alanındaki temsilcisi Milli Eğitim Bakanı'na; öğretmenlerin niteliğinin yükselmesini istiyorsa, her şeyden önce insanca yaşama ve çalışma koşullarıyla oluşturulan güvenceli işin kendilerine verilmesinin şart olduğunu hatırlatıyoruz.
MEB'İN YENİ TEŞKİLAT YASASI İSTİHDAM YAPISINI GÜVENCESİZLEŞTİRMEYE HİZMET EDİYOR
Milli Eğitimin örgüt yapısını belirleyen Yasa, hükümetin çıkardığı Kanun Hükmünde Kararname ile değiştirildi. Yeni yasa bugün itibariyle yürürlüğe girdi. Değişiklik gerekçesinde daha çok teşkilatın işleyişindeki hantallığın ortadan kaldırılması ön plana çıkarıldı. Yeni yasanın içeriğine bakıldığında bu doğrultuda değişikliklere gidildiği de görülüyor. Bakanlığın 32 olan hizmet biriminin 17'ye indirilmesi gibi düzenlemeler var.
Hantal bürokratik yapının değiştirilmesi olumlu bir adım ancak yasanın tek hedefinin bu olmadığı da bir gerçek.
Sözleşmeli istihdam alanı genişliyor!
Yeni yasa ile AKP hükümeti istihdamın güvencesizleştirilmesine ve esnekleştirilmesine dönük adımlarına bir yenisine daha ekliyor. Yasaya göre üst düzey yöneticilere “kadro karşılığı sözleşme” uygulaması getiriliyor. 42. maddede yer alan “Bakanlık merkez teşkilatında; Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkan ve Üyesi, Genel Müdür, Rehberlik ve Denetim Başkanı, Strateji Geliştirme Başkanı, Bakanlık Müşaviri, I. Hukuk Müşaviri, Grup Başkanı, Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri, Özel Kalem Müdürü, Millî Eğitim Uzmanı, Hukuk Müşaviri ve Millî Eğitim Uzman Yardımcısı kadrolarına atananlar, kadroları karşılık gösterilmek suretiyle, 657 sayılı Kanun ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın sözleşmeli olarak çalıştırılabilir.” ifadesi yer alıyor sözleşmeli uygulamasının kapsamına işaret  ediyor.
Bakanın Görevi Performans Uygulamasını Koordine Etmek!
Öte yandan yeni yasada piyasacı yaklaşımın izleri de açıkça görülüyor. Örneğin Kararnamenin “Bakan” başlıklı 4. maddesinin 1.fıkrasının b bendinde, bakanın görevleri arasında “performans ölçütleri doğrultusunda uygulamayı koordine etmek” görevi de sayılıyor. Bu ifade, performansa dayalı yönetim anlayışının eğitim-öğretim hizmetlerinde yasal dayanağının oluşturulması anlamına geliyor. 
Sosyal Devlet, Laiklik ilkeleri Yeni Yasada Yer Bulamadı!
 Yeni teşkilat yasası bir bütün olarak değerlendirildiğinde hükümetin istihdamın esnekleştirilmesi ve güvencesizleştirilmesinden başka bir amaçlarının da bulunduğu ortaya çıkıyor. Yasanın dili ve çeşitli maddelerde yer alan ifadeler, bu yasa ile eğitimin hedeflerinde temel bir değişikliğe gidildiğini düşündürüyor. Eğitimin küresel ölçekte rekabete dayanacak bir üretim için gerek duyulan işgücünü yetiştirmeye hizmet edecek şekilde yeniden yapılandırılması hedefleniyor. Teşkilatın da buna uygun hale getirilmesi isteniyor. Nitekim yeni yasanın teşkilatın görevlerinin sıralandığı başlangıç bölümlerinde dahi bu niyeti dışa vuran kavramlar göze çarpıyor. Aşağıda yer alan eksi ve yeni yasanın Görevler başlıklı 2. maddelerinin a bendlerinin karşılaştırılması bu açıdan dikkat çekicidir.
Eski yasa 2/a):
“Atatürk İnkılap ve İlkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, Türk Milletinin milli, ahlaki, manevi, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş vatandaş olarak yetiştirmek üzere, (…)”
Yeni yasa 2/a
“Okul öncesi, ilk ve orta öğretim çağındaki öğrencileri bedenî, zihnî, ahlakî, manevî, sosyal ve kültürel nitelikler yönünden geliştiren ve insan haklarına dayalı toplum yapısının ve küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim programlarını tasarlamak, uygulamak, güncellemek; öğretmen ve öğrencilerin eğitim ve öğretim hizmetlerini bu çerçevede yürütmek ve denetlemek (…)”
İki madde arasında göze çarpan iki temel fark bulunmaktadır. Bunlardan birisi ilk maddede devletin niteliklerini sıralarken zikredilen “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” nitelemesinin yeni düzenlemede yer almaması, ikincisi ise yeni düzenlemede yer alan “küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği” ibaresidir. Bir yandan demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti vurgusu ortadan kaldırılırken diğer taraftan teşkilatın görevleri arasında küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği eğitim programlarının tasarlanmasından hayata geçirilmesinden söz edilmektedir.
 
Küresel düzeyde rekabet gücüne sahip bir ekonomik sistemin ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz. Daha fazla emek sömürüsü, daha güvencesiz, daha esnek istihdam. Zaten yıllarıdır adım hayata geçirilmekte olan bu hedefin, Milli Eğitim Bakanlığının görevleri arasında sayılmış olması vahimdir. Böylesi bir istihdam modelinin sosyal devlet ilkesi ile uyuşmayacağı açıktır. Bu açıdan yeni yasadan sosyal devlet vurgusunun çıkarılmış olması anlaşılır bir durumdur. Laiklik vurgusunun çıkarılmasının da ayrıca düşündürücü olduğu belirtilebilir.
Eğitim Emekçilerinin Sosyal Hakları Daraltılıyor!
Bu kararnamenin ayrıca birçok konuda öğretmenler için hak gaspına yol açacak olduğu da vurgulanmalı. Kararnamenin “Atama “ başlıklı 37.maddesinin 3.fıkrasında bakanlıkça belirlenen özür gruplarına bağlı yer değiştirmelerin yaz tatilinde yapılacağı yer almaktadır. Bu, Milli Eğitim Bakanlığı Atama ve Yer değiştirme Yönetmeliğinde eş durumu özrüne bağlı yer değiştirmenin Ağustos ve Ocak aylarında yapılacağını öngören hükmünü Ocak ayı yönünden geçersiz hale getirmekte, yine anılan yönetmelikte sağlık özrüne bağlı yer değiştirmenin zamana bağlı olmaksızın yapılacağını öngören hükmünü geçersiz hale getirmekte ve yürürlükten kaldırmaktadır. Aynı şekilde aynı maddenin 8.fıkrasında eğitim kurumu müdürlerinin yazılı ve/veya sözlü olarak yapılacak sınavda başarılı olmak kaydıyla atanacağı yer almaktadır. Bu, halen yazılı sınavla yapılan müdürlük sınavlarının sözlü sınavla da yapılmasına olanak sağlamakta, ciddi bir kadrolaşma tehlikesi yaratmaktadır. 
Eğitim Sen Eğitimin Piyasalaştırılmasına ve İstihdamın Güvencesizleştir.                     ilmesine Geçit Vermeyecek
Sonuç olarak, yasa maddelerinde yer alan dezavantajlıların eğitime erişiminin kolaylaştırılması, insan haklarına vurgu yapılması gibi kimi göz alıcı ifadelere karşın, yasanın bir bütün olarak istihdam yapısında güvencesizleşmeye ve eğitimde küresel piyasalarda rekabete dayanacak üretimin gereksindiği işgücünü yetiştirmeye hizmet eme amacı taşıdığı açıktır. Sendika olarak eğitimin piyasalaştırılmasına ve istihdamın güvencesizleştirilmesine yönelik her türlü girişimin karşısında olacağımız bir kez daha belirtiyoruz. Milli Eğitimimizden seçmeler okudunuz. Umarım size Metin Erol arkadaşımızın açıklamalarıyla birazda olsa Milli Eğitim Bakanlığımızı anlatabildik.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR