Mardin, Mardin...

            Mardin"in Bilge Köyü"nde yaşanan olayı dinliyoruz, okuyoruz, seyrediyoruz günlerdir. Gündeme yeni bir olay gelene kadar sürecek bu konu ile ilgili haberler, yayınlar. Sonra unutacağız her şey gibi Bilge Köyü"nü, kırkdört insanın bir hiç yüzünden öldürülüşünü.

            Tıpkı Bingöl"de 33 askerimizi, Sivas"ta 37 vatandaşımızı ve daha nicelerini unuttuğumuz gibi.

            Döneceğiz yine, kim kaçyüz bin lira isterlere, emekliyim bir evim varlara, bardak kirliydi, çorba tuzluydulara... 

            Temmuz"da 3G teknolijisine geçilecekmiş cep telefonlarında...

            Şıh Mehmet Efendi “Tavuklar bile sağ kalmayacak” demiş, katliamdan önce...

            Şıh efendi kanundan, hukuktan, Allah"tan korkmuyor ama tavuktan korkuyor demek ki...

            Olayın sebebi kız meselesi imiş, koruculuk meselesi imiş, köye dönüş projesi ile geri gelenlerin eski topraklarını istemesi imiş, çok mu önemli.

            Ailesi öldürülen çocuklar için devlet psikolojik destek çadırları kurmuş. Çadırların içi oyuncaklarla dolu. Oyuncakların içinde tabanca, tüfek var mı acaba?

            Katliamda kullanılan silahlar devlet silahları imiş.

            Hukuk Fakültelerinde, ceza hukuku sınavlarında sorulanlara benzeyen bir soru soru geliyor aklıma;

            Devletin vatandaşı, devletin silahı ile devletin vatandaşını öldürüyor. Devlet harcanan mermilerin bedelini isteyebilir mi? İsterse kimden istemeli? Silahı kullanandan mı, o silahı sivilin eline veren devlet görevlisinden mi?

            Burada bir başka soru ile konuyu açabiliriz;

            Korucu, neyin koruyucusudur?

            Terör durmadığına göre, korucu, teröre karşı halkın ve ülkenin koruyucusudur demek ne derece doğrudur?

            Korucu, devletten aldığı maaşın koruyucusudur dersek, yanlış mı olur? Veya korucu, özel mülkiyetinin koruyucusudur, korucu kendi namus anlayışının koruyucusudur, korucu kamu yetkisi ile kişisel çıkarlarının koruyucusudur mu, demeliyiz?

            Devlet vatandaşına dönüp; “Ey vatandaşım, ben senden vergiyi alıyorum, ben sana askerlik yaptırıyorum ama kusura bakma Ankara"da işim çok, seni koruyamıyorum. Aha sana silah, aha sana bomba, aha sana mermi. Sen artık başının çaresine bakıver” diyorsa, o vatandaşın da bazen “Yahu devlet baba, kusura bakma, senin silahla bizim kız meselesini hâl ettik. Mermilerin parasını benim maaştan kesersin artık.” deme hakkı olmayacak mı?

            Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, “Hukuk devletinde yaşıyoruz. Konuşarak uzlaşarak sorun giderme yoluna gitmeliyiz. 21. yüzyılda kan davası ve diğer yapılanlar sadece vahşet. Bunlar bizi üzüyor. Geçmişe nazaran bu olaylar azaldı. Bizim olayın olduğu bölgede 30 kişilik bir ekibimiz var. Çalışıyorlar. Sosyal uzman, psikolog, bakıcı anne gibi destekleyeci personel orada bulunuyor. Çocukları istedik ancak akrabaları çocukları vermedi. Biz de ailelerden çocukları zorla alamıyoruz. Rehabilitasyon ve fiziki ihtiyaçları karşılanıyor. Korumaya almak istedik olmadı. Akrabaları çocukların sorumluluğunu üstlendi ancak biz gereken her şeyi yapıyoruz. Çocukların böyle bir ortamdan kurtulması lazım. Atıl bir binaya anaokulu yapıyoruz. Onları gergin ortamdan uzaklaştırmak istiyoruz. Mardin valiliği ile görüştük. Çocuklar için pazartesi günü (bugün) okul zili çalıyor. Artık okula gidip normal yaşamlarına dönecekler.” Demiş.

            O halde ölenlerin mezarlarını yaptırmak ve mevlitlerini okutmaktan başka bir sorun kalmıyor. Ha, ne dersiniz?

             

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR