Dondurmam gaymak!..

Bizim dondurmacı cevap yazmış bana…  Üstelik kendisini uyarmama rağmen…

Ne demiştim… Daha önce dansöz elbisesi filan gibi şeyler mıy mıy ettiğinde…

“Validenin iş elbisesini bana yollama” demiştim…

***

Çok özür dilerim, affınıza sığınıyorum tabi…

Şimdiye kadar hak etmediğine inandığım kimseye böyle sözler söylemedim… Söylemem de... Ancak, dondurmacılıktan gelme gazeteci, uyarılarımı dikkate almamış demek ki…

Merdiven altında çıkardığı gazetesinde mıy mıy etmiş yine…

 “At yalanı” demişler, “(bipleye)yim inananı…”

Hem yalanı söylemek bile beceri ister… Hani, atarken de destekli atmak lazım…

Boşuna dememişler… “Atma Recep din kardeşiyiz” diye…

Allahtan, kimse okumuyor gazetesini de…

Bulamıyor ki okusun… Onun için cevap da vermiyorum zaten…

***

Gazeteciler Cemiyeti"nden atılan 50 kişinin isimleri bende… Bazıları üyelikten atıldıklarını bile bilmiyorlar hala…  Başkanlığı garanti altına almak için üye yaptığı matbaacıları da biliyoruz…

Ama onlar bile dondurmacıyı kurtaramayacaklar…

Üstelik ben, gazeteci arkadaşlarıma inanıyorum…  Gerçek gazeteciler, cemiyetlerine sahip çıkacak… 19 Mayıs Gazeteciler Cemiyeti"ni, Dondurmacılar Cemiyeti olmaktan kurtaracaklar…

***

Cemiyetin Başkanı,  cemiyetin karar defterini merdiven altında bastığı gazetesinde yayınlamış… İmzamı gösteriyor…

Bağırsaktan üfleyen zart-ı muhterem bilmez… Ben, daha önce Gazeteciler Cemiyeti"nin yönetiminde olmama rağmen…  Bugünkü gibi, yine muhaliftim…

Yani, kendisi zurnanın son deliği… Bana göre…

Başkan Necdet Uzun ve benim de içinde olduğum o zamanki yönetim, benden çektiğini kimseden çekmemiştir… Aralarındaydım ama eleştirilerimle, onlara kan kusturdum, kan… Bunlar ne ki?

O yüzden de sevilmedim zaten…

***

Yazımdaki eleştiriler geneldi, bütün dönemleri üst üste koyup eleştirdim… Ama dondurmacı, dünyaya neresinden bakıyorsa oradan görüyor…

O yazıda bir özeleştiri de var... Ama arif olanlar anlar…

Bizimkinde, bunu anlayacak kafa nerde…

Eğer o tarihlerde, benim önerilerim dikkate alınsaydı, gazeteci arkadaşlar itilip kakılmasaydı, eski yönetim değişmez, temiz aile çocuklarına da gün doğmazdı…

***

Dondurmacı başkan, ağabeylerine sorsa öğrenir… Ben öyle el etek öpenlerden değilim…

Adamın iflahını sökerim…

Üstelik kimsenin arkasından da konuşmam… Yüzüne karşı söylerim…

Her neyse… Paçalar tutuştu, koltuğu bırakmak kolay değil tabi…

Giderken elbette sağı-solu tırmalayacak… Ama iftiralar inanılır gibi değil…

Dondurmacının yazdıklarının sadece bir cümlesini burada yazsam… Ölürsünüz gülmekten…

Güya kendisiyle aramızda şöyle bir diyalog geçmiş… Az dinleyin…

Ben demişim ki tombalağa…

- Başkanım size bir konu arz edebilir miyim?

O da demiş ki bana;

- Anlat bakalım...

Hahahahahahahaha..!  Hay Allahım ya…

***

Ulan, ben Can Yücel"den aşağı kalacak biri değilim… Tombalağa, tombalak derim…

Beni tanıyan herkes, gülmekten çatlar bu sahte diyaloğa…

Çünkü…

(Hala gülüyorum yaa…)

Çünkü… Beni tanıyan herkes şunu bilir ki… Hiçbir belediye, dernek, kooperatif, şirket, cemiyet başkanına “Başkanım” demem… Bu duyulmuş şey değildir… Hiçbir Vali"ye de bugüne kadar “valim” demedim zaten… “Sayın Vali” derim… Başka türlü diyemem…  Çünkü meslek ilkelerimize de, mizacıma da aykırı bu…

Bu bir mesleki ilkedir aslında ve bunu bütün gazeteciler bilir. Ama dondurmacılar nereden bilsin?

Yahu, boş verin, gömün gitsin!

***

Beyaz takım elbiseliyi sona saklayalım biz! Tombalağı ayrı tutarak, bunun altındaki anlamı, bilmeyen öküzlere anlatayım isterseniz… Biz gazeteciler… Bir anlamda kamu görevlisiyiz…

Hiçbir vali, bakan, başbakan bize ait değildir…  Onlar halkın valileri, başkanları, bakanlarıdır… Onun için de “başkanım, valim, müdürüm” sözü bizim kitapta yazmaz…

Belki gazetecilik dışında özel sohbetlerde demenin sakıncası olmaz…

Ama ben onu da yapmam… “Sayın Vali, Sayın Başkan” veya “Müdür Bey” derim...

Böyle demek zorundayız da zaten… Aksi halde mesleğimizin tarafsızlığını ihlal ederiz…

Kızacak halimiz yok; dondurmacılara, “Neden gazetecilik ilkelerine aykırı davranıyorsunuz” denir mi?

Yasama-Yürütme-Yargı üçlemesinin dışındayız çünkü… Adı üstünde “4. gü煔 Bu nedenle Basın"a “4. kuvvet” denir…

Mesleğe tesadüfen bulaşmış, geçerken uğramış Temiz (!) çocukların bunu anlaması da güç!

***

Ben bu meslek ilkesini abartmışım demek ki biraz…

Necdet Uzun yerinde duruyor hala… Tanıyan, bilen, samimiyeti olan… Açsın, sorsun, öğrensin…

Aynı yönetimde yıllarca birlikte görev yaptığımız halde… Kendisine bir kere bile “Başkanım” demiş miyim? Veya herhangi birine böyle hitap ettiğim, duyulmuş mudur? Mümkün değil…

Ama Temiz aile çocuğunun yazdığına göre, dondurmacı başkana, sadece “Başkanım” demekle yetinmemişim… “Başkanım” diye hitap ettikten sonra… Bir de, “Arz edebilir miyim” diye de izin istemişim?

Ulan, tutmayın beni, öleceğim gülmekten…

***

Hem de dilekçelerin altına bile “arz ederim” diye yazma zorunluluğu kaldırılmışken…

Ben bir sutopuna, “Arz ederim Başkanım” demişim öyle mi?

“Su topu” derken, kötü anlamda değil, zeytinyağı gibi yani…

Olur şey değil… Sen kimsin ya…  

Allah Allah!

Hadi ordan, hadi…  Doğru Atakum sahiline…  Dondurma tezgahının başına…  

Yallah…

***

Garibim, kendisi de yazamamış, Mehmet Yazıcı"yı suçlayayım derken… Bakın ne hallere düşmüş…

Ee! Sen, dondurma tezgahından kop gel, bütün gazetecilerin üye olduğu derneğin başına geç…

Her bünye kaldırmaz elbet…

Ama biz de bunu hak ettik yani…   Öyle ya…  Allah da bizim müstahakkımızı verdi!

*** 

Üyelerden gizli olağanüstü kongre yaptığını duyunca, “Üç ay içinde o koltuğu kaba etinin altından çekip alacağım. 19 Mayıs Gazeteciler Cemiyeti"ni Kanarya Sevenler Derneği"ne çevirdin” dedim…

Hatta bunları, bu köşeden duyurdum, yazdım zaten… Araya ramazan filan girince… Rehavete kapıldık, uzadı biraz süre...

Olağanüstü kongre talebini içeren imzalar noter kanalıyla ellerine ulaştı. Şimdi, panik başladı… Paçalar tutuştu…

Olağanüstü kongre kaçınılmaz… Bir ay sonra bakalım neremin başkanı olacak?

Elbette, sancılı olur bu gidişler… Giderayak b.k atacak birilerine…

Yazısında "Necaset" demiş zaten…  Ağzına gözüne bulaştırmış… Iyghh!

Hem zaten, ben de başka bir şey beklemiyordum ki…  Koltuk, kaba etin altından kayıyor çünkü…

***

Ama böyle, ele avuca gelen bir şeyler bulur da beni eleştirir filan diye beklerken… Dağ fare doğurdu… “Yazmayı beceremez” demişlerdi tombalak için… Becerememiş de zaten…

Baksanıza, köşe yazısını bile başkalarına yazdırmış işte…

Oysa dondurma olsa, ne biçim satardı…

Ama yazmak yetenek işi…

Avni Demir havası verilmiş yazıya… Fakat değil…  

Avni Demir"den çok çekmiş biri çıktı altından…

İmza: Hayati Kaynar…

Yani Büyükşehir… Yusufçuk, Yusuf yani… Her taşın altında o var…

Ee! Ben sizin büyük dedenize ne diyeyim…

İnsanoğlu ne hale düşüyor, üzülmemek elde değil…

***

Ha! Durun, durun!  Parayla pulla ilgili iftiraları var bir de…  

O kısmını hiç iplemedim bile…

Bütün Samsun, cümle alem, tanıyan, duyan, seven, sevmeyen…

Herkes bilir ki, Mehmet Yazıcı"nın parayla pulla işi olmaz… “Var” diyen beri gelsin…

Hem öyle, birileri gibi, kadın parası da yemem ben…

***

Her neyse…  Yengemin ilişkileri üzerinden gazete satın almakla…   

Gazeteci olunmuyor maalesef…

Kaldı ki, bırakın gazeteciliği, dondurma bile satmış olsan…  

Önce adam olacaksın, adam…

Çok zor değil…  Namusunu koruyacak, kollayacak, eline, beline, diline sahip olacaksın…

***

Ee! Öyle kızarmanın, bozarmanın, kafa sallamanın alemi yok…

Ben varacağı yeri söyledim…  Hatta filmi bile var, “En son babalar duyar…”

Onun için artık bundan sonra kendisiyle muhatap olmamız da doğru değil…

Öyle ya… Aracıya ne gerek var…   Bundan sonra muhatabımız Fuat Köktaş…

***

Sayın Köktaş, bir dondurmacıyı neden mesleğe kazandırdığını anlatsın… Anlatsın da bilelim…

Nasıl bir çıkar birliği varsa aralarında…

Bütün Samsun biliyor da…

Herhalde bir tek kendileri, herkesin bu sırrı bildiğini bilmiyor demek ki…

Ben de bunu burada yazacak kadar enayi değilim…

Ama bana soranlara bizzat söylerim…

***

Günün sözü bence şu:  “Camdan köşkün varsa, komşunun camına taş atma…”

***

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR