Bülent Eczacıbaşı'ndan 'Liderlik' tüyoları

Pazartesi günkü yazımda Eczacıbaşı"nın liderlik sırlarından olan; Değişim Yönetimde Yeni Paradigma, Komuta – Kontrol Sisteminin Çöküşü, Rakibiniz Bu Soruların Cevabını Düşünerek Sabahlara Kadar Dolaşıyor, Çalışanların "Motivasyonlarını” Artırmak Yaşamsal Bir Sorun konularını işlemiştik. Bugün ise bu yazımıza devam ediyoruz.

İnsanlara İşlerin Nasıl Yapılacağını Söylemeyin
80´li yılların başlarında İpek Kağıt şirketimizin genel müdürlüğünü üstlenmiştim. İlk yaptığım iş şirketteki tüm yönetmelikleri gözden geçirmek ve eksiklerini tamamlamak olmuştu. Çok da gerekli ve önemli bir iş yaptığımı düşünüyordum, çünkü o zamanlar hepimiz inanmıştık ki dünyada bir işi en iyi şekilde yapmanın bir tek yolu vardır; o yolu bulmak, insanların önüne koymak ve yapılan işleri ona göre denetlemek yöneticilerin görevidir.
Sonra yavaş yavaş uyanmaya başladık... Peters ve Waterman´ın "In Search of Ex ellence" ("Mükemmeli Arayış") kitabı 1982 yılında çıktı. Kitapta, ciltler dolusu yönetmeliği kaldırıp bir anda pencereden aşağı atan yöneticiler övgülerle göklere çıkarılıyordu. Bunları okuduğumda, başımı kaldırıp rafları dolduran yönetmelik dosyalarına şöyle bir baktığımı hatırlıyorum. Bazı kural ve ilkeleri belirlemenin elbette modası geçmedi ve geçmeyecektir de... Ama zaman içinde, insanlara daha fazla esneklik tanımanın önemini öğrendik. General Patton´un güzel bir sözü var:
"İnsanlara işlerin nasıl yapılacağını söylemeyin Ne yapacaklarını söyleyin, bırakın sizi yaratıcılıkları ile şaşırtsınlar," diyor.
 
Amaç – Vizyon ve Başarı: Tüm Enerjinin Ortak Bir Hedefe Yöneltilmesi
Amacını tanımlamayanlar, başarılı olamıyorlar. Bunun çeşitli nedenleri var. Birincisi, odaklaşmanın verdiği korkunç güçten yararlanamıyorlar, çünkü enerjilerini nereye odaklayacaklarını bilemiyorlar. Enerjiyi bir noktada odaklamakla elde edilebilecek gücün sınırı neredeyse yok. Bir küçük  cam parçası, mercek olup güneşin ışınlarını bir kağıda odakladığı zaman, önce kağıdı sonra koskoca bir ormanı yakabiliyor.
İkincisi, amacını net olarak belirlemeyen kurum, hatta kişi, başarıya giden yolları göremiyor; bu yollar önünde apaçık olsa bile göremeyebiliyor.
Psikologlar beynimizde, çevremizden her an bize ulaşan binlerce, milyonlarca mesajı algılamamızı önleyen, bunlardan bizi korumayı amaçlayan mekanizmaların çalıştığını söylüyorlar. Her an kulağımıza gelen seslerin, gözümüze çarpan görsel uyarıların tümünü birden algılarsak yaşamın imkânsızlaşacağını, beynimizdeki bu filtreler sayesinde bazı gereksiz mesajları algılamadan yaşamayı sürdürebildiğimizi belirtiyorlar. Örneğin bir anne, yanında top patlasa derin uykusuna devam edebiliyor, fakat yan odadaki bebeğinin en ufak bir ağlamasında uyanıp ayağa fırlıyor, bebeğine koşuyor. İşte biz farkında olmadan çalışan beynimizdeki bu filtreler, neyi göreceğimizi, neyi ise göremeyeceğimizi ve duyamayacağımızı belirliyor. Bu filtrelerin neyi içeri aldığı, neyi dışarda tuttuğu ise tümüyle amacın belirlenmesine bağlı. Amacınızı belirlediğiniz zaman, çok kullandığımız deyimle "ne istediğini bilen insan" oluyorsunuz; amaca giden yolları görmeye başlıyorsunuz. Kabul edelim ki, ne amaçla bakarsak, onu görüyoruz.
Bunun çok güzel bir örneğini katıldığım bir seminerde vermişlerdi.
Konuşmacı, kolumuzdaki saate bakmadan, saatimizin kadranının ayrıntılı bir resmini çizmemizi istedi. Bu testi siz de kendi kendinize yapabilirsiniz, sonucu şaşırtıcı olacaktır. Hiç birimiz, yıllar boyunca günde kim bilir kaç defa baktığımız  kol saatimizin kadranını kağıda çizemedik; rakamları tam olarak nasıl işaretlenmiş, romen rakamı mı var, çizgi mi var, nokta mı var, göstergelerin ayrıntılı görüntüsü nasıl, markası nerede yazılı, bilemedik! Çünkü saate baktığımız zaman başka bir amaçla, saatin kaç olduğunu öğrenmek için bakıyoruz.
 Amaç belirleme konusunda üçüncü önemli nokta ise insanların motivasyonu...
İnsanlar anlamlı bir amaca yönelik çalıştıkları zaman mucizeler yaratabiliyorlar. Hele inandıkları ve paylaştıkları bir amaç uğruna çalışan insanların güçlerini birleştirebildikleri zaman erişebilecekleri hedefler neredeyse hayallere sığmıyor. Özellikle biz yöneticiler ve işadamları, "vizyon"dan sözetmeyi çok severiz. Bazen kendi vizyonlarımızı anlatarak karşımızdakilere baygınlıklar da veririz. Ben vizyonumu anlatırken, şirketteki arkadaşlarımın gözkapaklarının düşmesine pek aldırmıyorum.
Saatlerine bakmalarından da fazla rahatsız olmuyorum. Saatlerini kulaklarına tutup sallamaya başladıkları zaman konuyu değiştirmek gerektiğini anlıyorum. Ancak, önemli olanın, içi boş hayallerden söz ederek "vizyoner" gözükmek olmadığını, vizyonun bize, bir taşla üç kuş vurmak imkanını veren bir araç olduğunu, ben şahsen kendi kendime sık sık hatırlatmak gereğini duyuyorum:
- Odaklaşmaya hizmet eden bir araç,
- Amaca giden yolları görünür hale getirmeye hizmet eden bir araç, ve
- İnsanları motive eden müthiş bir enerji kaynağı...
 
Bizim toplumumuza dönelim... Acaba bizim eksiğimiz nedir? Yüzyılların kültür birikiminden ve yakın tarihindeki eşsiz bir çağdaşlaşma atılımından güç alan bu genç, dinamik, muhteşem toplumun, yeni atılımlar yapamamasının, tüm enerjisini birbiri ile kavga ederek tüketmesinin nedeni nedir? Niçin
TV´u açtığımız zaman, sokakta, trafikte, üniversitede, adliyede, Meclis´te, heryerde kavgadan başka bir şey görmüyoruz? Yüzünü doğuya dönenle batıya dönenin; ben "Türküm" diyenle ben "Kürtüm" diyenin; "ben sağcıyım" diyenle "ben solcuyum" diyenin, birbiri ile kavgayı bırakıp tüm enerjisini ortak bir hedefe yöneltmesini nasıl sağlayabilirsiniz? Devrimle mi, evrimle mi? Emirle mi, yasayla mı? Silahla mı, sopayla mı? Sadece ve sadece, "vizyon"la sağlayabilirsiniz... Ama, tepeden indirilmiş değil, insanımızın içinden çekip alınmış, onun en derin özlem ve hayallerine dayanan bir "vizyon"la...
 
Yöneten ve Yönetilenlerin Düşünceleri
 Biz insanlar, "emir"le değil, "vizyon"la yönetilmeyi istiyoruz. Ama başkaları tarafından "vizyonlandırılmaya" hiç hevesli değiliz. Aslında başkalarının tavsiyelerini bile dinlemek istemiyoruz, nerede kalmış başkalarının yaşam felsefesini benimsemek...
Bizi yönetenlerde bir "hizmet anlayışı" görmek istiyoruz. Bugünümüzden çok yarınımızı düşünmelerini istiyoruz. Kendileri hakkındaki son kararın, görevi bıraktıklarından on yıl sonra verileceğini bilmelerini istiyoruz. Kendilerinden maraton değil, bayrak yarışı koşmalarını bekliyoruz. En hızlı koştukları noktada, bayrağı kendileri kadar hızlı koşan bir başkasına devretmelerini istiyoruz. Yönettiği kuruluşun, veya toplumun, uzun vadeli  geleceğini düşünerek hizmet etmek isteyenlerle, kendi kişisel amaçlarının peşinde koşanları fazla güçlük çekmeden ayırt edebiliyoruz. Amaçları değişimi sağlayarak geleceğimizi güvence altına almak mı? Yoksa gazetelere manşet, dergilere kapak olmak, kendileri adına efsaneler yaratmak veya oy toplayıp yeniden seçilmek mi?   "Karizmatik" olurlarsa, iletişimde usta olurlarsa, işimiz zorlaşıyor ama, bunları eninde sonunda birbirinden ayırabiliyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Yıldız Arşivi
SON YAZILAR