Taşranın yalnızlığından evrenselliğe ve bir eleştiri

  "Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir.. gider gelirdi... Bu yerlerde demiryolunun her iki yanında ıssız, engin, sarı kumlu bozkırların özeği Sarı Özek uzar giderdi. Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenwich meridyeninden başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler demiryoluna göre hesaplanırdı. Trenler ise doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir, gider, gelirdi..." ya da "Sevgi nedir? Sevgi emektir"

Bugünün insanı "olmak ya da olmamak"  sözünü armağan eden XV. yüzyıl şairi "William Shakspeare"le "keşfettiği insan yaşamının kilit noktasından" hareketle kendi "mağarasından evrenin derinliklerine" ulaşabilmenin serüvenini yaşadı ve yaşıyor. Ancak insan, kendini tanımasına olanak sağlayan evrelerden de geçmedi değil. Kendine "amaçlar ve kimlikler" belirledi hep. Ama insanı "en çok yoranı yalnızlıkla tutuklu" kalanıydı. Alabildiğine halkın ortaklığına varan bir yalnızlığı anlatmaksa "Cengiz Aytmatov"un işiydi.

Ya da tutup "insanın kimliklerine yaraşan en güzel erdemi"; güven, doğruluk ve saflıkla işlenmiş bir sevgiyi, anlatmak ve "sevginin emek olduğunu" duyurmaktı bize. Öyle ki sevgi; insan için varolagelmiş her şeyin özümsenmesidir. Doğru, yanlış, iyi, kötü hep sevgiyle özümsenecek ve kavranabilecektir. İnsana doğadan bir armağansa "sevgi, yine doğaya verilebilmelidir" ki, bu da paylaşımın mutluluğudur. 'Selvi Boylum Al Yazmalım'da buna değiniyordu Aytmatov.

Kişioğlu/kızı; sevgi, saflık, bilgi, doğruluk, dürüstlük, dostluk, adalet, güven, onur, iyi vd. erdemleri ve değerleri katarken bünyesine; bu "kimlikler zamanla toplumsallaştı", ulus kimliğine erdi. Ulusu var eden "kaynaklar ve değerler konumunu" aldı. Ancak dünya kalabalıklaşırken en çok "yalnızlıktan çekti çekeceğini". Bireysellikler toplumsal amaçlara bağışlandı. Ama yarar, çıkar, kuşku, çekememezlik, kıskançlık ve "her türlü maddesel değerler, bunları zedelemeye" başlamakta gecikmedi.

Bu çelişkileri ve çatışmaları kullanmak ve duyurmak da "sanatçılara düştü" en çok ve bu işi yaklaşık "150 dile çevrilen anlatılarıyla" en iyi duyuranlardan biriyse, iki gün önce yitti gitti. Öyle ki o da, en çok bu "yalnızlığı duyurdu evrenin derinliklerini keşfe çıkan insanlığa". Bireylerin yalnızlaşmasından yola çıkarak bir "halkın yalnızlığına dönüşen o uçsuz bucaksız steplerin, bozkırların yalnızlığını" söyledi efsane söyler gibi.

Bozkırın yalnızlığını, ki "taşranın yalnızlığı" olarak anlatmıştır Aytmatov, ta içinde, derininde yaşamış ve benliğine kazımış bir yazardı o. Bu yalnızlıkla "büyüdüğü savaş yılları, baskı dönemleri", onun ve onun gibilerinin sırtında yükselerek bir "halkın varolabilme sürecine" de dönüşmüştü. Yani Kırgız halkının. Aytmatov da, bu yalnızlığını edebiyata çevirerek "ulaştırmıştı bize taşra yalnızlığını ya da onların aşkını".

O "zorlu dönemi yaşaması onun kişiliğini diriltmiş", yalnızlığı bir yenilgi görmemiş onu anlatarak "dünyada yankı bulmuştur" Aytmatov'un yapıtları. Bu nedenle Türkiye'de onun karşılığı olarak "Yaşar Kemal"i düşünmüşümdür hep. Onun da derdi, yalnızlıktır bir bakıma. "Çukurova'nın alabildiğine kalabalıklığına karşın yalnızlıklarını da oraya sığındıklarında taşıyan insanları" anlatmıştır çünkü. O da, o coğrafyadan almıştır esinini. Çocukluğundan, gençliğinden, oradan edindiği bilgi birikimlerinden aldığını taşımıştır yapıtlarına.

Kimine göre "çekilesi mümkün olmayan bu yaşamları tadan her iki yazarı" da bulundukları topraklar var etmiştir. Peki, yeni bir Aytmatov Kırgız topraklarında yetişecek midir bilemem, ancak Yaşar Kemal'in ömrüne bereket dilerken; diyebilirim ki, bu topraklarda "yeni bir Yaşar Kemal"in yetişmesi gün geçtikçe "zorlaşıyor" ve belki de "zorlaştırılıyor".

Nasıl zorlaştırılmasın ki!.. Milli Eğitim Bakanlığı, yurdun doğusundaki çocukları "kendi taşra yalnızlıklarından" alır da "büyük kentlere götürme projeleri" oluşturursa; bu iş, daha bir güçleşiyor elbette. Kendi "taşrasında birikmesi" yerine, onları "Batıya karşı heveslendirdikçe", onlardan o toprakların derdini, çilesini, yalnızlığını ve aşklarını anlatacak bir sanatçı çıkmasını ya da o toprakların kalkınmasını sağlayacak donanımlı bireyler olmalarını beklemek nasıl mümkün olabilir!..

Bu tür projeler nedeniyle o çocuklar, "büyük kent düşlerinin peşinde savrulmak" isteyeceklerdir. Ama ne yaman bir çelişkidir ki, "yurdumuz göçten de yakınmaktadır" aynı zamanda. Ama "yeni göçlerin oluşmasına" da, "küçük beyinlere kurdurduğu düşlerle destek" vermekte. Bu "projenin tam tersini düşünerek o Doğu'nun yalnızlıklarının, acılarının, çilesinin ve derdinin tanıklarını artırsak" daha iyi olmaz mı!
"Batıdakileri doğuya götürsek", oradaki kardeşlerine "kitap yollamak yerine" oraları görseler, tanısalar; orada yaşayanların yaşamlarına birkaç gün de olsa ortak olsalar daha bilinçli, birikimli bireyler yetiştirilmesinde daha verimli işler yapılmış olmaz mı?..

Aytmatov, "taşrayı yalnız, ama iyi ve saf; kenti kalabalık, kötü ve çetrefil olarak" anlatmıştı. Hem de taşradan "evrenselliğe ulaşan bir yazar" olarak... Rahmetle anıyoruz demek, ne tuhaf söz olacak onun için... 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR