Ahmet Ufuk Erkan

Ahmet Ufuk Erkan

ÖZLEMEK YANMAKTIR

Duyguları kaleme vurmak zordur. Hatta bazı duyguların anlatılmasının imkansız olduğunu, ancak yaşanılarak anlaşılabileceğini söyleriz. Aşk, iman, ölüm korkusu, sevinç, iç sızısı… Bunlar yazıya sığdırılamayanlardır… Mevlana’nın cevabı gibi, aşk nedir sorusuna: Ben ol da bil…

 

                        Yoksa zordan kaçmak mı bu? Eğer her duyguyu, her soyut kavramı açıklamaktan, anlatmaktan kaçınacaksak, onların yaşanmışlığı güme gitmez mi? Çaba sarf etmeliyiz. Mademki içindeyiz o şeylerin, haberdar etmeliyiz kelimelerimizle…

 

                        Bir arkadaşım denizi özlerdi Ankara’daki öğrencilik yıllarımızda. Öyle az-buz bir özlem değil; sanki tepeden tırnağa yanarak özlerdi… Deniz kenarındaki evine döndüğünde, şehrin girişinde inerdi; tam denizin göründüğü yerde… Sahil boyunca, yavaş adımlarla şehre kadar yürürdü. Hissettiklerini sorduğumuzda; ne bileyim, derdi, aşk gibi bir şey işte…

 

                        Özlemek böyle tuhaf duygudur. Çoğu kez, çaresizliğin kovuklarında gezindirir insanı. Özlenen her neyse, işte, sizden uzaktadır; gidilmeyecek kadar uzak, gelinmeyecek kadar uzak… Bu haliyle, ölümden beter, halledilemez bir duygu yoğunluğudur yaşattığı. Bir oğlu askere göndermektir, bir kızı gelin etmektir, bir dostu uğurlamaktır… En zoru, en iç yakanı, toprağa verdiğiniz birini özlemektir; onu bırakıp gelmektir kahrolası hâneye… Hayat devam edecektir, özlem bâki kalarak her an…

 

                        Âşıklar görmüşsünüzdür, âşık olmuşsunuzdur, bilirsiniz; nasıl özlenir, nasıl öylece kalp çarparak, penceresinin önünde sabahlayarak… Belki de en çok aşktır, ölen birini özlemeye denk bir yakışla yakan…

           

                       İster hasret deyin, ateşten bir hasır gibi sarsın sizi; ister özlem deyin, özünüz yansın; her iki kelimeyle de mübârek bir sarıp sarmalaması vardır. Özleminizin en uca çıktığı, kalbinizin gırtlağınızda, hatta neredeyse ağzınızın içinde attığı, yıldırım yemiş ağaç misali ortasından yarıldığı anlarda, işte en çok o anlarda, ellerinizi göğe yöneltirsiniz; iyi ki O vardır. En çok, kimsesizken kimsemiz olan; en çok, yandığımızda ateşimizi selamete çeviren, İbrahim’in ateşi gibi… İyi ki vardır ve iyi ki yardır… Terk etmeyen…

 

                      Ben en çok, telefon görüşmelerinden sonra yiyorum bu vurgunu. Sesi, işte, tüm tatlılığıyla kulağınızda, kilometrelerce uzaktan, özenle seçtiği, en güzel kelimelerden oluşan cümleleriyle bir bebek, size sevgisini sıralıyor… Gel, demişse hele bir de… O kablodan akabilmek istiyorsunuz, boğazınızda yumru gibi duran haykırışınızla “ah” demek istiyorsunuz… Ve gülerek, onu güldürerek, avutarak, gözlerinden hasretle öperek kapatıyorsunuz telefonu; siz de kapanıyorsunuz sonra, ertelenmiş acılarınızla…

 

                      Ben en çok, bir dostu yolcu ederken yiyorum bu vurgunu. Hele bir de peşinden baktıysam, artık neye bindirdiysek onu, göz göze geldiysek ve gözlerinde ağlama başlangıcı incilenmeler gördüysem… Dönüş boyunca, onun her an biraz daha uzaklaştığını düşünerek, ağlayarak, gözyaşı dökülmeyen ağlamalarla ağlayarak, dumanı olmayan yangınlarla yanarak…

 

                     Ben en çok, bir sevdiğimi ziyaretten dönerken yiyorum bu vurgunu. Zaten, daha evine girdiğim, onu gördüğüm anda başlıyor, onu bırakıp geri dönecek olmanın kaygılı acısı. Bu yüzden, sırf bu yüzden, suratım bir karış, her an patlamaya hazır… Yemeğin tuzuna kızarak, müziğin sesini kısarak… Bu yüzden, sırf bu yüzden… Sonra ayrılık saati geldiğinde, karşılıklı yakılmış sigaralar eşliğinde, hırsını dumana vurarak… Kızacak kimsenin olmamasına kızarak; çaresizlik girdabında çırpınarak… Asla yeterli zaman kalmış olmayarak… Oysa bir ömür kalsam da özlemim aynı.

 

                    Ben en çok, sevdiklerim yanımdayken yiyorum bu vurgunu. Birazdan bitecek duygusuyla, en uzun zamanın bile kısalığı duygusuyla… Hayat keskin ucuyla dokunuyor böyle, kanıyor ruhta bir yerler. Dikiş tutmaz, izi geçmez yaralarla kala kalıyorsunuz… Özlemek ateşten bir hasırdır, bir adı hasret…

 

                   Ben en çok, iyi ki O var dediğimde yiyorum bu vurgunu… Özlemler mekânı kalplerin inşacısı; dermansız dert vermeyen sâhip… İyi ki varsın, iyi ki yarsın. Yoksa nasıl çekilir bunca ayrılık acısı… Özleyen ve yanan kalpler aşkına; yanarak gönle dönen kalpler aşkına; medet ey kalplerin sâhibi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Ufuk Erkan Arşivi
SON YAZILAR