Bu Kriz Savaşa Gider Mi?

Dünya Tarihi'ne baktığımızda ekonomi ile politikanın iç içe, birbirini tetikleyen iki unsur olduğunu görürüz. İnsanlar ekonomi düzelsin diye, evlerine giren mal ve hizmet daha kaliteli olsun diye ya da alımgüçleri, sosyal statüleri artsın diye oy vermeye giderler.Altta yatan bu nedenlerle hükümetleri belirler ya da protesto etmek yolunu seçerler. Tabi seçime gitmek için birbirinden farklı sebepler vardır; fakat kişinin sosyal çevresini, alışkanlıklarını ya da zamanını nasıl ve nerelerde kullandığını, çoklukla ekonomik seviyesi ve genel olarak içinde yaşadığı ekonomi belirler.Çünkü Dünya Tarihi'ni de genelde ekonomik olaylar tetiklemiştir.Bir Fransız kraliçesi vardır hani, yoksulluk ve açlıktan kıyımlara uğrayan halkının sefaletine seyirci kalmış... O ünlü veciz sözünü unutmak imkansızdır: "Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler" der ekmeği bile bulamayan halkı için... İşte o Fransız köylüleridir sürekli artan vergiler altında ezilmeye, kraliçenin ve sarayın kendini bilmez aşırılıktaki savurganlıklarının yükünü
çekmeye isyan eden, İhtilal'i gerçekleştiren. Dünyaya eşitlik, insan hakları, Hümanizm değerlerini düşündüren.Bu açıdan bakıldığında bunun ekonomik temelli bir ihtilal olduğu fark edilecektir.
Aynı şekilde, Sanayi Devrimi'ni yapan İngiltere ve ardından gelerek sanayileşen Batı ülkeleri daha çok üretim için daha çok hammadde ve bu aşırı üretimi eritecek yeni " pazar" arayışlarındayken aralarında çıkan ekonomik anlaşmazlıklar sonucu 1. Dünya Savaşı çıkmıştır. Çünkü Osmanlı gibi sanayileşememiş, çağının tüm teknik ilerlemesinin gerisinde kalmış bir hammadde deposu Batı'nın iştahını kabartırken, kapitülasyonlar sayesinde bu ülke geniş toprakları ve sürekli artan nüfusuyla müthiş bir pazar ihtiyacını karşılayabilecek ölçüdedir. İşte bir bakımdan da Osmanlı'yı paylaşamamaktır savaşı tetikleyen.
Ve bu çizelgede bakıldığında, 1. Dünya Savaşı'ndan eli kolu bağlanmış biçimde çıkan, müthiş bir yenilgi alan Almanya'nın geçmeyen kini ve dizginlenemez öfkesidir 2. Dünya Savaşı'nın ana sebebi. Ayrıca 2. Dünya Savaşı'nın bir diğer sebebiyse 1929 Ekonomik Buhranı sonrasında sarsılan ekonomiyi canlandırabilmek için devletin yardıma koşması ve kamu harcaması yoluna gitmesidir.Yol, köprü, okul, hastane yapımı, askeri araç gereç ve savaş harcamaları, kamu harcaması kalemini oluştururlar.Bu sayede devlet eliyle yapılan harcamalar, ekonominin genelinde bir hareketlenme yaratır.Eline para geçen kesim, onu kendi ihtiyaçları için kullandıkça paranın elden ele dolaşımı sağlanır.Bu, Keynesyen politikaların da temel prensibini oluşturur. 2. Dünya Savaşı için askeri harcamalar yoluyla ekonomi canlandırılmıştır.
Konuya bir de ilkel mantıkla bakarsak, ilk çağlardan beri toplumlar temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için araştırmış, topluluklar oluşturmuş ya da savaşarak koloniler kurmuşlardır.Amaç ekonomik gelişmedir,ancak bu sayede güçlü olunabilir çünkü.
Körfez Savaşları, hala bitmeyen Irak Savaşı(!) ve İsrail'in Filistin'e yaptıkları da petrol, toprak ya da başka ekonomik temeller üzerinde ele alınacak konulardır.
Günümüzde de ABD'nin yeni başkanı Obama iki hafta kadar sonra makam koltuğuna geçtiğinde bu prensipleri uygulayacak gibi görünüyor.Çümkü hem şuan yaşadığımız kriz 1929 Krizi kadar büyük hatta daha zorlu geçecek hem de ikinci bir ipucu var ki Obama'nın kabinesine seçtiği bakanları, Keynesyen iktisat'ın kabul gördüğü üniversiteler çıkışlılar. Obama'nın genel söylemi de 'kamucu' bir yaklaşım benimsediğini gösteriyor. Dünya bundan memnunluk duydu, rahat bir nefes alacağını düşündü; fakat Irak'tan çekilme ya da savaşı durdurma; İsrail'e " yeter" deme konusunda somut bir cümle duymadı. Belki de askeri harcamalar yoluyla kamu harcamalarını arttırmayı düşünüyordur yeni başkan ve çevresi? Bu da bir olasılık.
Ama yine de diyorum ki keşke ülkemiz 1950'lerden beri dış yardım adı altında almış olduğu o borçları almasaydı da IMF ve Dünya Bankası'na göbekten bağlı olmasaydı. Amerika'nın yeni başkanının seçimine ülkemizin kaderini bağlamış olmasaydık diyorum. Ortalama 8-10 yılda bir tökezleyen kapitalist sistemin liberal- ılımlı islam ayağı olmak, bu role zorlanmak,bu oyunun bir parçası olmak... Zerre kadar alakamızın olmadığı küresel güçler arası anlaşmazlıklarda ülkelerarası aracılık rolü için can atan yöneticilere sahip olmak yeterince acı değil mi? Haklıyı koruyan olmak yerine güçlünün piyonunu oynamak... Türkiye buna mı layık?

NOT: Yeni yıl için hediye düşünenlere en güzel önerim her zaman kitaptır. Bir kitap alın nesiller okusun!


İyi yıllar, güzel okumalar...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR