M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

"GİTTİ BEĞLER MÜRVETİ..."

     Herkes 'zaman'dan şikâyet ediyor ammâ, yine 'bu herkes' çok iyi biliyor ki, 'kusur'  zamanda değil, kendisindedir. Şâyet o;  kendisine verilen cüz'i irâde ile, kusuru da, zamanın üzerine yıkmaya kalkışıyorsa, vay hâline!..

     Büyük velî, dünyâ şiirinin bediî zirvesi Yûnus Emre, bugün, dünyânın dehşet içinde çırpınıp durduğu hâdiselere bundan sekiz asır önce teşhisini koymuştur. Bugün, oluk gibi akıtılan kan ve  gözyaşının, vahşet derecesindeki vaziyetini, O, o gün de telâffuz ediyordu. Ammâ, bir şart ve farkla ki, geçen zaman içersinde, bu kan, gözyaşı ve vahşetlerden hiçbir 'ibret' alınmamış ve hattâ, bu âdeta günden güne 'teşvik'  edilir bir hâl almıştır.

        Yûnus Emre, bir kısmını başlığa aldığım beyitlerinde şöyle diyor:

                          "İşidün hey ulular âhır zamân olısar

                           Sağ müslüman seyrekdür ol da gümân olısar

                            

                          Danişmend okur dutmaz derviş yolın gözetmez

                          Bu halk öğüt eşitmez sağır hemân olısar

 

                          Gitdi beğler mürveti binmişler birer atı

                          Yidüği yoksul eti içdüği kan olısar"

   (Yûnus Emre Dîvânı, Hazırlayan:Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Babıalı Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2006, Sf.51-52)

    Toplum, âdeta darmadağın(ık) olmuştur. Bütün içtimâî dengeler altüst vaziyettedir. O; her akl-ı selîm sâhibine, "hey" diye hitapta bulunur ve niçin bu hâle gelindiğinin de îzahını yapar: Ne yazık ki, aklı başında, hâlis, kendisinden emîn olabileceğimiz  'Müslüman seyrekdür" fakat " o da", şüpheli bir hâl almıştır, diye yakınır.

     Şâir; bir durum tespiti yapar. Kişilerin p(i)sikolojik ve sosyolojik tasvirlerini yapar. "Dânişmend" yâni âlim, bilgi sâhibi kimse, "okur" ammâ sözü ile hareketi birbirini tutmaz. "Derviş", Hakk bildiği "yol"da, yolu-yordamı "gözetmez", bilmez.

      "Danişmend" ve "derviş", sözüne sâdık tavırda değilse, elbette ki, "Bu halk" da, "sağır" olmuşcasına, "öğüt"ten (nasihat'tan) anlamaz. Zâten, halkın, idrâk seviyesi de mahduttur.

      Tabiîdir ki, "danişmend'i, "derviş"i ve "halk"ı bu kadar umursamaz, vurdumduymaz ve ciddîyetten mahrûm  olan bir cemiyetin "beğler"inin âdil, merhametli, dürüst ve hoşgörü sâhibi olduğu söylenemez. Onlardan, "mertlik, yiğitlik, cömertlik, insâniyet, ihsân ve lutuf" beklenemez. Kendi zevk ve arzûları istikametinde, hükümlerini sürdürürler. Bunların yedikleri sâdece "beytü'l - mâl" değildir. Bunlar, sâdece mîrî mâl'ı yâni 'devlet hazînesi'ni boşaltmıyorlar; aynı zamanda, kul hakkını, yetim hakkını da çiğniyorlar. Şüphesiz ki, mîrî mâl'da da kul hakkı vardır. Bunlar, bu dünyâda, her türlü keyfîlikle hükümlerinisürdürüyorlar. 

     Üstelik;  hâdiseleri saptırarak 'yalan' da konuşuyorlar. Böyle kişiler, "beğler" olsalar da, 'haram' ile beslenmektedirler. Bunların yedikleri "yoksul eti", içtikleri ise " kan"dır.

      Zîrâ; Kur'ân-ı Kerîm'de, meâlen- şöyle buyurulmaktadır: "Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin. Ve bile bile günahla, insanların mallarından bir kısmını yemeniz için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin." (Bakara, 188)

        Yalan'a, gıybet'e bulaşmış bir cemiyetin, Hucurat Sûresi'nin 12. âyetinde buyurulan: "Birbirinizin arkasından gıybet etmeyin. Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemeyi ister mi?"  îlâhî îkazından hisse almamışlar, demektir.

     Dünyâ, bugün, belki de mâsûmların kanının daha da çok emildiği / içildiği bir dünyâ olmuştur. İnsandaki adâlet veya vahşet hislerini 'zaman'da arayanlar, elbette ki, yanlış yerde konaklamışlardır.

     İnsan; "en güzel biçimde yaratılma" (Tîn,4) ve "üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılınma" (İsrâ, 70) nın kıymetini idrâk edemeyip, kendisine bir nimet olarak  verilen "cüz'i irâde" ile başka bir  yolda yürümek istiyor ve o yolda çâre arıyorsa, oranın uçuruma doğru meylettiği de âşikârdır.

     Günümüz dünyâsı, -belki de daha doğrusu- günümüz insanı, Yûnus Emre'nin sekiz asır önce söylediklerinin mânâsını dahi anlamaktan âciz görünmekte, belki de anlamak istememektedir. Şâyet öyle olmasaydı, düne nispetle, bugün, akan kanların, dökülen gözyaşlarının daha az olması gerekirdi.  Halbuki, her geçen zaman diliminde, daha fazla kanın aktığının şâhidi olmaktayız.

       Şâyet öyle olsaydı, dünkü köleliğin kaldırılmasıyla iftihar edenlerin, bugün, insanı, sâdece maddî değerleriyle değil, fikrî yapısıyla ve p(i)sikolojiyle tahakküm altına alıp sömürmesinin en ileri safhalarda bulunmaması gerekirdi.

      Riyânın, sahte gülüşlerin ve demokrasi perdesi arkasında adâleti darb etme, bu kadar ayyuka çıkmaz, önü açılmaz, mağdurlar ve mâsûmlar ümitsizliğin gaddar pençesinde çırpınıp durmazdı.

     Yoksul etinin bu kadar yenilip, kanın bu kadar içildiği zaman dilimi var mıdır? Zalimce kan dökmenin, bu kadar meşrû görüldüğüne târihin hangi zamanı şâhitlik yapabilir?

     Tabiî ki, bu soruların muhatapları ancak vicdân sâhipleri olabilirler.

       Yûnus Emre, "beğler" den söz ettiği bir başka beytinde de şöyle der :

                             "Beğler azdı yolından bilmez yoksul hâlinden

                              Çıkdı rahmet gölinden nefs göline talmışdur"  ( a.,g.,e., Sf. 63)

    Yûnus Emre, bir yerde "Gitti beğler mürveti" derken, burada "beğler azdı yolından" demektedir. "Beğler"in, merhametten, insanlıktan nasipsiz hâle gelmesiyle, "yoldan azma"sı arasında pek fark yoktur. Zîrâ, "azmak",  taşkınlığın da ilerisinde aşırı gitmek, sapıklıkta  / sapkınlıkta, dalâlette, en ön safta bulunmaktır.  "Az"ılan "yol", sapılan yoldur. Bu da, elbette ki , Hakk yoldan uzaklaşmaktır. Zaptedilmez hâle düşmektir.

    Bu "beğler"in, "yediği yoksul eti, içtiği kan" iken; "yolundan azan"lar da aynı şekilde "yoksul hâlinden" anlamamaktadırlar.

    Bir cemiyetin önünde bulunan "beğ" vasıflılar, şâyet Hakk yoldan saparlarsa, o cemiyet, selâmete, huzura ulaşabilir, geleceğe ümitle bakabilir mi?

     Allahü Teâlâ, Kur'an-ı Kerîm'de, yoldan çıkmış idâreciler (beğler) için- meâlen- şöyle buyurmaktadır: " Kim, Allahü Teâlanın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zâlimlerdir." (Mâide, 45)

        Cemiyeti teşkil eden fertlerin ahlâkî zaafa düşmelerinin netîcesini de şu âyeti kerîme meâli gözler önüne sermektedir:

     "Bir kavim kendini bozmadıkça Allah, onun durumunu bozmaz" (Rad, 11)

      Peygamber Efendimiz de, hem kötü idâreci / beğ ve hem de idâre edilen halkın sapkınlığını şu hadîslerle ifade buyurmaktadır:

      "Allahü Teâlânın sevmediği kimse, zâlim idârecilerdir."

       "Âdil olmayan âmir, yüzüstü cehenneme atılır"

       "En efdal cihat, zâlim sultana / idâreciye / beğe karşı hakkı söylemektir"

       Kaldı ki bu "beğler", Yûnus'a göre, "rahmet gölünden" çıkıp, "nefs gölüne dalmış"lardır.

       Bir hadîs-i kutsîde şöyle buyurulmaktadır: "Nefsine düşmanlık et. Çünkü o, benim düşmanımdır"

       O hâlde; bu türlü "beğler"in, o günden bu güne hâllerinin nice olduğunu tasavvur hiç de zor değildir. Bir cemiyetin cinnet geçirmesine ramak olması hâli, bu hâldir. Bütün sosyal dengeler alt-üst olmuştur. Adâlet, yerini iltimasa, yalana, riyâya terketmiştir. Maddî ve mânevî zulûm, başını alıp gitmiş, kötülükler baş tâcı edilmiştir.

   

 

                             

    

     

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR