Ahmet Ufuk Erkan

Ahmet Ufuk Erkan

ADINI SEN KOY

Aşk, bir kamyonun size çarpmasıdır. Darmadağın eder… Ya da ne bileyim işte, yolunuzu bulamadığınız lâbirentte, her yere asılmış fenerdir. Işıl ışıldır, yine de yolunuzu buldurmaz.

 

                        Filmler bu yüzden güzel en fazla. On yaşımdan bu yana ilk kez Eskişehir’i görüyorum bu film sayesinde. Porsuk üzerinden geçmiştik. Ya da yanından. Şimdi yanlış sıralarsam affola; Balıkesir, Bandırma falan… İşte oralara gidiyorduk. O yeşil çayı hep özlemişim; Porsuk’u. Ve bir daha asla göremeyeceğim.

 

                        Sizi bilmem. Ben, bir kez gördüğüm yerleri de rüyama eklemişimdir. O yemyeşil çay, hep orada, aynı güzergâhta, rüyamda… Yeminle ilk kez tekrar gördüm yıllar sonra ve özlediğimi de bilmezmişim, anladım… Bu filmde… Yine öyle yemyeşil. Gözümü kapayıp, zorluyorum kendimi; daha fazlasını hatırlayamıyorum. Uyanan bir nehir şekli… Hepsi bu. Hepsi bu…

 

                        Film belli zaten. Seyreder ve görürsünüz. Biri incelemiştir kesin. İşte biri âşık. Biri daha âşık. O “biri daha “ kısmı önemli. Zira o, sadece bir resim görmüş. O, resim görenin, biraz bana benzeyen bir ağabeyi var. Beyninden özürlü… O özür yüzünden, kitabın orta yerinden konuşuyor. Döküyor doğruyu yola… —Büyük ihtimâl kendi doğrusunu-

 

                        Sizi nereye götürüyor peki? Bir film… Bir film sizi nereye götürür? Ülkenizin neresine ya da dünyanın? Sizi nereye, nerelere götürür bir film? Kalbinizin neresine götürür?

 

                        Sadece aşk çarpmaz bir kamyon gibi. Hayat da öyle çarpar, yeniden karşınıza çıktığında. Hayat, yeniden ve yeniden çıkar karşınıza.

 

                        Kareler ilerler. İçiniz de ilerler. Kafatasınızın altına hapsolmuş, unuttuğunuz, asla hatırlamadığınız ne varsa çıkar. Yemyeşil –Allah kahretsin- yemyeşil bir çay, hiç hatırlamadığınız halde, görür görmez uyanır. Uyanır ve çağlar…

 

                        O köprünün üstünde – ki ben ordan geçerken bir köprü görmüştüm sadece- biraz Ilgaz olursunuz, biraz Harun… Can ya da Aybige. Seyrederken, Aybige’ye niyeyse Aybüke dedim hep. O da ayrı hikâye.

 

                        Belki rastladınız bilemem. Burada –benim berbat şehrimde- iki âşık, bir ara haber de oldular. Tren yolunda yürürlerken, tren geliyor üstlerine. Oğlanın ayağı takılıyor raylar arasındaki tahtaya. Kız, o ayağı kurtarmak için uğraşıyor, kaçmıyor… İşte çocuk öldü o kazada. Kızın adı Aybüke… Haberlere göre “yaşıyor”… Yaşıyor mu? Sizce yaşıyor mu?

 

                        Volkan ve Aybüke yazın google çöplüğüne. Filmi çekilmemiş bir aşk görün. Film değil. Filmden daha gerçek.  Yazın, Volkan ve Aybüke diye. İçinizi kavlatacak bir aşk görün…

 

                        Film ilerliyor ve bitiyor. Ilgaz tüyüyor yine, yanına ağabeyini de alarak. Film kendi mantığıyla, kafanızda ilerliyor. Hayat da ilerliyor. İlerliyor mantığı aşarak. Aybige , Aybüke oluyor kafamda…

 

                        Ve bir tren geçiyor üstümden…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Ufuk Erkan Arşivi
SON YAZILAR