DEMOKRASİLER UYANIKLIK KÜLTÜRÜ OLMAZSA YAŞAYAMAZLAR

Günümüzde hemen hemen dünyanın tüm ulusları yönetim şekillerini “demokrasi” olarak tanımlamaktadırlar. Demokrasi, hukuk devleti, seçim, insan hakları -temelde kendi kaderini tayin hakkı- birbirinden ayrılmaz kavramlardır. Dikkat edilmesi gereken nokta, her demokrasinin bir hukuk devleti olmayışı, her hukuk devletinin de demokratik olmayışıdır. Bizi yanılgıya götüren bir nokta da demokrasilerin iyi bir toplum anlayışı ile eş anlamlı olarak algılanmasıdır. Demokrasiler iyi bir toplum ve en kötü yönetim biçimi demek değildir. Demokrasiler bizi tiranlıktan koruyan, iktidarın yönetim hakkını meşru kılan  kurumlar topluluğudur.

21. yüzyılda içinde bulunduğumuz herhangi bir toplumda demokrasilerimiz bize şu üç sorunun yanıtını verebiliyorsa ancak o ölçüde demokratik bir toplumda yaşadığımızdan bahsedilebilir. İçinde bulunduğumuz toplumda şiddete başvurmadan değişimi nasıl gerçekleştiririz? İktidar uygulayıcılarını nasıl denetleyebilir ve ellerindeki gücü kötüye kullanmalarını nasıl engelleyebiliriz? Halk iktidarın kullanımına nasıl ortak olabilir? Yurttaşlar kendi kaderini tayin hakkına sahip midir?

Bu sorulara olumlu yanıtlar vermekte halk dahil herkes zorlanıyor. Demokrasiler, yüzyıllardır sorgulanmıştır fakat bugün demokrasinin geçerli olup olmadığını sorgulamaktansa artık tehlikeye girdiğini ve yıkılmak üzere olan bir evreye girdiği korkusundan bahsediyoruz. Şiddete başvurmadan yenilikleri hayatımıza dahil edemiyoruz -kadın cinayetleri de bu alana dahildir-. İktidarın elindeki gücü kötüye kullandığı savlarını, yaşamak için vergi ödeyen yurttaşlar olarak denetleyemiyor ve kontrol edemiyoruz. 

Demokrasilerden en büyük beklenti de, halkın kendi kaderini tayin etmesi ve yönetimde katılımcı bir rol üstlenmesidir ancak bugün yurttaşın kendi kaderini tayin hakkı; kendisini yönetecek olanı seçmesinden, yönetimde katılımcı bir rol üstlenmesi de ortalama 75 yıllık hayatında belirli aralıklarla yapılan seçimlerde birkaç saniyede bir ismi damgalamasından ibaret. Seçilen kişinin de meşruiyetini halk aracılığıyla elde ettiğini düşünmesi, ona göre davranması ve halkı da buna inandırması cabası. 

Öte yandan seçimlerde liberallerin hayır oyunu, muhafazakarlarında evet oyunu verdiği bir seçim ne ölçüde ikna edici bir demokrasi sunuyor? Bu nedenle günümüzde, demokrasi adı altında yapılan her seçimi demokrasi ile özdeşleştirmek yanlış bir durumdur. Ancak antidemokratik bir dünyada halk kendi kaderini tayinden mahrum bırakılabilir. Demokrasinin krize girdiği bu dönemde sesini duyuracak uyanık yurttaşlara ihtiyacımız var. Demokrasinin varlığı halkın sesine dayanmaktadır ve bu ses dindiğinde artık yurttaş, sesini duyuramadığı totaliter bir dünyaya gözlerini açacaktır. 

Mill’in de belirttiği gibi demokrasiden söz edebilmek için; ortak kültür ve dilden gelen bir  devletten söz edebilmemiz gerekmektedir. Fakat bugün hızını ilerleten küreselleşme, iktidarın çok uluslu örgütlerde ve şirketlerde toplanması ile tek tip birey, tek tip kültür ve hatta tek bir yönetim demokrasiye tehdit oluşturmaktadır. Demokrasilere bir tehdit unsuru olan bir başka konu ise “yeni simyacılar” olarak nitelendirilen yeni bir sınıftır. Bu sınıf: genç kitlelerden oluşan, yeni bir dünya yaratmayı hedefleyen, ekolojik bilince sahip, küreseli savunan ulusallığı reddeden, huzur içinde yaşamayı hedefleyen, organik tüketime ve köy cemaatini tercih eden, mevkilerinden vazgeçip gelişimin ve meritokrasiyi tercih eden bir bakış açısına sahip.

 Yeni simyacılar küresel sınıfı, demokrasinin getirisi olan geleneksel toplumsal dayanışmayı parçalayarak yeni eşitsizliklerin oluşumuna zemin hazırlamaktadır. Çemberin dışında giderek daha fazla insanın kalacağı ve ilerleyen süreçte tüm yurttaşların çembere dahil olmadığı totaliter bir düzenin oluşumunda rol oynayabilmektedir. İtalyan faşizminin icadı olan totalitarizmin tek siyasal hedefi, uygun adım ilerleyen, üniformalı önderlerine taraftar biriktirmeyi güvence altına almaktadır. Bugün bu ne kadar ironik gelse de kafamızda canlanan resim pekte imkansız gözükmüyor ne yazık ki. 

Bunun yanı sıra otoritarizm dediğimiz kavram: halkın seçimlere kayıtsız kalması, kamusal meselelerin bilgiye dayanan denetimini yapmayan, sorgulamayan bir yapıdır ve günümüzde yurttaşlık görevlerini yerine getirmeyen -seçimler ve daha fazlası- bireyleriz ve bu da demokratlardan eksik demokrasilerin oluşmasına yol açarak demokrasilere tehdit oluşturmaktadır. Şunu söylemek gerekir ki, Bir devlette yurttaşı üzerinde tam denetim kurma yolunda atılan; teknolojik gelişim veya yurttaşların iyiliği ve sağlığı cümleleri ile süslenmiş her adımı onaylayan ve bunu kabul eden her yurttaş, totalitarizmi yaşamaya başlamış demektir. 

“Demokrasinin zayıfladığı bir dünyada hukuk devleti özgürlüğün son kalesidir.” Ralf Dahrendorf

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Firuze Geçer Arşivi
SON YAZILAR