ÇAĞIMIZA AYAK UYDURMAK 

Süreçlerin son derece hızlı yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. Bugün,beş yıl veya daha erken gelişen bir gelişim o zaman (örneğin 400-500 yıl önce) 200-500 yüzyılda ancak gelişebilirdi.

Ayrıca dünyanın merkezi yerkürenin bütününü kapsayacak biçimde genişlemiş durumda; günümüzde ise farklı uygarlıklar,farklı kültürler ve farklı gelişim aşamasındaki topluluklar bir arada yaşıyorlar ve biz genel değerlendirmelerimizde doğuyu eski yılların koşullarında yaşandığı bir yer;batıyı ise Ankara-İstanbul- İzmir gibi şehirleri tam gelişmiş uygarlığın modeli olarak görme eğilimindeyiz.

Hiç düşündünüz mü ? Bugün evimizde yenilen mercimek çorbası,köfte ve makarna varken acaba yan komşularımızda neler yeniliyor.Şüphesiz pirzola,balık ve baklava yiyenlerde vardır.Ya bir tencere dolusu patatese yemeğine kaşık sallayanlar da karınlarını doyurmuş oluyorlar! Öyleyse,eğer bir koşutluk kurulması gerekiyorsa,bu koşutluğun dünya uygarlığına belli anları ve durumları arasında da uçurumlar olmaması gerekmez mi?

Olmaması için neler yapılabilir?Her şeyden önce,çözülmeye yüz tutmuş barış ortamı,savaşlar,gelenekler,ihtiraslar,dinler ve mezhepler kavgası;sanattan uzaklık,teknoloji alanlarında bir çatı altında toplayan ve belli bir noktadan sonra idare edilemeyecek kadar karmaşık yapısı nedeniyle  üstümüze çöken  emperyalizm denilen büyük ve acımasız canavardan kurtulmalıyız.

Bunlar dünyadaki bir çok ülkeyi kültürsüz,gelişmemiş,az gelişmiş ve gelişmiş gibi sınıflara ayırarak o ülkelerin yer üstü ve yeraltı  zenginliklerini ele geçirmek için gâh siyasi gâh zor kullanmaktan çekinmezler.

Modern çağın tetiklemesiyle,her gün değişen yaşam koşulları insanların aşırı ölçüde artan iletişim, ulaşım olanaklarından yararlanarak birbirleriyle bağlantı kurup yoğun kalabalık bir nüfus kasaba ve köylerini 
terk ederek büyük şehirlere akın ediyorlar.Sıradan insanların  yan yana gelerek yeni yerlerinde bir bohem hayatı yaşandığı kozmopolit bir çevre kuruyorlar.Bir zamanlar en çok üç katlı evlerin o sessiz ve sade yaşam standartına kazmalar vurularak,onların yerlerine 10-15 katlı binalar kurularak bütün yeşil alanlar yok edilip buralara göç edenler dolduruyor.

Şehirlerin eski sakinlerinin bir çoğu şehri çalışmak amacıyla kullanıp şehir dışındaki evine kaçıyor.Bugün çok katlı ve birbirine yapışmış binalar şehre nefes aldırmıyor,çirkinleştiriyor,hava kirliliğine neden oluyor ve berberinde çöp yığınları arasında geçilmez kale duvarı gibi duruyorlar.

Köyünü terk edip şehirlere gelen köylü de elindeki tek orağı kuyuya düşürmüştür.Orağını kuyudan çıkarması için bir mucizeye ya da  köyüne dönmekten başka çaresi yoktur,ama ne yazık ki köyüne de dönemez.Yeni nesil aile üyeleri büyük şehrin büyüsüne bir şekilde kendilerini kaptırmışlardır.Sabredip  köyünde kalanlar yeni ekim ve üretim teknikleriyle daha bol ve kaliteli ürün almaya başlamışlardır.Fakat bunda da sorun üretimde yapılan giderlerin satılan ürünle karşılanamamasıdır.

Teknoloji alanındaki büyük ilerlemeler ne yazık ki beraberinde bazı sorunları da getirmiştir.Hibrit tohumlarından üretilenlerin GDO yani genetiğiyle oynanmış olması daha fazla ürün alınmasını sağlamış,ama sağlığımız açısından oldukça tehlike doğurmuştur. Bunun yanında ormanların yok edilmesiyle suların azalması,havanın mevsimleri şaşırtacak biçimde değişmesi,yeşil alanların kirletilmesi belli hayvan türlerinin neslinin tükenmesine tanıklık diyoruz.

Çağın içinde yaşarken bize sunulan yenilikleri doğal şartları bozmadan ve aşırıya kaçmadan gerekli zamanda gerekli yerde kullanarak hayatımızı daha yaşanır duruma getirebiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfi Özkan Arşivi
SON YAZILAR