Müslümanlar zafere ulaşacak


Müslümanlar zafere ulaşacak mı? Elbette ulaşacak; çünkü Allah cc dört dörtlük inançlı insana zafer vaad etmiştir. Acaba Allah"ın cc hükmünün elbet bir gün yeryüzüne egemen olacağından kuşku içinde olan ve bu nedenle dünyada egemen olan rablere kulluk edenler, kuyruksallayanlar, o holdingler sahibi rablerin kurdukları kulüplere, derneklere üye olanlar, kendi ideolojisini egemen kılmak için düzenlediği sosyal etkinliklere katılanlar olduğu sürece Allah"ın hükmü zann altındadır;
“Yine Allah'a karşı; kötü hayalet sanrısı gibi sanrı gören müşrik ikilemci erkek-kadınlara azap etsin. Uğursuz sanrı güçler başlarına çöksün! Allah, üzerlerine öfke yağdırmakta, onları kargımakta ve onlar için cehennemi hazırlamaktadır. O, ne kötü gelecek vatan!” Fetih Sûresi: 4. 
Allah cc insanlara buyuruyor ki: “Allah"ın hükmüne karşı saldırgan tavır içindeki ve devlet düzeyinde eylemelerde bulunan holdingleşmiş sermaye sahiplerine kuyruk sallamak, Allah cc katında sui zann olarak değerlendirilmektedir.
Allah"ın cc hükmüne karşı kötü zann beslemek ve bu nedenle dünyanın silah tüccarı müşriklerine karşı korku içinde olmak ve o holding sahibi bankerlerin çevresinde el pençe dolaşmak, Allah"ın cc hükmüne karşı kötü zann beslemek anlamındadır. Fetih nesli olmak o kadar da kolay bir şey değildir. Yürek ister; eğer dünya bekçiliğini elinde bulunduran ve geliştirdiği en son silahlarını zavallı Müslümanların üzerinde deneyen ve azınlık statüsündeki Müslüman vatandaşları mal olarak gören Firavun nesline ve İsrailoğullarına karşı hiçbir yaptırım uygulayamayan iktidar sahibinin vatandaşı isen fetih nesli olamazsın.
Allah"a karşı kötü zann besliyorsun demektir. Allah cc:  “Uğursuz sanrı güçler başlarına çöksün!” buyurmaktadır.
Uğursuz sanrı güçleri, İsrail"dir, ABD"dir ve emrindeki petrol silahına sahip Müslüman ülke insanlarıdır.
İsrail karşısında neden bir şey yapamıyoruz ve neden eli kolu bağlı olarak bekliyoruz? Çünkü biz kendi aramızda sıkı fıkı değiliz. Birimiz nalına vururken ötekimiz mıhına vuruyor. İşte bu Müslümanlar, Allah"ın  nusratına nail olacak fetih nesli olamaz.
Bu bağlamda aklıma bir olay geldi. Geçenlerde internette gezinirken, bir Müslüman yazarın araştırma ve yorumlama yazısını ilgiyle izledim.  Ehl-i Beyt ve Kur'an karşılaştırması yapmış.
“Siyaset etmenin gerekleri ile muktedir olmanın gerekleri farklı farklıdır. Dünya büyük bir merkezkaç kuvvetiyle kaçmak için çabalarken, güneş ısrarlı bir cazibe ile onu kendi mihverinde tutmak için güç sarf etmeseydi şu hayat ve güzellik olmazdı” diyor ve incelemesini sürdürüyor: 
“Siyasetteki muhalefetin de böyle yüksek bir manası ve gayesi vardır… İktidar, sınır ve kayıt tanımaz; muhalefetsiz her fikir, iş ve çıkışın yıkım olmaması için güçlü bir muhalefeti de bünyesinde barındırmalıdır. Muhalefetini içinde barındırmayan bir hareket, tefessüh eder yok olmaya yüz tutar”.
Şu noktaya varıyor:
“Hz. Peygamber ümmetine iki sağlam mizan bırakmış: Kur"an, Ehlibeyt!
Kur"an, insanın kuşanacağı en iyi kumaşı üretip ortaya koymuştur. Herkes o kumaştan kendi kametine uygun bir kıyafet çıkarsın diye… Zaman ve iklime göre giyim kuşam değiştiği gibi, Kur"an"dan istihraç edilecek mana ve hükümler de öylece değişir…
Siyasette Hz. Ali taraftarları Hz. Hasan ve Hüseyin soyundan gelenleri, "iktidarın doğal ve meşru sahipleri" saydılar… Hz. Ali"nin yanında yer almayı, "doğru tarafta" yer almak olarak algıladılar ve iktidarın o günkü sâikleri açısından da doğru bir siyaset yaptılar”.
Dini, iktidarların sultasından korumak gibi üstün bir görevi Ehlibeyt"in omzuna yüklemişti. "İmamet" meselesi, Sünni olmayan bütün Müslümanlar nezdinde imanın esasları içine girdi…
Kur"an bu hakikate şöyle dikkat çeker:
“İyi bilinmelidir ki her uygarlığınız için, pek çok siyasî irade ve mezhep seçme özgürlüğü tanıdık. Allah dileseydi sizi tek seçenekli bir ümmet olarak da programlardı. Ama sizi, seçtiğiniz siyasî iradeyle sınavdan geçirmek için öyle yapmadı. Öyleyse hep Allah'ın iyi değer hayrını seçmekte yarış düzenleyin. Topyekün tersyüz oluşunuz Allah'adır; çözülmeniz yüzünden size nebî haberi verir.” Mâide Sûresi: 48.
“Bugün ümmetin kahir ekseriyetini temsil eden "ehli sünnet ve"l cemaat" olan "Sünnî aks" ise "Ehlibeyt" kavramından "Sünnet" dediğimiz, "Hz. Peygamber (asv)"in, hal, duruş ve sözleri"ni anladılar. “Ehlibeyt"ten maksat, Hz. Muhammed (asv)"in yaşayış ve ahlakıdır, örnek yaşamıdır” dediler ve onu siyasetin dışında bir alanda tuttular”.
Araştırmacının en çok dikkatimi çeken nokta şurası:
“Din her ne kadar dünyevî alanı da tanzim ediyor olsa da, bu alan, Kur"an"ın maksatları bakımından yüzde 10"luk bir alandır. Geri kalan yüzde doksan, tevhit, nübüvvet, ubudiyet ve adalettir. Bu temel dört maksattan sadece adalet, doğrudan siyasetle ilişkilendirilebilir. Diğerlerinin tamamına yakını bireysel maksatlardır”.
Dünyevî hayatı düzenlemek, Kur"an-ı Kerimin birinci konudur. Hz Peygamberimiz Medine devletini Hıristiyan ve Yahudilerle ilk kurduğu dönemde geçici anayasasını da düzenlemişti. Hz Peygamberimizin Mekke"den Medine"ye hicreti de devletini kurabilmek amacını gütmekteydi. Yoksa ne diye doğup büyüdüğü ve insanlarıyla birlikte olduğu Mekek"yi terk etsin.
Araştırmacı diyor ki:
“Devlet kurmak, Kur"an"ın "zımnî" maksatlarındandır, aleni maksadından değil. Siyaset de öyle…”
Araştırmacı, Muaviye sevgisinden midir nedir? Hiç onun adından söz etmemektedir. Suçu ve suçluları tamamen dışta aramaktadır:
“Yaşantısı ve olaylar karşısındaki duruşlarıyla Kur"an"ın onayını almış ve daha dünyada iken, cennetle müjdelenmiş insanların savaşlarda karşı karşıya geldiklerini görebiliriz” diyor. Oysa ki “aşere-i mübeşşere” hadisine sağlıklı bakmayan çoğu Müslüman âlim bulunmaktadır. Şahsen ben de iki görüş arasında gidip gelmekteyim.
Araştırmacımızın h,ç üzerinde durmak istemediği Muaviye, Şam"dan özel kuryeler ve ajanlar göndererek Hz Ayşe RA, Talha ve Zübeyr"i RA kendi saffına çekmeyi başarmış ve bu aşere-i mübeşşereden zatları Hz Ali"nin KV aleyhinde kullanmıştır.
Araştırmacı: “Dediğimiz 10 kişiden yedisi Sıffin Savaşı"na ulaşmışlar ve bunlardan dördü bir tarafta üçü bir tarafta yer alarak birbirilerine kılıç çekmişlerdir. Ama bu halleri, bir tarafı "iyi" diğer tarafı "kötü" yapmamıştır. İmanları, onlara doğru bir yaşam edinmelerini sağladığı halde, siyaseten doğru veya yanlış tarafta yer almalarına mani olmamıştır…
Bu da şu anlama gelir: Dünyanın nasıl idare edileceği meselesi, dinî bir konu değildir. Ve vahyin ilgi alanına ancak dolaylı yoldan girmektedir. Onların hallerinden ve tutumlarından anlıyoruz ki, "siyaset ediş usulleri" dünyevî tercihlerdir. Ve ceremeleri de dünyada çekilir! Yoksa Kur"ani bir mesele olsaydı, sahabe bu meselede de ittifak ederdi” diyor ve Muaviye ve yanlılarının Kur"an açısından işlediklerini hiç hesaba katmıyor.
Tıpkı Saddam Hüseyin"in politikasını uygulayıp Arap Milliyetçiliğini ön planda tutan Muaviye, Hz Muhammed"in SAV İslam Milliyetçiliği politikasının takipçisi Hz Ali"yi KV tarih sahnesinden silmek için silahlı mücadele vermiştir.
Şimdi Filistin davasında da aynı sosyal çıkmaz ve kısır döngüyle karşı karşıyayız. Bugün Mısır ve Suûd Kırallık ailesi, Hamas güdümündeki Gazze Müslümanlarının yanında yer almamaktadırlar.  Bugünkü Ehl-i Sünnet yanlıları da aynı yanlışı sürdürmektedirler.
Eğer Müslümanlar daha tutarlı politika izleseler, düşmanlarını iyi belleseler ve o ortak düşmana karşı birlikte savaş verebilselerdi İsrail bu kadar serbestçe soykırım uygulayamayacaktı. Ey Müslümanlar, yukarıda alıntı yaptığım araştırmacı kardeşimin görüşündeki Ehl-i Sünnet anlayışını sürdürürlerse İsrail daha da devleşecektir.
 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Salih Parlak Arşivi
SON YAZILAR