Anlamın üzerine kusmak!

“Bir şair, intihar etmek isteyen genç bir kadına dur diyordu, daha senin için bir şiir bile yazılmadı.” Cemil Meriç.


Mevlâna Celâlettin Rum-î Horasan'ın Belh şehrinden kalkıp Anadolu topraklarına geldiğinde şöyle demişti, “Ben bu topraklara değil de başka bir yere gitseydim, şair olup bu güzel dizeleri (Mesnevi)'yi yazamazdım” diyor bu âşık adam. Bu toprakların havasından mıdır yoksa suyundan mıdır nedir bilinmez, "Her beş kişiden altısının şair olduğu" bu güzel ülkede yaşıyoruz. Kim demişse, "Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde buğdaydan sonra en çok köylü yetişir" lafını, oysa şair yetişir demesi gerekirdi. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde buğdaydan sonra en çok şair yetişir.


Bu yüzden hala üzerine şiir yazılmamış bir kadın kaldıysa bu memlekette o da o kadının şanssızlığı artık. Ki günümüzde üzerine güneş doğmuşta şiir yazılmamış bir şey kaldı mı? Kalemini sallasan şaire değecek o derece yani. İyi de şiirden ne anlıyoruz? Ya da bir şey anlamalı mıyız? Şiirin teknik sorunudur, “Şiirde anlam olmalı mı?” sorusu. Bu ise günümüze kadar tartışıla gelmiştir. Haşim, “Bir şiirde mana aramak güzel bir yaz gecesinde öten bülbülü sesi için öldürmeye benzer” der. İstenen şey, okurda bir ruh hali yaratmaktır. Yine aynı Haşim, şiir lisanı söz ile musiki arasında, sözden ziyade musikiye yakın bir lisan olarak tanımlar. Denir ki, şiirde anlam şair tarafından hazır verilmez ve anlama ulaşma okurdan beklenir. Bizim, yani okuyucunun çabası gerekir. İlhan Berk; “Ben, diyor 1953'te anlamın üzerine kusarak kendimi buldum. Anlam dünyaya vergidir”.


Her ne kadar şair enflasyonu olsa da bir o kadar da anlamsız şiirler vardır. Bu oran sosyal medyada daha da yüksektir. Bu konuda ikinci yeni akımının öncüsü Şair İlhan Berk'in eline kimse su dökemezdi ama lakin sosyal medyada ki şiirleri görünce bu fikrimden vazgeçtim. Ki o bile şiire anlam katmak için anlamsızlığa yöneldi. O anlamsız, anlaşılmaz, o gudubet kelimeleri alt alta yan yana koyup şiir oluşturmalar. Kötü müteahhidin yaptığı estetikten yoksun binalar gibi. İyi ki kitap haline getirilmiyor. Absürt şiir olsa yine sorgulamayacağım olabilirliğini. Yurdum insanının Posta Gazetesi'ne yazdığı “şaheser” şiirimsileri saymıyorum bile. Can Yücel okuyup görse mezarında ters döner. Hatta ben bile “Isı Yokluğu” adlı şiirimde anlamın üzerine kusacak gibi oldum ama sadece tükürmekle yetindim. İğneyi önce kendime batırayım.

Emeğe saygı filan beklemeyin lütfen. Ortada hali hazırda bir emek yok. Üstelik kendimi, şair olmaya çalışan mizah yazarı diye adlandırmaya çalışırken. İnsanı şiirden soğutuyorlar resmen. Kaliteli şiir okuyamaz olduk. Şiir dünyamız hiçbir derinliği ve estetik değeri olmayan, lalettayin cümlelerle oluşturulan sefertası şiirleriyle doldu.

Ya bir açın önümüzü de sade duru tertemiz şiirler okuyalım Yunusça.

Şair Orhan Duru'ya kulak verelim:"Gör çöplükte gülleri, duru toprak arasın sen." Ya da: " Yunus örterdi usulca, Freud açar."

Peki, nedir ki şu satırlar: “Lacivert akşamların buğulu gözleri vardı. Çapaklarını sildi kumların. Mor gecelerden kalan sayıklamalarım, karanlığı sıyırdı. Erguvan düşlerim vardı, bilinmeyen sokaklarda vs. vs…

– Nereye gidiyorsun? Şiir yazmaya. Ya sen? –Ben, anlamın üzerine kusmaya gidiyorum! Daha şiir kesecektik.

Bu arada bende yeterince malzeme var; çatlamış toprak, günbatımı, sonbahar, kuru yaprak, lacivert akşamlar, seher vakti, mor hayaller vs... isteyen “şair”lere verebilirim. Meccanen!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Adem Ertürk Arşivi
SON YAZILAR