M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

S. AHMET ARVASÎ'NİN ŞÂİRLİĞİ/ 1

                        

  S. Ahmet Arvasî, kendisini şâir olarak kabul etmez.

     Der ki: "Vaktiyle şairliğe özenmiş ve yazdıklarımı "Sır" adını verdiğim bir kitapçıkta toplamıştım. O zaman, Ahmet Cezzar Arvasî  imzasını  kullanıyordum. 1955 yılında, daha yirmiüç yaşında bir delikanlı iken yayınladığım ve mürettip hataları ile dolu bu kitapçığımı, her nedense hiç sevemedim ve âdeta şairliğe küstüm. Kendimi , fikrî çalışmalara verdim. "

     ( Bknz: S. Ahmet Arvasî, Şiirlerim, Berekât Yayınevi, İstanbul 1989, Sf. 5 )

     Arvasî  Hoca, sözlerini şu cümlelerle bitiriyor: "Daha  sonra, yıllar önce yazdığım şiirlerimi tekrar gözden geçirmek ihtiyacını duydum. Böylece, bu dosya meydana geldi. Kimbilir, belki, birgün onları, yeniden yayınlamak ihtiyacını da duyabilirim. Yahut, birileri çıkıp bunu yapabilir. Yahut, çocuklarım için bir hatıra olabilir. " ( Bkn: a.,g.,e., Sf. 6 )

     Bu satırları , 1989 yılında- vefâtından sonra- yayınlanan "Şiirlerim " adlı kitabının "Takdim"inden naklettim ve düşündüm : Acaba; 1955 yılında, yirmiüç yaşında olan başka gençlerden kaçı, bırakınız  onu kitap hâline getirmeyi , şiir okumayı veya şiir yazmayı zihninde geçirmiştir? Ve onlardan kaçı, "yazma cesâreti yanında ", onları beğenmeme ve bundan dolayı da  "yırtıp atma cesâretine " sâhip olabilir / olabildi? 

     Târihin bizi taşıdığı bu günlerde bile, okuma nispetimiz dünyanın en gerilerinde bulunduğu hâlde, O, bu yazma azmini nereden ve nasıl kazanmıştı? Bu durum, kendisinden mi, âilesinden mi, çevresinden mi yoksa maârif sisteminden mi ileri geliyordu? Düşünmek lâzım!

     Son cümle olarak da : " Kendimi, fikrî çalışmalara verdim " diyor.  Acaba, bugün,  adını sayacağım  kitaplarından kaçımızın haberi var? Haberi olanların kaçı, bu kitapların kaçını okumuştur? Okuyanların kaçı , onlar üzerinde değerlendirme yapmış / yapabilmiştir?  Bunu da düşünmek lâzımdır.  Ve her hâldeki sebepleri araştırmak ve tahlile tâbi tutmak lâzımdır.

    Herbiri birer hazîne değerinde olan bu fikir kitaplarının isimleri bile, insanı bir hedefe doğru  dâvet etmektedir.

       Bunlar: "Kendini Arayan, İnsan ve İnsan Ötesi, İlm-i Hâl, Diyalektiğimiz Ve Estetiğimiz, Doğu Anadolu Gerçeği, Eğitim Sosyolojisi, Emperyalizm Oyunları, Devletin Dini Olur mu ?, Kadın Erkek Üzerine, İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri, Size Sesleniyorum - 1, Size Sesleniyorum - 2, İnsanın Yalnızlığı ve  üç ciltlik Türk- İslâm Ülküsü " dür.

     Kendisi; 96 sayfalık  "Şiirlerim " adlı kitabındaki şiirlerini, 16 yaşından başlamak üzer e 53. yaşına kadar bölüm başlıklarıyla sunmuş ve en son şiiri de  1985 târihini taşımaktadır. Ana temalarını, İslâmiyet, Türklük ve içtimâî mes'eleler  olarak tasnif edebileceğimiz  eserde 48 şiir yer almaktadır.

     1949 yılında, 17 yaşında iken, 7+7 = 14 ' lü hece vezniyle  yazdığı "Özleyiş " başlıklı şiirinde, tam bir " Turancı " dır:

                       

                           " Tuna neden köpürmüş, Kırım neden inliyor?

                            Nerde parlayan kılıç, nerde o akıncı ced?

                            Şimdi Hazar uzaktan feryâdımı dinliyor.

                            Ayrıldı mı Kafkaslar yurdumdan ilelebed ?

                              ( ... ) Nerde bütün Türkeli, Taşkent, Buhara nerde?

                               Müslüman - Türk ülkesi Büyük - Mâvera nerde?

                               Asya'yı, Avrupa'yı titreten nâra nerde?

                               Vatan parçalanınca yüzümüz gülmez elbet.

                              Yüce İslâm âlemi, boyun eğmiş haçlıya,

                              Vicdanı yosunluya, elleri kırbaçlıya,

                               Zaman hasret duyuyor başı hilâl taçlıya,

                               Nerede kaldı tarih, nerde bizdeki heybet."  ( Sf. 15)

     1949 yılında, 17 yaşındaki bir delikanlının ortaya koyduğu bu  "tablo" nun, bugün neresindeyiz?  " Vicdanı yosunlu " , " başı hilâl taçlı " gibi terkibleri, bugünün şâirlerinden kaçı mevzû yapabiliyor? Ve, " Asya'yı , Avrupa'yı titreten nâra " ile, "bizdeki heybet "  - hâlâ -nerededir?

      Bir mısrasında: "Gönül İslâmla yaşar, başkası bomboş ve harab " ( Sf. 47 ) diyen Şâir; "Hududumu Sorarsan " başlıklı beytinde,  nihâî hedefini işâret eder:

                                          " Uzan tâ Endülüs'ten, geç Altay'dan o yana,

                                          Sibirya hudûdundan inerek çık Ummân'a. " ( Sf. 51 )

     Bilinmelidir ve asla unutulmamalıdır ki; büyük millet, dâimâ büyük hedefleri olan millettir. Bu şuûr, bir milletin her ferdine nüfûz ettirilmedikçe de, bu büyüklüğü temin etmem mümkün olamaz.

      Gerek Türk âleminin ve gerekse İslâm âleminin bu hedeflere ulaşabilmesi için , Şâir, ilkönce, kendisinin de mensubu olmakla ifitihar edip şeref duyduğu Türk milletini vazîfeli görür ve şöyle haykırır:

                                          " Boğsun mu şafakları, bu zulüm, bu karanlık,

                                            Rûhunu alev sardı, uykudan uyan artık." ( Sf.52 )

       Yirmiiki yaşında ( 1954 ) yazdığı bu iki beyit, bugün için bile ne kadar önemli ve düşünülmesi gereken  hususlarla doludur.

       " İki Nisan" başlığını taşıyan, ve  "Van'ın düşman işgalinden kurtuluşu" na ithâf ettiği uzun şiirinde, Türklüğe düşman unsurları işâret ettikten sonra şöyle diyor:

                                                  

         " Ben, serhad boylarında Türk'ün uysal evlâdı...

            Lâkin yurduma düşman alçakların cellâdı...

             Ben serhad çocuğuyum, vazifem nöbet benim.

             Tarihi tarih eden Türk'teki  heybet benim. "  (1958)  ( Sf.  64 )

         S. Ahmet Arvasî, vefâtına kadar fikrî çizgisini asla değiştirmemiş , bu hususta daha da derinleşerek devam etmiş, tefekkür ehli olarak milletin önünde yürümüş, ufkunu açmıştır.  1982 yılında yazdığı  " Türk Yine Destanlaşacak " başlığını taşıyan - elli yaş -  şiirinde, fikrini büyük bir heyecanla ifade etmektedir:

          " ( ... ) El değmemiş bahçeden ırkım ahlâk dererken

             Vatan aşkı imanla gönülde sulanacak.

             Kendini kaybetmiş Türk, kendisini ararken

              Ve ufuktan Türk-İslâm güneşi parlayacak

              Kızılllar ve karalar karanlığa kaçarken

               Kanı coşup, atları göğe kanat açacak

                ( ... ) Dünya durdukça bu ruh Türk ve İslâm kalacak

                Diğerleri ya olsun, veya olmasın derken.  " ( Sf. 79 )

    (Devamı yarın)

                     S. AHMET ARVÂSÎ'NİN ŞÂİRLİĞİ / 2

(Dünden devam)

 

        Şüphesiz ki ; S. Ahmet Arvasî'nin şiirlerinde  tasavvufî  temalar da çok hârika bir şekilde işlenmiştir. Nesirde gösterdiği üstün mahâretini, aynı fevkalâdelik ve mükemmellikle şiirlerinde de göstermiştir.

       " Tefekkür " adlı şiiri, bu tarzın çok mühim bir numûnesidir:

                                        "  Dünya ağır bir yüktür,

                                          Onu atmayan bilmez.

                                          Hayat, " ölmeden ölmek "...

                                          Bunu, tatmayan bilmez.

                                          " Yok " -cihana yabancı-.

                                          " Varlık"- beynimde sancı-.

                                          Ne garip " mahlûkum " ben,

                                          " Mahlûk " bana yabancı.

                                          Bende özlemi Hakk'ın.

                                          " Ben " , neden O'na uzak?

                                         O, neden bana yakın?

                                          Mahlûk, mahlûka tuzak...

                                          Ne " varım" ne " yokum " ben,

                                          Yalnız Allah büyüktür. "

        Bu şiir beş bölüm hâlinde sunulmuş ve her bölümünde farklı bir tema işlenmektedir.  Fakat herbiri birbirini tâkip ediyor ve tamamlıyor.  Takdîm ettiğimiz birinci bölümün ardından üçüncü bölümü nakletmek istiyorum.  Şâir; mükemmel bir şâirânelikle  dilek ve temennilerini  şu mısralarıyla ortaya koymuştur:

                                         " İki kanadı " yer " in

                                         Biri " dün " , biri " yarın " .

                                          Bâtıl, " kesretin " adı.

                                        Bana " Tevhidi " verin.

                                         Yıkın bütün putları,

                                         Karanlık " umutları ".

                                         Bir Allah'a yalvarın. " 1979 ( Sf. 76 )

     Yine bu tarz şiirlerinden biri olan " Dünya" başlıklı şiirinde de şöyle diyor:

                                     " İşte gördük seni dünya,

                                      Ne gerçeksin, ne de rüyâ,

                                     Bir resim çizilmiş suya,

                                      Sahte ışık, sahte boya...

                                      ( ... )Madde, mânâya anahtar,

                                      Fenâ, bekâya anahtar,

                                      Toprak, semâya anahtar,

                                      Açar kapıyı Mevlâ'ya. " 1985 ( Sf. 93 )

     S. Ahmet Arvasî'nin içtimâîyatçı - mütefekkir tavrı, bilhassa son dönem şiirlerinde bâriz bir şekilde kendini göstermektedir.  İnsanı ve cemiyeti tahlilci / analizci mizacı, ilimle san'atı âdeta yekpâre hâle getirmiş ve ele aldığı mevzûdaki bilgilerini / görüşlerini  tesirli bir şekilde takdîme muktedir olmuştur.

       " Mâceramız " başlıklı şiiri, insanın yaradılışından dünyâya gelişine ve  ölümüne  kadar taşıdığı mes'uliyete , ölümünden  sonra âhiret hayatına  taallûk eden sırlara cevap arar.

     İçtimâî bir varlık olarak ," en şerefli " ve " en güzel biçimde yaratılan insan ", " dünyâ  tarlası " nda elde edeceği verimle kıymet bulmadadır ki, Şâir,  ondörtlü hece vezniyle yazdığı beş kıt'alık şiirinde bunu şöyle anlatır:

                                " Mutlu oluruz sandık " Dünya " denen bu yerde,

                                 Hayâller tuz-buz oldu, başımız girdi derde.

                                  Binlerce "dün " ve " bugün " böyle akıp gider de

                                  Mutluluk at koşturur nedense hep ilerde!

                                    Birlikte yoğurmuşlar, bakın, hazla elemi,

                                    Zıtlar, nasıl buluşmaz, Yaradan emreder de?

                                    Ne de güzel gizlemiş, Allah, gerçek âlemi:

                                     Ölümsüzü ölümle, sevinçleri kederde.

                           " Gerçek Varlık " sır olmuş, " yokluk " sanki var gibi.

                             Ölümsüzlük tavrında gönüller beraber de.

                             " Tevhid " perde ardında, " kesret " taş duvar gibi,

                              Yerlerin kurtuluşu gökten inen haberde!..

                                           Bir kısmet işidir ki, idrâke göre sırlar,

                                            Açılır perde perde, kapanır perde perde.

                                             Bir yaratma ânına sığdırılmış asırlar,

                                             Yumaklanmış çilemiz, bir film gibi, kaderde.

                             Boşaldı zemberekler, yoruldu yelkovanlar,

                             Hâlâ soracak mıyız: " Kurtarıcımız nerde ?"

                             Ölümün ötesinde gerçek hayat umanlar,

                             Yaramıza son merhem, şimdi, Son Peygamber'de. " 1985 ( Sf.96 )

           Aslında, bu şiirde, mâhirâne bir şekilde işlenmiş mükemmel bir  " poetika " gizlenmiştir.        

           Meselâ; şu mısralara dikkat edelim:  " Zıtlar, nasıl buluşmaz, Yaradan emreder de?  ;  "Ne de güzel gizlemiş, Allah, gerçek âlemi: Ölümsüzü ölümle, sevinçleri kederde. " ; " Gerçek Varlık  sır olmuş, " yokluk " sanki var gibi. " ; " Tevhid " perde ardında, " kesret " bir duvar gibi ";   

            Ve  bilhassa şu iki  mısra, başlıbaşına bir makale mevzûudur ki, " zaman ve mekân  olarak " en uç sınıra kadar bizim beynimizi zonklatır, sınırlı tahayyülümüzü alt-üst ederler:

            " Bir kısmet işidir ki, idrâke göre sırlar "

            " Bir yaratma ânına sığdırılmış asırlar "

       Son söz yine O'nun:

       " Filozofi, zekânın ve aklın bir arayışı olarak, bir bakıma,  san'attan ayrı bir şeydir.  Ama unutmamak gerekir ki, insan zekâ ve aklı, duygu ve heyecanlarından bağımsız değildir. Kimbilir, belki de duygu ve heyecanlar insan zekâsının önemli bir yönünü temsil etmektedirler. "

        ( Bknz: S. Ahmet Arvasî, Diyalektiğimiz Ve Estetiğimiz, Türkmen Yayınevi, İstanbul 1982, Sf. 139 )

     

         

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR