M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

DİLİMİZ-ESTETİĞİMİZ-ŞİİRİMİZ/1

  A. Dilimiz

         Başlık, umûmî bir ifadeyle 'Dil - Estetik - Şiir' olabilirdi. Daha evvelce kaleme aldığım "Poetikalar Çatışması" (*) başlıklı geniş muhtevâlı makalem ile, "Kendi Kalmak ve Ben'i Yaşatmak" (**) başlıklı makalemde, bu hususu, umûmî bakış olarak sunduğum için, mes'eleye biraz daha farklı - kendimize mahsus / millî - bir cepheden bakmayı düşündüm.

     Şüphesiz ki, ana temalar / temel kaideler aynı kalmak şartıyla, mes'elenin 'kendimize mahsusluğu' tartışılabilir. Zâten, bu husus, târih boyunca da tartışılagelmiş ve tartışılmaya devam edecektir.

      Dil; her türlü sosyal ve ilmî faaliyetlerimizde, anlaşma, târif, ifade, îzah ve tasvir etme vasıtasıdır. Şiir san'atının da en mühim - birinci unsuru - dil'dir.

      Geçmişin  birikimlerini, kültür değerlerini, kazanılmış her çeşit tecrübe ve bilgiyi geleceğe intikalde birinci vasıta dil'dir.

     İlâhî emir olarak, Allahü teâlânın, "...dillerinizin ve  renklerinizin / benizlerinizin farklı / ayrı / muhtelif / değişik olmasındaki hikmetler / ibretler.." (1), bu bahsin birinci derecede önemine işârettir. Yâni 'dil', bize, hem dînî ve hem de 'millî' bir emânettir

     Dil'in farklı 'kültür dâireleri'ne hitap etmesi, ondaki bediî / estetik / güzel duyu'yu da farklı farklı teşekkül ettireceği gayet tabiî olmalıdır.  İnsanlık âlemi tek kalıp değildir. İnsanîlikte, insana saygı, sevgi ve hoşgörüde  birleşen bütün değerlerler,  muteber olmalıdır. Tahripçi, tedhişçi ve çirkin söz ve tavırlar, sanatın aslî  ve asîl maksadını aşan terennümler güzellik vasfıyla târiften uzaktır; öyle kabul görmelidir.

    Şüphesiz ki, bu noktada kabul görmek çok mühimdir. Çünkü; bu durum, doğrudan doğruya zevk'i ilgilendirir. Birinin zevkinin kabul gördüğünü, bir diğeri reddedebilir.

     Bunun içindir ki; her anlayışın / görüşün / telâkkinin / ekol veya mektebin bir estetik  tavrı vardır.

       Bu sebeple; her 'poetika'nın da kendine mahsus bir estetik / bediî anlayışa sahip olmasının gerekliliği münâsebetiyle,  başta dil olmak üzere, estetiğin ve buna bağlı olarak da şiirimizin 'bize mahsus'  oluşunun önemi kaçınılmazdır.

    Dünyâda arı / saf dil yoktur. "Halk diline geçmiş ne kadar Arapça ve Farsça kelime varsa hepsi Türkçedir. Ayrıca mevcut Türkçe kelimeler, sadece bizim bildiğimiz kadardır. Halis, feyizli ve mütefekkir Türkçe, bu üç dilden mürekkep bir hamurdur. Ve her islâh hareketi, bu hamurdaki lezzet, çeşni ve kıvamı bozmaksızın meydana gelmeğe mecburdur." (2)

        "Nasıl fikr, zikr, lûtf, gusl, birer hece ilâvesiyle dilimizde fikir, zikir, lûtuf, gusül, olmuşsa, böylece şivemizde yeni bir hususiyet almış olanları mutlaka o hususiyet altında, almamış olanları da sadece kendi sarf ve nahiv mimarîmiz içinde benimsemek, bundan sonra da bize hayat ve kâinat getiren o kelimelerin asla yabancı olmadıklarını ve hiç bir kelimeyle değiştirilemeyeceklerini bilmek lâzımdır." (3) 

      Esâsında, Yûnus Emre'nin Türkçesi denilen Türkçe budur.

       Dünyada mevcut herhangi bir dilin, İngilizce'nin, F(ı)ransızca'nın, Farsça'nın, Çince'nin veya Arapça'nın,  kendi hançeresinden gelen ses ve âhenk yapısı ile, dilimiz Türkçe'nin zarâfeti arasında, daha başlangıçta, farklılıklar olması tabiîdir. 

    Her dilin, kendine mahsus bir 'dil estetiği ve dil estetik birikimi' vardır. Bunda; insanlar arasındaki evlenmelerden, harplere kadar bütün sosyal tavırları ve güneşten, aydan, sudan havaya, depremden toprağın yapısına kadar tabiat unsurlarının menfî veya müspet tesirini  görmemiz mümkündür.

      Bu farklılıklar ve ardından da, bu kelimelere yüklenen mânâlar sebebiyle, farklı estetik telâkkiler / görüşler / anlayışlar da ardarda  belirmeye başlamıştır.

     Tabiîdir ki, estetik bakışlarda fikir / ideoloji kendini sâdece hissettirmez, kendini ortaya koyar.  Bu bakımdan; dil, hepsinden önce gelir ve müdâhil olur.

     Böylece; bir milletin varlık sebeplerinin başında dil gelir.  Bizim için Türkçe, bu mânâda, Türk milletinin vaz geçilmez varlık sebebidir.  İnce seslilerden teşekkül etmesi, kalın seslilerindeki iç âhenk ve sessizlerinin terennümlerindeki  ses vurgulamaları, onun okunuşundaki cezbediciliği artırmaktadır.

     Türkçe ve Türkçeleşmiş kelimelerin yanında, asırlardan beri süzülüp gelen Arapça, Farsça ve F(ı)ransızca'dan dilimize giren kelimeleri de kendi 'hançeremize' göre tanzim ederek, millî bünyemize dâhil edebilmemiz üstün bir kültürün,  şuûrun ve bediî kaabiliyetin tatbikatı olduğunu bilmemiz gerekir.

     Türk Dünyâsı Türkçesi, târihî dokusu / mayası / özü / cevheri / kimyâsıyla, kendine katılan  'meşrû kelimeleri' hazemederek yâni 'özüne' uydurarak yoluna devam edecektir / etmelidir.

      Bugün; bu kelimelerden birçoğunun karşısına, maalesef 'uydurmaları" çıkarılmış ve bu boğuşma esnâsında da, dilimiz hem bu uydurma kelimelerle ve hem de yabancı kelimelerle tahribe yönelmiştir. Uydurma'nın; türetme veya türetilme'den farklı olduğunun da bilinmesi gerekir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR