Asker sivilleşiyor!Ya...

Asker sivilleşiyor!Ya Ehl-i Sünnet kafa yapısındakiler

Nuray Mert diyor ki:
“Samimi olalım, bu demokratikleşme falan değil, umarım bir şekilde sonu o mecraya akar. Demokratikleşme dediğimiz de her zaman uhulet ve suhuletle olmayabiliyor, belki biz de bir buhranın ardından düze çıkarız”.
“Böyle bir ülkede demokrasi falan işlemez; gücü eline geçiren diğerinin canına okur. Askere gık diyememekten askere sövmenin meziyet hale geldiği noktaya doğru hızlı bir savruluş söz konusu, bu sivilleşme değil, savruluş”.
“Demokratikleşme kavgası vermekle, kavga etmeyi demokratikleşme zannetmek farklı şeyler. Bunu anlatmakta zorlanırsak, demokratikleşmede, sivilleşmede de çok zorlanırız.
“Sivilleşme değil, savrulma” diye güzel ve doğru bir tespit yapan Mert, “Düpedüz alabora olmaktan bahsediyorum” derken Türkiye"nin bölgede çıkacak krizlerde, savaşa, çatışmaya karşı dik duramayacak hale gelmesinden bahsederken, barışçı bir politika izlemek için gereken gücü de söylüyor.
Engin Ardıç diyor ki:
“Türkiye Cumhuriyeti"ni Türk milleti kurmadı. Türkiye Cumhuriyeti"ni, Türk milleti adına hareket eden askerler kurdular, bazı sivil memurlar da onlara yardımcı oldular. Bu yüzden de ordu hep “ayrıcalıklı” kaldı. Memleketin efendisi köylü falan değil, oydu.
Her devletin bir ordusu vardı ama Türkiye"de, tam tersine, ordunun bir devleti vardı! Aslında bu yeni ve beklenmedik bir gelişme de değildi, çünkü Osmanlı"da da bir “süper bürokrat sınıfını” oluşturanlar hep ayrıcalıklı olmuşlardı. Gelenek sürmekteydi.
Türkiye"de aristokrasi yoktu, onun yerine, aristokrasi gibi davranan memur zümresi vardı.
Burjuvazi de vardı ama bunlar gayrımüslimlerdi.
“ Besleme sermaye” olan TUSİAD; hep zayıf, hep Ankara"dan ödü kopan, sopanın ucunu görünce pısan bir “zengin zümresi” olarak kaldı. Bürokrasiye ilk ciddi başkaldırı olan Serbest Fırka"yı da, Demokrat Parti"yi de İstanbullu zenginler değil, Anadolu eşrafı örgütlemiştir.
Artık kasnaklar iyice çatırdıyor... İstanbul"un “laikçi” sermayesinin rüşdünü ispat edip de beceremediğini, Anadolu"nun dindar sermayesi başarmak istiyor.
İşte bunun için Anadolu kaplanı “Türk aristokrasisine” karşı son derece cesur, İstanbullu çıtkırıldım da son derece ürkektir.
Fransa"da da aslında öyle olmuştu. “Aristokrasinin ayrıcalıklarını ortadan kaldıran” o ünlü 4 Ağustos 1789 geceyarısı oturumuyla, yüksek rütbeli askerin ayrıcalığını ortadan kaldıran 24 Haziran 2009 geceyarısı oturumu arasında böyle bir benzerlik vardır.
Şimdi bir de Ehl-i Sünnet aristokrasisi bulunmaktadır. Türkiye İslam dünyasını kasıp kavurmaktadır. Ehl-i Sünnet bir cunta gibi, kendini yenilemeden ve üzerinde hiç düşünmeden 300 yıllık düşünceler üzerine toz kondurmamaktadır. Ehl-i Sünnet ve"l-Cemâ"a bizim de içinde bulunduğumuz câmiayı dillendirmektedir.  Ama 300 yıldır kendisini yenilememiştir. Her şey yenilenmiş; siyaset, asker, okullar, üniversiteler… her kurum çağın gereğince kendini yenilemiştir.
Ancak 21. yüzyılın dil ve mantığını kullanan bir din adamı kadromuz yok. Diyanet İşleri Başkanlığı; içi tamamen dinden imandan boşaltılmış ve siyasetin maşası olmuş.
İslam ayrı mezhep ayrı değildir
Dinimiz İslam adlı web sitesinde deniliyor ki:
“Mezhebe uymam Kur"anla amel ederim demek, kanunlara uymam, yalnız Anayasaya göre hareket ederim demek gibi yanlıştır. Çünkü Anayasada bütün hükümler, bütün cezalar bildirilmemiştir. Anayasa, kanunlara havale etmiştir. Kanunlardan başka tüzükler, yönetmelikler de çıkmıştır.
“Anayasa varken, kanuna lüzum yok” demek ne kadar yanlış ise, “Kur"an varken, mezhebe lüzum yok” demek, bundan daha yanlıştır. Kur"an-ı kerimi hadis-i şerifler, hadis-i şerifleri de mezhep imamları açıklamıştır. Kanunlar, Anayasanın gösterdiği istikamette hazırlanmış, mezhepler de, Kur"an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin gösterdiği istikamette teşekkül etmiştir.
Bu sitede açıklanan görüşlere aynen katılıyorum. Ancak bin küsür sene önce kurulan bir mezhebin ilk kurucusu Büyük Zata hürmetimiz sonsuz olsa da:
Kitaplarda geçen “Âlimlere tâbi olun!” Deylemi, “Âlimler rehberdir” İ. Neccar ve “Ulema, enbiyanın vârisidir” Tirmizi… hadislerdeki ulema, sadece mezheplerin kurucuları değildir. Bugün de aynı ulema vardır ve mezhep bu yeni ulemaya göre kendini yenilemek zorundadır.
   İşte bugünkü ulemaya yer vermeyen kuru kuruya bir mezhebin taassubunda bulunanlara karşıyız. Mezhepler, o mezhebi bugün savunan ulema ile kendini yenileyerek yoluna devam etmelidir.
İşte bu mantığı savunan yeni bir akımı geliştirmek kararlığındayım ve bu bağlamda yeni bir meal dile getirdik diye skolastik Ehl-i Sünnetçiler bana karşı çıkmaktadır. Müftülük makamını dolduranlar, İmam-Hatip Liseleri eğitim kadroları kapılarını bize kapatmaktadır. Bu dini düşünceyi sivilleştirme alanında benim mücadeleme lütfen ortak olun; tıpkı asker-hükümet gerilimi gibi. Bu gerilimi de barışa çevirelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Salih Parlak Arşivi
SON YAZILAR