Asker sivilleşiyor! ya ehl-i sünnet kafa yapısındakiler…

Uzun zamandır tartışılmaktadır: “Asker kışlasına… Hükümet işinin başına… Bunca halk açlığı varken askerle uğraşmak da neyin nesi? Halk, açlıkla pençeleşirken hükümet neden askerle uğraşır? Vatandaşın huzur ve güveni sağlanmadan demokratikleşme nasıl olur?

YÖK ve 1982 anayasası yürürlüğe girdiği gün işine son verilen, Uluslararası İlişkiler eski öğretim üyesi olan Haluk Gerger... ABD vizesi alarak eşi ile birlikte gittiği Amerika seyahatinde gümrükte sorgulanıp parmak izi alınmış ve tutuklanmış. Uğradığı kötü muamele nedeniyle ABD hükümetini 1 dolarlık sembolik manevi tazminat isteğiyle 2003 yılında mahkemeye vermiş. Karar 2006 yılında Yargıtay'da onanmış ve ABD mercileri yasal faiziyle birlikte 2YTL 23 kuruş ödemiş.

Rahmetli Turgut Özal"ın ölümünden sonra asker, aylık rutin Milli Güvenik Kurulu toplantılarında hükümete emretmiş. Bir ay sonra, hükümetin bir ay önceki ödevini yapıp yapmadığının hesabını sorgulamış. Kükremiş ve irtica ile mücadelede ne kadar mesafe alındığını sürekli teftiş etmiştir. Gündemin ilk maddesi her zaman ilk sıradaki ana tehdit maddesi irtica olmuş. Asker her zaman irtica"ı sorgulamış. Böylece yıllarımız geçmiş. Hep irtica ile ilgili askeri birimler kurmuş ve Batı Çalışma Grubu, JİTEM vb bir sürü önlemler alınmış ve yatılmış kalkılmış ve irtica denmiş.

Şimdi Yüce Mevlam hükümet makamına konumunu iyi bilen, aşırı çalışkan, kafasına koyduğu bir işi muhakkak başarmadan yerine oturmayan bir kulunu nasip etti. Nasip etti diyorum; insanlar sittin sene çalışsa ve çabalasa, kesinkes kendi başlarına iyi veya kötü insanı getiremezler. Çünkü toplumsal olayları eviren ve çeviren, toplumların başına Büyük İnsanları getiren ve geri alan Yüce Mevla"nın külli iradesidir. 28 Şubat"ı da getiren O"dur; 11 Eylül olayında İkiz Kuleleri yakan ve yıkan Yine O"dur:

“Onları sen değil, Allah öldürdü. Ateş ettiğin sırada onu sen değil, ancak Allah etti. Hem de, gerçek inanmış kişiler güzelce ağır sınavdan geçsin” Enfâl Sûresi: 17..

“Fethe yelteniyorsanız işte fetih ayağınıza gelmiş. Rüyanızdan vazgeçerseniz sizin için daha yerindedir. Yok dönek olursanız biz de oluruz. Size geleceklerin hiçbirisini savamazsa kalabalığınız neye yarar! Biline ki Allah, inananların yüreğindedir” Enfâl Sûresi: 18.

Biz ancak, hazırlanmış senaryolara parmak kaldırırız; sınavdan geçiriliriz. Verdiğimiz oylarla ve seçim sırasındaki propaganda döneminde ağzımızın çıkan beylik laflarla sınavdan geçiriliriz. Her attığımız adım, elimizle tuttuğumuz her şey, ağzımızdan çıkan her söz bizim imtihanımızın aracıdır. Kıldığımız namaz, tuttuğumuz oruç, verdiğimiz zekat ve sadakalar… tamamı dışa vurduğumuz eylemlerle tartılmaktadır. Bütün ibadetlerimiz, sandık başında verdiğimiz oylarla orantılıdır.  Allah cc, siyasi seçim öncesi, uğrunda mal ve canımızı siper ettiğimiz siyasi adamlar ve seçim sonrası ilk ziyaretine gittiğimiz ve çayını içtiğimiz parti veya belediye başkanının inancına göre dirileceğiz.

 Şimdi de hükümet, halkın kendisine yüklediği ödevini ve halkına vaat ettiklerini yapmaya çalışıyor. Dokunulmazlıkları ve sorgulanamazlıkları olanları normal yerlerine ve makamlarına getirmeye çalışıyor. Birisi de askerdir; yıllardır beslediği ve siyasi makamlara getirdiği, sivil toplum örgütü makamlarına taşıdığı kişi ve kadroları tek tek teşhis ediyor ve kelle koltukta, demokrasi savaşı veriyor.

Bir zamanlar, S. Demirel ve Gerger bir araya gelmişler.

Tabii Demirel'in baştan ayağa "demokrat" olduğu günler... Toplantı çıkışında Gerger'le ayaküstü sohbet etmişler. Demirel, büyük konuşmuş:

"Ben tezim" demiş, "sen de benim anti-tezimsin. Sen yoksan, ben de yokum. Anti-tezi olmayan bir tez geçersizdir çünkü..."

Gün olmuş, devran dönmüş. "Tez", Köşk'e çıkmış ve cumhurun başı olmuş, "antitez" hapse girmiş. Ve Gerger Hoca, bir görüş gününde mesaj göndermiş Köşk'e:

"Teze söyle... anti-tezi hapiste. Haberi olsun."

Anti-tez, anayasanın 8. maddesine muhalefetten hapiste yatarken, Demirel, "madde önüme gelince, konuyu askerlere soracağım" dedi.

Ve asker, geçen hafta peşin fikrini sorulmadan söyledi:

"8. madde aynen kalmalıdır. Değişmesi uygun değildir".

Demirel'in verdiği pasla, Genelkurmay, topu filelere taktı.

Şimdi Hükümet, Meclis, partiler istedikleri kadar görüşüp, uzlaşsınlar. Sonuç değişmeyecek, onlar da kendilerini Meclis'e gönderen seçmenlerine dönüp, çocuk gözlerle af dileyeceklerdir:

"Değişmesi uygun değilmiş... Babam öyle diyo..."

Lakin "Baba"nın farklı konuştuğu günler de olmuştur.

Nuray Mert diyor ki:

“Samimi olalım, bu demokratikleşme falan değil, umarım bir şekilde sonu o mecraya akar. Demokratikleşme dediğimiz de her zaman uhulet ve suhuletle olmayabiliyor, belki biz de bir buhranın ardından düze çıkarız”.

“Böyle bir ülkede demokrasi falan işlemez; gücü eline geçiren diğerinin canına okur. Askere gık diyememekten askere sövmenin meziyet hale geldiği noktaya doğru hızlı bir savruluş söz konusu, bu sivilleşme değil, savruluş”.

“Demokratikleşme kavgası vermekle, kavga etmeyi demokratikleşme zannetmek farklı şeyler. Bunu anlatmakta zorlanırsak, demokratikleşmede, sivilleşmede de çok zorlanırız.

“Sivilleşme değil, savrulma” diye güzel ve doğru bir tespit yapan Mert, “Düpedüz alabora olmaktan bahsediyorum” derken Türkiye"nin bölgede çıkacak krizlerde, savaşa, çatışmaya karşı dik duramayacak hale gelmesinden bahsederken, barışçı bir politika izlemek için gereken gücü de söylüyor.

Engin Ardıç diyor ki:

“Türkiye Cumhuriyeti'ni Türk milleti kurmadı. Türkiye Cumhuriyeti'ni, Türk milleti adına hareket eden askerler kurdular, bazı sivil memurlar da onlara yardımcı oldular. Bu yüzden de ordu hep "ayrıcalıklı" kaldı. Memleketin efendisi köylü falan değil, oydu.

Her devletin bir ordusu vardı ama Türkiye"de, tam tersine, ordunun bir devleti vardı! Aslında bu yeni ve beklenmedik bir gelişme de değildi, çünkü Osmanlı'da da bir "süper bürokrat sınıfını" oluşturanlar hep ayrıcalıklı olmuşlardı. Gelenek sürmekteydi.

Türkiye'de aristokrasi yoktu, onun yerine, aristokrasi gibi davranan memur zümresi vardı.

Burjuvazi de vardı ama bunlar gayrımüslimlerdi.

" Besleme sermaye" olan TUSİAD; hep zayıf, hep Ankara'dan ödü kopan, sopanın ucunu görünce pısan bir "zengin zümresi" olarak kaldı. Bürokrasiye ilk ciddi başkaldırı olan Serbest Fırka'yı da, Demokrat Parti'yi de İstanbullu zenginler değil, Anadolu eşrafı örgütlemiştir.

Artık kasnaklar iyice çatırdıyor... İstanbul'un "laikçi" sermayesinin rüşdünü ispat edip de beceremediğini, Anadolu'nun dindar sermayesi başarmak istiyor.

İşte bunun için Anadolu kaplanı "Türk aristokrasisine" karşı son derece cesur, İstanbullu çıtkırıldım da son derece ürkektir.

Fransa'da da aslında öyle olmuştu. "Aristokrasinin ayrıcalıklarını ortadan kaldıran" o ünlü 4 Ağustos 1789 geceyarısı oturumuyla, yüksek rütbeli askerin ayrıcalığını ortadan kaldıran 24 Haziran 2009 geceyarısı oturumu arasında böyle bir benzerlik vardır.

Şimdi bir de Ehl-i Sünnet aristokrasisi bulunmaktadır. Türkiye İslam dünyasını kasıp kavurmaktadır. Ehl-i Sünnet bir cunta gibi, kendini yenilemeden ve üzerinde hiç düşünmeden 300 yıllık düşünceler üzerine toz kondurmamaktadır. Ehl-i Sünnet ve"l-Cemâ"a bizim de içinde bulunduğumuz câmiayı dillendirmektedir.  Ama 300 yıldır kendisini yenilememiştir. Her şey yenilenmiş; siyaset, asker, okullar, üniversiteler… her kurum çağın gereğince kendini yenilemiştir.

Ancak 21. yüzyılın dil ve mantığını kullanan bir din adamı kadromuz yok. Diyanet İşleri Başkanlığı; içi tamamen dinden imandan boşaltılmış ve siyasetin maşası olmuş.

İslam ayrı mezhep ayrı değildir

Dinimiz İslam adlı web sitesinde deniliyor ki:

“Mezhebe uymam Kur'anla amel ederim demek, kanunlara uymam, yalnız Anayasaya göre hareket ederim demek gibi yanlıştır. Çünkü Anayasada bütün hükümler, bütün cezalar bildirilmemiştir. Anayasa, kanunlara havale etmiştir. Kanunlardan başka tüzükler, yönetmelikler de çıkmıştır.

“Anayasa varken, kanuna lüzum yok” demek ne kadar yanlış ise, “Kur'an varken, mezhebe lüzum yok” demek, bundan daha yanlıştır. Kur"an-ı kerimi hadis-i şerifler, hadis-i şerifleri de mezhep imamları açıklamıştır. Kanunlar, Anayasanın gösterdiği istikamette hazırlanmış, mezhepler de, Kur"an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin gösterdiği istikamette teşekkül etmiştir.

Bu sitede açıklanan görüşlere aynen katılıyorum. Ancak bin küsür sene önce kurulan bir mezhebin ilk kurucusu Büyük Zata hürmetimiz sonsuz olsa da:

Kitaplarda geçen “Âlimlere tâbi olun!” Deylemi, “Âlimler rehberdir” İ. Neccar ve “Ulema, enbiyanın vârisidir” Tirmizi… hadislerdeki ulema, sadece mezheplerin kurucuları değildir. Bugün de aynı ulema vardır ve mezhep bu yeni ulemaya göre kendini yenilemek zorundadır.

   İşte bugünkü ulemaya yer vermeyen kuru kuruya bir mezhebin taassubunda bulunanlara karşıyız. Mezhepler, o mezhebi bugün savunan ulema ile kendini yenileyerek yoluna devam etmelidir.

İşte bu mantığı savunan yeni bir akımı geliştirmek kararlığındayım ve bu bağlamda yeni bir meal dile getirdik diye skolastik Ehl-i Sünnetçiler bana karşı çıkmaktadır. Müftülük makamını dolduranlar, İmam-Hatip Liseleri eğitim kadroları kapılarını bize kapatmaktadır. Bu dini düşünceyi sivilleştirme alanında benim mücadeleme lütfen ortak olun; tıpkı asker-hükümet gerilimi gibi. Bu gerilimi de barışa çevirelim.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Salih Parlak Arşivi
SON YAZILAR