İbadet ve toplantılarda Allah'ın muradı

Namaz mı daha önemli, namazdaki saff düzeni mi? Daha iyi anlaşılması için yine soralım; oruç ibadeti mi daha önemli, yoksa oruç ardındanİ ıftar sofrası mı?

Ben de bu dinî metinleri okuyarak şu kanıya vardım ki Müslümanlık, siyasettir ve öncelikle gösteri dinidir. Bireysel, altından şamdanlıklar altında ve saçaklı halılar üzerindeki namaz Allah katında çok önemli değildir. Amma toplu bir kitle halinde ve tek çırpıda, hep aynı kıyafet disiplini ve kıyafet birliği içinde kılınan namazın değeri, Allah cc katında 27 kat daha fazladır.

Resûl-i Ekrem sav geceleyin namaza kalkmış idi. Abdullah bin Abbas ra da gelmiş Efendimizin sol tarafına durarak kendilerine uymuştu. Fahr-i Kâinat, namaz içinde bulunduğu halde, elini arkaya atıp onu başından tutmuş ve çekip sağ tarafına durdurmuştu. Buhârî, c. 1,sh. 177.

"İlk saflara Allah rahmet, melekler de mağfiret dileğinde bulunur" Ebu Davud, c. 1, sh. 181.. Safların sağ tarafları, sola nisbetle, daha hayırlı olmaktadır. Teşvik edici bu beyanlara rağmen, imamın arkasını yanılmalarda onu ikaz edecek, abdestinin bozulmasında imama halef olacak dirayetli kimselere bırakmalıdır.

Cabir ra anlatıyor: “Bir gün Rasûlullah sav yanımıza geldi ve; "Allah"ın huzurunda meleklerin saf tuttukları gibi siz de saflarınızı düzgün tutmaz mısınız?" buyurdu. Sahabeler: "Ya Rasûlallah! Melekler Allah"ın huzurunda nasıl saf tutuyorlar?" diye sordu. O da; "İlk safı tamamlarlar ve perçinlenmiş gibi birbirine bitişik dururlar" cevabını verdi.”

Peygamber Efendimiz bir hadiste: "Saflarınızı güzel ve düzgün yapınız. Omuzlarınızı bir hizada tutunuz. Açık bir yeri görünce, yavaşçacık kardeşinizin yanına sokulunuz. Aranızda Şeytana açık yer bırakmayınız."

Ashaptan Bera' ra: Rasûlullah Efendimiz namaza kalktığı zaman elleri ile Ashabının göğüslerine ve sırtlarına dokunur, safları düzelttikten sonra: "Saflarınız bozuk olmasın, sonra o bozukluk kalplerinize de girer" buyururdu demektedir.

Ebû Mes`ûd ra şöyle dedi:

Resûlullah sav namaza başlayacağımız zaman omuzlarımıza dokunarak şöyle buyururdu:

"Safları düz tutunuz. İleri geri durmayınız. Sonra kalpleriniz de birbirinden farklı olur. Aklı başında ve bilgili olanlarınız benim arkamda, onlardan sonra gelenler daha arkada, daha sonra gelenler daha arkada dursunlar." Müslim Salât 122.

Resûl-i Ekrem sav:

"Ya saflarınızı düzeltiniz yahut Allah Taâlâ yüzlerinizi ayrı ayrı taraflara çevirecek; bunu biliniz" Buhârî, c. 1,sh. 176..

 "Doğrulunuz ve ayrı ayrı hizalara durmayınız ki kalpleriniz birbirinden ayrılmasın" Müslim, c. 2, sh. 30. buyurmaktadır.

Safların düzeltilmemesi azim bir hatadır. Bundan dolayı Hz. Ömer, safları tanzim ve tertiple vazifeli kimseler tayin etmişti. Onlar safların doğrultulduğunu haber vermedikçe iftitah tekbirini almazdı. Hz. Osman ve Hz. Ali de safların düzgün olmasına büyük bir ehemmiyet verirlerdi. Saf teşkil eden cemaate "İstevû" (Doğrulunuz) diyerek ikazda bulunurlardı.

Safları doğrultunuz ve omuzlardan hizaya geliniz" sünen-i Ebû Dâvûd s. 666 buyrulmaktadır.

Allah Resûlü'nün ashabındaki kaynaşmayı ve sevişmeyi bugünkü cemaatlerde göremeyişimizin, aylarca aynı camide namaz kılan ve imamın arkasında yanyana duran iki müminin birbirinin adını bile öğrenemeyişinin sebebini araştırırken biraz da safların bozukluğu ve eğriliği üzerine eğilmek gerekeceği kanaatindeyiz.

Aynı dinin müntesipleri, aynı mezhebin mensupları, aynı meşrebin insanları ve hatta aynı üstadın talebe veya müridleri, birbirinden farklı fikir ve düşüncelerin insanları haline gelmiş, yekdiğerini yıpratmak için yapmadık iftira hazırlamadık tuzak bırakmamıştır.

Oruç konusunda da yanlış olarak hep sahur zamanından ıftar zamanına kadar aç durmanın faziletlerinden söz ederiz. Hiçbir hocanın ıftar sofralarına davetten ve davet edilenlerin kimlikleri üzerinden ödüllendirileceğimizden hiç söz edilmez.

Neden bu konu üzerinde bu kadar durdum dersiniz? Elbette Gazetemizin Sahibi ve öğrencimiz Sayın Adnan Bahadır"ın dünkü başyazısında üzerinde durduğu:

““Bu merasimlere katılıyor iken gözetmemiz gereken şey nedir?” diye yıllardır kendi kendime sorar dururum. Şayet Allah rızasını gözetiyor isek katılmamız gereken merasimler; kimsesizlerin, fakirlerin, garip ve gurebanın merasimleri olmalı. Yok kul hatırına katılıyor isek, onun da mantıklı bir açıklaması olabilir. İnsanların gönlünü almak çok sevaptır denilebilir. Ancak katıldığımız merasim ;merasim olmaktan ziyade gösteriş, riya ve hava atmaktan ibaret bir törense ne yapmak gerekir diye düşündüğümüzde cevabını bulmak biraz zor” cümleleridir.

Kıldığımız namazın bir ölçüsü vardır: saflarda ağa-paşanın iğrenmeden işçi ve giyinecek elbisesi olmayan zavallı insanların yan yana durmasıdır. Sosyal adalet ve eşitlik böyle gerçekleşecek. Ramazan orucunda… bakalım ıftarda kimleri sofrana çağıracaksın? Zengin-fakir ayrımcılığı yapacak mısın? Ayrıca ıftar sofralarında bir kuş sütü eksik dedirtmeyecek cinsten mükellef bir sofra mı hazırlayacaksın. Sadece göbeği kalın olanların keyfini mi esas alacaksın? Bunların tümü mu"akkıbat meleklerince tek tek kontrol edilmektedir.  

Iftar yemek sofrasında çay ikramında da kimlerin bulundurulacağı önemlidir. Neler konuşulacak; maç sonuçlarını değerlendiren davetliler mi daha ağır, siyasi gündemi söz konusu edecek cemâat mi daha ağırlıklı, yoksa adını gündeme yazdıran güçlü cemâatlerin boy gösterisi mi olacak… bunların tamamı oruç sonrası ıftar sofrasında Allah cc tarafından meleklerce not edilecektir.

İşçi-işveren ıftar sofrasında yan yana olacaktır. Zengin-fakir, hemşeri ve taşralı ayrımcılığına asla yer verilmeyecektir.

İşte Sayın Adnan Bahadır"ın dillendirdiği konu çok önemlidir:

“Dikkat edecek olursanız fakir birisi öldüğünde cenazesinde üç, beş Müslüman katılıyor ve hoca efendiler Tebareke Suresi ile işi bitiriyorlar. Zengin veya hatırı sayılır birisi öldüğünde ise caminin önü tıklım tıklım, Hoca efendiler Yasini şerifin ardından Tekasür Süresi, ardından küçük sureler, ardından ise zatı muhteremin cennetlik olduğuna dair dua ve merasimlerle uğurlanıyor. Şimdi gel de bu merasime git.”

Biz, dinimizde, Cum"a günü gün boyu tatildir; Müslümanlar gün boyu yeryüzüne dağılacaklar, sadece Cum"a günü, Cum"a namazı için toplanacaklar ve namaz saati dışında gezecekler ev Allah"ın faldı olan aşkın iradesini kollaştıracaklar. Yani Müslüman dinî cemâatler tatillerde konu olacaktır. Dinî cemâatler arasında birlik ve beraberlik nasıl sağlanabilir? Bu tatil gezintilerinde; Cum"a günü spor, müzik ve turistik tatil etkinliklerinde dinî cemâatlerin ev sahipliği yapma konusu kollaştırılacaktır.  Allah"ın fadlından biz bunu anlamaktayız.

İşin açıkçası, Müslümanlar dinimizdeki toplanma ve gösteri ibadetini tamamen unutmuşlar, namazı sadece yatıp kalkma sanatı olarak anlamaktadır. Dinimiz asla böyle bir din değildir.  Biz bu konuyu Müslümanlar olarak askıya alınca o zaman Batılı toplumların tüketimci toplum yetiştirme alanı olarak gördükleri toplantılara katılmak zorunda kalıyoruz.

Aslında Adnan Bahadır"ın yapacağı tek şey, İslamî tatil anlayışı toplantı ve gösteri özgürlüğünü yaygın hale getirmesidir. Allah"ın faldı olan dinî cemâatler arasındaki başıbozukluğun giderilmesi yönde yoğun çaba harcamasıdır.  Ben toplantılara katılmıyorum, demek yerine, “Bir kuş sütü eksikti” dedirtmeyecek sosyal eşitlik toplantıları nasıl yaygınlaştırılır konusunu tartışmaya açmasıdır.

Öte yandan Müslümanların gündeminde olması gereken bir mesele de kandil kutlamaları, doğum ve ölüm günleri toplantılarının dinimizde yerinin olup olmadığı da bu konuyu ilgilendirmektedir. Mevlit okuyalım mı, okutalım mı? Bu konu da gündeme gelmelidir. Ölünün kırkıncı günü, elliikinci gecesi… olmalı mı?  Daha öncede değindiğim gibi, biz bu konulara esnek bakmaktayız. Toplanma aracılarının ne kadar çok olursa o kadar çok toplanıp aramızdaki fitne ve ordubozancıları daha iyi tanımamıza vesile olacaktır. Tıpkı askerî gazinoların bolluğunu ve askerlerin sürekli personelin kılık kıyafetini kontrolden geçirip YAŞ toplantılarında ordudan atılacaklar listesini düzenlerken çok az yanlış yapılmasını bu açıdan önemli görmekteyim.

Bir kardeşimiz diyor ki:

“Yapacağınız doğum gününün mubah olması için, haramlardan soyutlamanız şarttır Hangi tür kutlama olursa olsun; içine içki, israf, lüks tüketim, taklitçilik ve gösteriş gibi haram değerler karıştığı nispette mubah olmaktan çıkar, dînen sakıncalı bir hüviyete girer”.  “Güneşin doğum öncesi ışıkları ufuklarımıza düştüğünde sabah namazını kılmak, aynı zamanda “doğum günü şükrünü edâ etmek” demek olacaktır İbâdet temeline oturan bir kutlama. Başka törene gerek var mı?”

Yani bu kardeşimiz, bireysel kılınan namazı tören olarak görmekte, doğum günü kutlamasına gerek görmemektedir. Yorumu sizlere bırakıyorum.

Başka bir kardeşimiz yorumunda:

“Doğum gününe önem vermeyi Hıristiyanlar, Müslümanlardan öğrenip, almışlardır. Yaş günü kutlamak ibadet değil âdettir. Bu âdet Hıristiyanlardan gelmiş olsa bile, ibadet olmadığı için Müslümanların, doğum günü, evlilik yıldönümü gibi günler tertip etmesinde mahzur yoktur. Fakat gayrı Müslimlerin ibadet olarak yaptıkları şeyleri, mesela bayramlarını kutlamak caiz olmaz” demektedir. İbadet ve âdet diye bir ayrım dinimizde yoktur. Bu ayırımı kişiler kendi kafalarından koymaktadır. Bana göre Cum"a tatil toplantıları, Haram Ayları kandilleri ve toplantıları, ayrıca hacc ibadeti tamamen “âdet”lerden oluşmaktadır.  Bu “âdet”ler de imanın dışa vurulması anlamında amel-i salihtir. En önemli ibadettir.

“Evlilik yıldönümü gibi günah olmayan âdetleri taklit etmek caiz olur. Ancak faydası olmayan âdetleri almak, Batıyı körü körüne taklit etmek, onlara özenmek uygun sayılmaz” derken Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü hediye alış-verişi günah olmayan âdetlerden midir? Ben şahsen tamamen Batı Avrupa"dan kopya edilen ve dinimizce bid"at sayılan bu kutlama günlerine asla riayet etmemek gerekir. En küçük bir hediyeleşme dahi haramdır. Bu gibi haramlardan uzak kalmak gerekmektedir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Salih Parlak Arşivi
SON YAZILAR