Çanakkale zaferi ve tarih bilinci

Her toplum, zaferleriyle övünür ve yaşar. Geçmişini, ecdadını inkar eden ve geçmişine küfreden ve geçmişini kötüleyen toplumlar, tarihten silinir.
Sadece ellinci, yetmişinci, sekseninci, seksenbeşinci… yılını kutlayan ve ondan önceki tarihini karanlık sayan, geçmişindeki büyük adamlarından sadece kendi bağımlısı olduğu ideolojisini yaşatanları göklere çıkaran, sadece kendi yakın ideolojisini kahramanlaştıran, o ideolojisinin kurtuluş savaşını sağlayan ve bayramlaştıran ve böylece halkın millî şefi ve millî kahramanı olan siyasi irade sahipleri uzun ömürlü olmaz.
Birey ve toplum, en uzak geçmişten sonsuz geleceğe doğru akıp giden zaman içinde var olduğu ve var olacağı duygusuna ancak tarih bilinci ile ulaşabilir.
Tarih bilinci geçmişten beslenmekle beraber ileriye doğru giden düşünceye dayanır ve geleceğe yön vermede belirleyici yer tutar.
Tarih bilinci, tarih bilgisi yanında, geçmişle doğrudan temasa gelmeye de ihtiyaç duyar. Geçmişle teması ise ancak tarihten bugüne kalan eserler sağlayabilir. Bu eserler sadece mekânı fethetmek suretiyle değil, mekânla birlikte zamanı da fethederek devamlılığı sağlayan eserlerdir.
Tarih bilinci, yaşanılan anın, bireyin veya toplumun omuzlarına, dahası ruhuna yığıp yüklediği birtakım gereksiz ağırlıkları kaldırır, bireyi ve toplumu bir ruh afiyetine kavuşturur, onlara, gücünü tarihin gerçeklerinden alan yeni hamleler hazırlar.
Dünyayı parmakları üzerinde sallayan, dünya siyasetini elinde bulunduran ve dünyanın siyasi ve askeri gündemini belirleyen İsrail, asla geçmişine sövmemekte ve üçbininci kuruluş yılını kutlamaktadır. Hem de kuruluş bayramına tüm dünya ülkelerinin devlet başkanlarını, başbakanlarını, askerî kurmay paşalarını, yasama meclisi başkan ve üyelerini katılma zorunda bırakmaktadır. Çok muhteşem bayram olmaktadır.
Komünist Çin, bilinmeyen çağlardaki çok eski tarihini kutlamaktadır. Takvimi de diğer dünya toplumlarının takviminden farklılık arzetmekte, hiçbir ülkenin takvimine benzememekte ve böyle kendine özgü tarih bilinci olan Çin imparatorluğu dünya ekonomisine hükmetmektedir, dünya siyasetinde de söz sahibi olmaktadır.
Komşumuz Yunanistan da millî ülküsü Megalo ideasını yaşatmaktadır ve üçbinbeşyüzüncü kuruluş yılını kutlamıştır.
"Büyük Fikir"… Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u almış, Bizans İmparatorluğu"na son vermişti. İşte o günden beri yürürlükte olan bir Yunan ülküsüne göre Yunan milliyetçileri, Bizans İmparatorluğu"nu bir Helen İmparatorluğu olarak kabul etmektedir. Megali İdea adını verdikleri büyük ülküleri ile eskiden Bizansa ait olan tüm toprakları yeniden elde ederek, İstanbul başkent olacak ve adı Konstantinopolis olacaktır. Büyük Helen İmparatorluğu'nu yeniden kurmayı hayal etmektedirler.
 Osmanlı"nın mefkûresi İ"lâ"-ı Kelimetullah"tır:
"Kuşkusuz: "Rabbimiz Allah!" dedikten sonra Sırat-ı Müstakimci de olanlar... evet melekler üzerlerine inişip: "Korkmayın, tasalanmayın; vaadolunduğunuz cennetle yüz yüzesiniz” derler. Biz hem dünya hayatında hem de âhirette sizin seçilmiş yönlendiricileriniziz. Orada gönüllerinizin çektiği ve akıllarınızın çağrıştırdığı her şey var!” Fussılet Sûresi: 30-31.
 Görüldüğü gibi “Allah!” diye haykırdıktan sonra bir mefkûre ve ülkü belirleyin ve o da Sırat-ı Mustakim mefkûresi olsun. Osmanlı"nın mefkûresi İ"lâ"-ı Kelimetüllah olmuştur. Ancak mefkûre etrafında etten duvar oluşturduktan sonra Allah cc zafer nasip etmektedir.
“Unutmayın ki Allah kendi yolunda; kurşunla kenetlenmiş yekpare bina immişçesine öbekleşerek sıcak savaşa girenleri sever. Hani Musa kavmine: "Ey kavmim, ben Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bile bile neden beni incitip gücendiriyorsunuz?" demişti. Onlar resûle sırt döndüklerinde Allah, onları baygın gönüllü kıldı. Allah, o yasa delici fasıkları kılavuz etmez.” Saff Sûresi: 4-5.
İşte Hz Musa çevresinde etten duvar oluşturmayan kavmi, böyle kınanmaktadır.
Her yerde mücadele ve savaşın hüküm sürdüğünü göreceğiz. Bu sınıf o sınıfla, bu kavim o kavimle, bu millet o milletle ve bu toplum o toplumla. Sınıfsal, ulusal ve uluslar arası kavga ve savaşlar insanoğlunun yaşam tarihine yön vermektedir. Bunun için insan yaşamında mücadelenin kaçınılmaz olduğunu söylüyoruz.
Sizce sabahları saat 9-10`a kadar evinde istirahat eden ve daha sonra eğer gönlü isterse işe giden ve istemese de gitmeyen, gittiğinde de öğle zamanında eve dönen ve öğleden sonradaki zamanında istirahat edip dinlenen bir adam düşünün. Bu tip bir insan yürüyen ve yiyip içen bir ölüdür. O sevinç ve kıvançtan mahrum bir ölüdür. Bu insan sürekli olarak kendisiyle mücadele ve kavga etmeli ve şöyle demelidir: “Niye başkalarından geri kaldım, niye hiç bir yerde benim bir iz ve eserim yok, semeresi ve faydası olmayan bu hayat ne işe yarar, niye bende neşe, sevinç şevk ve heyecan yoktur?”
Bedir savaşından sonra Müslümanlardan bir grup, Bedir şehitlerinin Allah, Allah Resulü nezdinde yüce bir makam ve mevkiye eriştiğini ve ne kadar ahiret nimetinin kendilerine nasip olduğunu ve dünyada izzet ve ahirette ise sevaba nail olduklarını görünce oturup şöyle dediler:
Keşke bizde sizlerle birlikte Bedir savaşına katılmış ve cihad ederek bu izzet ve şerefe kavuşmuş olsaydık.
Bu grubun her oturduğu yerde sözü bu idi. Bu arada Uhud savaşı baş gösterdi ve keşke bizde Bedir`de olsaydık cihad etseydik şehid olup şehadetin mutluluğuna erişmiş olsaydık gibi sözleri dillerinde düşürmeyen kimselerden bir grup, savaşın başlangıcında geri kaçmaya başladılar, nihayet savaş başladı, durum öyle bir noktaya vardı ki Peygamberin canı tehlikeye düştü ve bu şehadet arzusunda bulunanlar, Peygamberi İslami ve tüm Müslümanları tehdit eden tehlikeyi önemsemeyip yalnızca kendi canlarının derdine düşmüş ve kendilerini ölümden kurtaracak bir sığınak arıyorlardı.
Mücadele için seçeceğimiz kimseler, ayağı sürçmeyen insanlar olmalıdır. İçtimai bir mücadeleye yön vermek isteyenler, Hz Muhammed`den SAV ders almalıdırlar.
İnsanlar tarihî geçmişlerini, kültür ve medeniyetlerini asla unutmamalıdır. Çünkü bize mertebe kazandıracak veya kaybettirecek bu birikimlerimizdir. Maziyi yâd ederek yaşamak, geleceği şekillendirmek için elzemdir. Fakat geçmişe takılıp kalmak da en az geçmişi unutmak kadar tehlikelidir. Geçmişteki hatalarımızdan ders, başarılarımızdan ise hız almalıyız. Böylelikle gayret ve moral gücümüzü en üst seviyede tutabiliriz.
Tarih şuuru sihirli bir anahtardır. Hayatımızın her safhasında karşımıza çıkan kapalı kapıları bu anahtarın esrarengiz gücüyle açabiliriz. Şayet anahtar tutukluk yapsa bile tarih şuurunun verdiği sarsılmaz güçle o çelikten kapıları yumruklarımızla kırarak içeri girebiliriz.
Hamuru Müslümanlıkla yoğrulmuş bir milletin fertleri olarak, tarihimizden ve manevî kıymetlerimizden hız alarak yarınlara koşmalıyız. Garba semer olmak yerine semeri taşıyana kılavuz olmalıyız. Kurtuluşu başka adreslerde arayanlar ya haindir, ya da basiret fakiridir.
 
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid"i
Bedr"in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Mehmet Akif: “bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi” derken şöyle de anlayabiliriz: bu şan ve şeref ancak onlarda var. Dikkat ederseniz burada şanda ve şerefte denklik yok. Bu şana ancak bedir aslanları da ulaşmış ve başka ulaşan olmamış. Öte yandan bedir aslanları mevhum şan ve şerefe ulaşmakla kalmamış onu geçmişlerdir.
Bedirde başlayan Müslümancın şan ve şerefinin Çanakkale"de de aynen devam ettiğini anlatıyor Akif... İslam mücahidleri ilk günden son ana kadar her zaman en şerefli askerler olacaklardır ki o sebeple askerimizin ismi de Muhammed"in SAV portotipi; mehmedcik olmuştur.
Bedirle Çanakkale arasındaki diğer bir benzerlik de çıkışın bu noktada başlamasıdır. Bedirden sonra Müslümanlar varlıklarını kabul ettirmiş, Çanakkale"de Türk milletinin diriliş destanı olmuştur.
Yok sahabe mi üstündü mehmedçik mi gibi boş polemikler Akif"in o işaret ettiği o yüce manayı engellemeye yetmeyecektir.
Büyük bir din ve dava adamı, yazdıklarını yaşayan ve yaşadıklarını yazan güzide insan Âkif… koskoca imparatorluğun derin kıskaçlar arasında inim inim inletildiği, vaktiyle üç kıtada at koşturan ecdadın artık Anadolu"nun küçük bir coğrafyasına tutsak yaftasıyla itildiği o makus ama mukadder devirde doğmanın, büyümenin ve son nefesini büyük bir sevdayla desteklediği ülkesinden uzak iklimlerde geçirmenin onatsız ve derin sancılarını onun kadar çekmiş bir başka birisi var mıdır sorusuna verilecek cevap kesinlikle hayırdır...
İşte tarih bilincini böyle yaşatmalıyız.
Çanakkale Zaferi'nin 47.yıl dönümü olan 1962 yılı 18 Mart'ında... Çanakkale'de din ve vatan için gözlerini kırpmadan kendilerini ölüme atan şehidlerin torunlarından bir kısmının laik, çağdaş ve maddeci eğitimin sonunda, sadece 47 yıl sonra ne hale geldiğini gösteren feci bir hadise..."Kadeş Rezaleti!"
27 Mayıs 1960 uğursuz hükümet darbesi yapılmış, memleketin asıl sahibi, öz evladı vatan çocukları, on yıl önce elde etmiş oldukları hürriyetlerini tekrar kaybetmişler; bütün dindar, muhafazakar, gençliği, "gerici, mürteci, kuyruk" yaftası iftirası ile hapislere doldurulmuş, hakaretlerle sindirilmişler idi.
Çok ilerici olmanın ve eşitliğin gereği olarak kız öğrenciler, ayrıca yeteri kadar içki ile pikap ve dans plakları da alındı... Kadeş vapuru ile yola çıkan bu "guruh-ı layuflihun"; kızların iç çamaşırları lumbozlara asılmış geminin içini harap etmişti.
Mehmet Akif der ki:
Git vatan Kabe'de siyaha bürün
Bir kolun Ravza-i Nebi'ye uzat
Birini Kerbele'da Meşhed'e at
Kainata o hey'etinle görün.
Kabe'de siyahlara bürünen vatanın; Çanakkale'de kırmızı güller takındığı gün de işte bu gündür. Buranın toprakları binlerce şehidin kanıyla yıkandı. Buralarda bütün bir milletin ruhu tüter. Bütün Anadolu buradadır.
İşte bugünkü iktidar sahibi hükümet yetkililerimiz bu tarih şuuruna sahip çıkmışlar, Milli Eğitim politikası kapsamında gençlerimizi Çanakkale turlarına hazırlamakta olmasından gurur duyuyoruz.
 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Salih Parlak Arşivi
SON YAZILAR