Zihinsel tekdüzelik
Her sabah gözümüzü açar açmaz elimiz telefona gidiyor. Ekranda ilk gördüğümüz şey ise "bugünün gündemi" denilen bir yapay dalga oluyor. Bir futbolcunun sözleri, bir ünlünün kıyafeti, bir dizinin son sahnesi ya da bambaşka bir şey ama hep aynı tekdüzelik ortaya çıkıyor. “Bunu biliyor musun? Bilmiyorsan dışardasın.”
Sosyal medya, gündemini kendisi yaratıyor ve sonra hepimizi o gündemin peşinden sürüklüyor. Bu bir tercih değil artık, bir zorunluluk. Çünkü "trending" olanı bilmeyen, konuşulanı konuşmayan biri hemen görünmez oluyor. Sanki gündem dışında kalmakla insanlıktan da çıkmış sayılıyoruz. Bu, çağın en görünmez zorbalığı.
Her gün milyonlarca insan aynı videoyu izliyor, aynı tweeti paylaşıyor, aynı konuda görüş belirtiyor. Görüş mü fikir mi? Belki değil. Çünkü çoğu zaman o fikri biz üretmiyoruz, sadece tekrarlıyoruz. Sosyal medya bize ne konuşacağımızı, neye güleceğimizi, neye öfkeleneceğimizi söylüyor. Bizse o duyguları sorgulamadan benimsiyoruz. Gün sonunda herkesin zihni, aynı cümlelerle kirlenmiş oluyor.
Bu dijital koşturmaca, bireyin düşünce dünyasında bir çölleşmeye neden oluyor. Kendi gündemimizi yaratamıyoruz. Kendi ritmimizle düşünemiyoruz. Bir konuya derinleşemeden yeni bir gündem bombası patlıyor. Her şey yüzeyde kalıyor. Her şey hızlı, gürültülü ve sığ.
Asıl trajik olan ise insanların artık bir konu hakkında konuşmak istemedikleri halde konuşmak zorunda kalmasıdır. Çünkü geri kalma korkusu gerçek. Gündem konuşulurken sessiz kalanlar, bir anda "hiçbir şeyden haberi olmayan" konumuna düşüyor. Sosyal medya, sadece paylaşım yapılan bir alan değil, aynı zamanda bir varlık yokluk sahnesine dönüşmüş durumda.
Böyle bir ortamda bireyin ruh sağlığı, dikkat gücü, içsel huzuru nasıl sağlam kalabilir? Bir günün gündemi, diğerini öldürüyor. Duygular dahi hızlı tüketiliyor. Henüz dünkü öfkemizi sindiremeden, bugün yeni bir linç furyasının ortasına düşüyoruz. Kalıcı bir bilinç değil, geçici bir tepkisellik hakim oluyor. Hep birlikte konuşuyoruz ama kimse gerçekten konuşmuyor.
Peki çözüm ne? Belki biraz geri çekilmek.
Her an her şeyden haberdar olma baskısından sıyrılmak. Bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir çağda, biraz da bilgiden kaçmayı öğrenmek gerek. Her şeyi bilmek zorunda değiliz. Her şeye tepki vermek zorunda değiliz. Özellikle de gerçekten hissetmiyorsak.
Çünkü bu kadar çok şeye maruz kalmak, insanın iç sesini boğuyor. Ne düşündüğümüzü, ne hissettiğimizi unutuyoruz. Oysa bazen en doğru düşünceler, sessizlikte büyür. Kalabalıktan uzaklaştıkça, neye gerçekten inanıp neyi sadece duymuş olduğumuzu ayırt edebiliriz. Her şeyin sesini kısmadan, kendi sesimizi duymamız mümkün değil.
Dış dünyanın bağıran ekranları arasında içimizdeki fısıltıları kaybettik. Gündem uğruna kendi hikayemizi yarım bıraktık. Başkalarının ne düşündüğünü merak etmekten, ne hissettiğimizi sormaz olduk kendimize. O ekran kararmadan biz aydınlanamayacağız belki de.
Susmak, uzaklaşmak, kendine dönmek… Herkes aynı şeyi konuşurken, sen başka bir pencere açmayı seçebilirsin. Herkes koşarken, sen durabilirsin. O durduğun yerde, belki de en çok kendinle karşılaşırsın.
Çünkü bazen en büyük özgürlük, hiçbir şey söylememeyi seçebilmektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.