Mustafa Cemal Tomar

Mustafa Cemal Tomar

BEYİN YAŞLANMIYOR, SIKILIYOR...

Özellikle kırklı yaşlarda başlayıp ellili yaşlarda hissedilen, altmışlı yaşlarda belirgin hale gelen “unutkanlık ve hatırlayamama” şikâyetlerinin perde arkasını sizin için araştırdık. Eriştiğimiz bulguları ve tedavi yöntemlerini sizinle paylaşmak istiyorum. Fil hakikattir ki; yaş ilerledikçe pek çok insanın zihnini aynı soru kurcalamaya başlıyor: “Bu unutkanlık normal mi, yoksa demansın başlangıcı mı?” Demans nedir? Demans, zihinsel yeteneklerde günlük yaşamı etkileyecek düzeyde kaybı ifade eden genel bir terimdir. Özetle demans, hafıza, muhakeme ve hareket etme kabiliyetinin yitirilmesine neden olan, beyin hücrelerine zarar veren çeşitli hastalıkların bir sonucudur.

Genellikle şikâyetler şu şekildedir: İsimleri hatırlamakta zorlanıyoruz, kelimeler gecikiyor, bir odaya neden girdiğimizi unutuyoruz. Diğer taraftan “İlacımı içtim mi? Pazardan neler alacaktım? Düğün gününü unuttum. Yüzün yabancı değil ama ismini hatırlayamadım. Nerede tanışmıştık?” gibi düşüncelerle karşılaşıyoruz. Bunun sonucunda zaman zaman zihnimizin sisli bir koridora girdiğini hissediyoruz. En eski anılarımız hâlâ capcanlı zihnimizde dururken, önceki akşam ne yediğimizi hatırlayamıyoruz. Bu kaygı insani, hatta doğal hale geldi. Burada çoğu zaman yanlış yere yöneltilmiş bir endişe içinde olduğumuz bir gerçektir.

Nörobilimciler açıkça “Beyin yaşlanmıyor, tam aksine beyin sıkılıyor” diyorlar. Bunun nedeni; tekrar tekrar aynı şeyleri yapmak, rutinlik, heyecansızlık ve duygusal durağanlık… Beyni yavaşlatan yaş değil, hayatın tekdüzeliğidir. Demans dediğimiz nörolojik gerilemenin önemli bir kısmının, tıbbi nedenlerden önce zihinsel ve duygusal tekdüzelikten beslendiğini öğrendiğimizde şaşırmalıyız. Ben doğrusu şaşırmıştım. Oysa geriye dönüp baktığımda, yaşlanmak dediğimiz şeyin çoğu zaman beynin “hayatla teması kaybetmesi” olduğunu görüyorum.

Beyin yaşlanmaz; şaşırmayı bırakınca, nadasa çekilince sıkılır ve küçülmeye yüz tutar. 40 yaşından sonra önce vücudumuz değil, beynimiz yavaşlamaya başlar. Bunun nedeni yaş değil; aşırı öngörülebilirliktir Yani; Her gün aynı yolu yürümek, aynı insanlarla konuşmak, aynı haberleri okumak, aynı duyguların içinde dönmek, rutinlere sıkışmak… Böylelikle aslında dolaylı olarak beyne “Beni artık çok çalıştırmana gerek yok” mesajı göndermiş oluyoruz.

Bilim buna “zihinsel hibernasyon” diyor. Beynin kış uykusu… Bu doğrudan demans değildir ama demansa giden yolu sisle kaplayan bir ön evredir. Peki bu evrenin reçetesi nedir? Beyne farkındalık oluşturmak… Bir uzman şöyle diyor: “Yeni ülkelere uçtuğumda, yabancı ve bilinmez kültürlerin içine girdiğimde, farklı coğrafyaların havasını teneffüs ettiğimde beynimin bir anda açıldığını fark ediyordum. Bugün hâlâ yeni bir coğrafyaya gittiğimde, yeni insanlarla temas ettiğimde, farklı bir tartışmaya girdiğimde zihnimin gençleştiğini hissediyorum. Çünkü beyin yeniliği sever. Yenilik bulamazsa kendini kapatır.” Yalnızlık, beyindeki nöronları şekerden daha hızlı öldürüyor. Nörologlar bugün çok net konuşuyor: Yalnızlık, beynin en hızlı yaşlandırıcısıdır. Şeker, yağ, stres hatta genetik bile bu kadar hızlı tahribat yaratmıyor. Bir doktor annesini şöyle anlatmıştı: “95 yaşında hâlâ dimdik, çünkü her gün biriyle konuşuyor — üstelik gerçek bir sohbetle.” Bu tesadüf değil. Sosyal temas —özellikle derin ve nitelikli olanı— beynin yeni bağlantılar kurmasını zorunlu kılar. Hikâye anlatmak, tartışmak, tebessüm etmek, bir derdi paylaşmak… Bunların her biri beynin iç kablolarını yeniden döşer. Bu manada izolasyon zannedildiği gibi bir huzur değildir. Sessiz evler, sessiz akşamlar, birbirinin kopyası günler… Bunlar beyni görünmez bir çöküşe sürükler.

Türkiye’de, Avrupa’da, Körfez’de pek çok insan yalnızlığın nasıl sinsi bir düşman olduğunu fark etmiyor. İnsan beyni, insan sesiyle canlı kalır. Sessizlik dayanılmaz bir aşındırıcıdır. Yerine göre sessizlik elbette önemlidir; burada kastedilen, beyni nadasa bırakmaktır. Beyin çalışmayınca yorulur, çalışınca dinlenir gerçeğini unutmayalım. Ekranlar beyni kandırıyor ama geliştirmiyor. Bugün çoğumuz saatlerimizi ekrana bakarak geçiriyoruz ve bunu zihinsel faaliyet sanıyoruz. Oysa beyin pasif tüketimden hiçbir şey öğrenmiyor. Ekran, zihni çalışıyor gibi gösteren bir illüzyon oluşturuyor ama nöronları uyutmaktan başka bir işe yaramıyor.

Beyni büyüten şey ekran değil; eylemdir. Okumak, yazmak, yürümek, yeni bir dil öğrenmek, sanatla uğraşmak, bir çocukla ya da yaşlıyla gerçek bir sohbet etmek… Bunlar beyni ateşler. Yeni bir yazı yazarken, bir müzakere planı yaparken zihnimin nasıl açıldığını ve hızlandığını hissediyorum. Bu yüzden ekranı mümkün olduğunca geri plana alıyor, zihnimi “kullanan” işlere yöneliyorum. Affetmeyen insanların beyni daha hızlı çürüyor. İddialı gelebilir ama bilimsel olarak kanıtlı: Kırgınlık, öfke ve kin nörolojik toksindir. Vücutta sürekli dolaşan kortizol —yani stres hormonu— hippocampus’u, yani hafıza merkezimizi yavaş yavaş aşındırır. MRI görüntülerinde kronik öfkesi olan kişilerde hafıza bölgelerinin daha küçük olduğu görülüyor. Bu yüzden affetmek yalnızca bir ahlak erdemi değil, biyolojik bir zorunluluktur. Bağışlamak karşıdakini değil, kendi beynimizi kurtarır.

Geleceğe dair beklenti yoksa beyin kendini kapatır. Belki de en etkileyici bulgu şu: Bir insanın geleceğe dair bir heyecanı, beklentisi, planı yoksa beyin hızla kararmaya başlar. Dopamin düşer, nöron üretimi azalır, yaşam enerjisi söner. Hâlâ çantasına ruj koyan 80’lik teyzeler vardır; “Her ihtimale karşı güzel bir şey olabilir” düşüncesi bile beyni hayatta tutan yakıttır. Planı olanın zihni ışıldıyor; planı olmayanın beyni kapanıyor. Demans bambaşka bir süreçtir. Demans; kişinin yakınlarını tanıyamaması, mekânı karıştırması, günlük hayatını sürdürememesi ve davranışlarının belirgin biçimde değişmesi gibi ağır bulgularla seyreder. Bugün toplumda gördüğümüz hafıza şikâyetlerinin büyük kısmı ise stres, uykusuzluk, yalnızlık, zihinsel rutin, duygusal yük, B12 eksikliği ve çoklu görev baskısından kaynaklanıyor. Bunlar demans değil; hayatın bizi zihinsel olarak köreltmesidir.

Benim güçlü tavsiyem: Beyninize yeni yollar açın. Seyahat edin, kitap okuyun, yazı yazın, bir şeyler ezberlemeye çalışın. Beyne bilgi kodlamasını öğrenin, öğrendiklerinizi başkalarına anlatın. Bilgi tekrarı yapın. Beyni genç tutan şey yaş değil; yeniliktir. Yeni insanlarla konuşun. Her gün en az bir yeni şey öğrenin. Günlük rutininizi kırın. Affedin. İlerleyen yaşınıza rağmen bir hedefiniz, bir hayaliniz olsun. Telefonsuz yürüyün. Ve mutlaka üretin. Seyahat edin — yakın ya da uzak fark etmez. Yeni bir yol, yeni bir yüz, yeni bir ses; beynin en güçlü gençlik ilacıdır. Uzun yaşıyoruz, fakat uyanık yaşamıyoruz. Demans çoğu zaman bir hastalıktan önce bir uyarıdır: “Hayatının sürprizleri bitti. Yeni bir şey yap. Yeni biriyle konuş. Yeni bir sayfa aç. Yoksa zihnin kapanacak.” Bugün 40’ından, 50’sinden, 60’ından sonra hâlâ üretken, meraklı ve keskin kalan insanların ortak noktası çok net: Ruhları genç, beyinleri meraklı, hayatları hareketli, duyguları akışta, planları hiç bitmiyor. Yaş değil, yaşama biçimi belirliyor geleceğimizi. Ben kendi adıma beynime bir söz verdim: Sıkılmasına izin vermeyeceğim. Aynı sözü siz de verin. Çünkü mesele artık uzun yaşamak değil; uyanık yaşamak. Selâm ve dua ile.

(1) Kış uykusuna yatan hayvanlar, zorlu hava koşullarına göğüs germek yerine vücut sıcaklıklarının düştüğü ve aylarca enerji tasarrufu yaptıkları derin bir uyku durumuna geçebilirler. Bu adaptasyon, soğuk havalarda hayatta kalmalarına yardımcı olur ve kışı atlatmak için yeterli vücut ağırlığına sahip olmalarını sağlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Cemal Tomar Arşivi
SON YAZILAR