Modern bencilliğin altın çağı

Günümüz dünyasında bireyselleşmenin uç verdiği bir çağda yaşıyoruz. Herkes kendini çok önemli görür oldu. Ne yazık ki bu önem çoğu zaman gerçek bir değerden değil, bencillikten ve kendini merkeze koyma hastalığından doğuyor. Peki, bu çağın bireyselleşme anlayışı bizi nereye sürüklüyor? Toplumsal bağlarımızın erimesi, duyarsızlık ve sorumsuzluk virüsüyle nasıl yüzleşeceğiz? Gelin, hep birlikte biraz sorgulayalım.

Bireyselleşme, tarih boyunca insanın kendi benliğini keşfetme, kendi seçimlerini yapma ve özgürleşme aracı olarak görülmüştür. Modernleşmenin ve demokrasinin yapıtaşlarından biri olarak, bireylerin haklarının ve özgürlüklerinin önem kazanması elbette kıymetlidir ancak bugün geldiğimiz noktada bireyselleşme kelimesi çoğu zaman ben her şeyim, dünyanın merkezi benim anlamında kullanılır hale geldi.

Bu yeni bireycilik empatiyi, dayanışmayı, paylaşımı da rafa kaldırıyor. İnsanların birbirini anlamaktan ve anlamaya çalışmaktan vazgeçip, kendi dar dünyalarında yaşamaya başlamaları, toplumsal dokuyu koparıyor. Ben denilen o dar alan, gittikçe büyüyüp bizi silikleştiriyor.

Artan bireyselleşmeyle birlikte toplumsal duyarsızlık da baş döndürücü hızla yayılıyor. Haberlerde, sokakta, sosyal medyada gördüğümüz her acıya, her haksızlığa karşı "Bu benim meselem değil.” tavrıyla yüzleşiyoruz artık. Sırf kendi hayatımızı daha rahat yaşamak için gözümüzü kapatıyoruz.
Kötülük, adaletsizlik ve eşitsizlikler birileri için uzak masal olarak kalmaya devam ediyor. Derin bir sessizlik hüküm sürüyor. Bu sessizlik, sadece toplumsal sorunları derinleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda bizleri ruhen de tüketiyor. Çünkü insan aslında sosyal bir varlıktır ve aidiyet duygusundan koparıldığında, içine kapanır ve iyice yalnızlaşır.

İşin en trajik yanıysa başta dediğim gibi herkesin kendini çok önemli görür hale gelmesi. Sosyal medyada, trafikte, iş yerinde, günlük hayatın her köşesinde karşımıza çıkan bu durum aslında bir savunma mekanizması mı yoksa sadece narsisizm mi, elbette tartışılır. Sonuç değişmiyor. Ben merkezli bakış açısı, etrafımızdaki dünyayı küçültüyor.

Örneğin, trafikte kendini krallar gibi hissedenler; yayalara, kurallara, başkalarının hakkına saygı duymuyor. Sosyal medyada benim paylaşımlarım en değerli, herkes beni dinlemeli diyenler; gerçek diyalogları tüketip, yüzeyselliği besliyor. İş yerinde ben olmazsam işler yürümez diye düşünenler de mesela ekip çalışmasını zehirliyor. Bu davranışlar, bireyselliğin uç noktaya varmış, toplumsal sorumluluğun ise sıfırlanmış halidir.

Bu bireysellik yanılsaması, öz güvenle karışınca ortaya benim düşüncem en doğru, benim duygum en önemli, benim hayatım en değerli düşünceleri çıkıyor. Oysa gerçek öz güven, başkalarının varlığını ve haklarını da kabullenmekle mümkün değil midir? Bana kalırsa kendini bu kadar önemli görmek aslında çok derin bir güvensizliğin ve eksikliğin göstergesidir.

Toplum ne ile ayakta durur peki? Karşılıklı saygı, empati ve fedakarlıkla. Sadece ben denilen küçük kabın içinde kalınca, yaşamın zenginliği ve çeşitliliği de doğal olarak kaybolur. Modern bireysellik ve teknoloji çağında, iletişim hiç olmadığı kadar kolayken ruhlarımız hiç olmadığı kadar yalnızlaştı. Kendini çok önemli görenlerin dünyasında, aslında kimse gerçekten önemli değil. Çünkü önem birlikte var olabilmekten, ortak duyguları paylaşabilmekten gelir.

Bugün herkes kendi küçük tahtına kurulmuş, burnunu göğe dikmiş halde yaşıyor. Herkes kendi hayatını film sanıyor ama aslında kimsenin filmi izlenmiyor. Oysa hayat, birbirimize temas ettikçe anlamlı. Kendine hayran kalmış bireylerin oluşturduğu bir toplum, bir süre sonra sadece aynadaki yansımasına tapar ve gerçek olan her şeyi kaybeder. İnsan, sadece kendini düşünerek gelişemez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Soner SÜREN Arşivi
SON YAZILAR