Yanılgı
Ne giyeceğimizden, ne konuşacağımızdan ve hatta artık ne izleyeceğimize kadar her şey birer seçenek gibi sunuluyor bize. Seçmek. Sanki bir kudret, sanki bir ayrıcalık gibi. Oysa biz seçmiyoruz. Yalnızca önümüze koyulanlar arasında tercihte bulunuyoruz.
Üç kapılı bir odada dördüncü duvar hep kapalı. Duvarın ardında ne olduğunu merak etmek bile artık tehlikeli fikir sayılıyor. Bize seçim yapıyoruz diyorlar ama hiç kimse söylemiyor: Seçtiklerimiz, gerçekten bizim mi?
Bir vitrin düşünün… Arka tarafı görünmeyen, ışıklarla süslenmiş, belli başlı ürünlerin öne çıkarıldığı bir vitrin. İşte hayat, artık böyle bir teşhir salonu. Elimizi uzattığımız her şey, aslında önceden yerleştirilmiş. Kendi istediğimizi aldığımızı sanıyoruz, oysa elimiz hep aynı rafta geziniyor zira yalnızca o raf aydınlatılmış. Bize kalan sadece hangisini daha önce alacağımızı seçmek oluyor.
Seçiyoruz, çünkü seçmediğimizde sistem bozuluyor. Seçiyoruz, çünkü seçmemek bile bir seçim sayılıyor. Gerçekten seçebileceğimiz bir şey kaldı mı bu dünyada? Renkli ambalajlar, cilalı kelimeler, parlatılmış yüzeyler... Her şey bir illüzyon. Bize özgürlük diye pazarlanan, aslında sınırlanmış bir koridorda yönlendirilmiş yürüyüşten ibaret.
İnsanlar artık fikirlere sahip olmuyor. Fikirler insanlara sahip oluyor. Bir sloganın peşine takılıp gitmek kolay. Derinliği sorgulamak yorucu, çelişkiyi fark etmek tehlikeli. O yüzden herkes güvende kalmak için aynı şeyleri düşünüyor, aynı cümleleri kuruyor, aynı öfkeyi gösteriyor, aynı sevince alkış tutuyor. Çünkü dışına çıkarsan ya yalnızsın ya da yanlış.
Sen ne düşünüyorsun? sorusu bile anlamsızlaştı. Çünkü bu sorunun cevabına ulaşmadan önce insan kendine şu soruyu sormalı artık. Ben gerçekten düşünebiliyor muyum? Yoksa düşünce dediğimiz şey, başkalarının önümüze koyduğu kutulara attığımız rastgele taşlardan mı ibaret?
Toplum bize seçim hakkı tanıdığını söylüyor ama aslında seçenekleri o belirliyor. A ya da B. Kırmızı ya da mavi. Sol ya da sağ. Hiç kimse sana C harfini sormuyor. Oysa bazen harflerin dışında bir şekil gerekir, bazen kelimenin kendisi sorgulanmalıdır.
Kendi fikrini savunduğunu sanan insanlar, aslında en çok başkalarının fikrine sarılıyor. En çok bağıranlar, en az düşünenler oluyor. Gerçek özgürlük, sana verilen iki şıktan birini seçmek değildir. Gerçek özgürlük, o iki şıkkı reddedip üçüncü yolu çizebilmektir. Ne yazık ki çoğumuz, o üçüncü yolu sormayı bile unuttuk.
Eskiden insanlar farklı düşünür, farklı hissederdi. Sokağa çıktığınızda her yüz başka bir hikâyeydi, her ses başka bir tını. Şimdi herkes birbirinin neredeyse aynısı. Giydiğimiz kıyafetler, izlediğimiz diziler, savunduğumuz fikirler, ettiğimiz küfürler bile benzer. Aynı renk, aynı şekil, aynı ritim. Toplum, bir gökkuşağından değil, tek renkten ibaret bir gölgeye dönüştü.
İnsanı insan yapan kendi fikridir ama artık fikirler fabrikalarda seri üretimle çoğaltılıyor. Herkes aynı paketi alıyor, sadece etiket farklı. Birinde özgürlük yazıyor, diğerinde inanç, bir başkasında direniş. Ama hepsinin içinde aynı boşluk var. Etiketsiz fikir artık bulunmaz; çünkü etiketsiz bir şeyi savunmak, etrafını saran çemberden çıkmak demek. Ve biz çemberin dışını unuttuk.
Biz özgürlük sandığımız o seçme hakkıyla her gün biraz daha uzaklaşıyoruz kendimizden. Çünkü gerçek özgürlük, yalnızca sana sunulanlar arasında seçim yapmak değildir. Gerçek özgürlük, seçenekleri sorgulamak, belki de sıfırdan bir yol çizmektir. Toplum, kendi sesini unutuyor. Artık konuşanlar, düşündükleri için değil; düşünmemeleri gerektiği için konuşuyor.
Kafamızın içi bize ait değil. Bir reklam panosu gibiyiz artık. Dolu, parlak, ama samimiyetsiz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.