Ahmet Ufuk Erkan

Ahmet Ufuk Erkan

SÜREYYA M.’NİN RECMEDİLİŞİ

SÜREYYA M.’NİN RECMEDİLİŞİ

 

The Stoning of Soraya M. (2008)

Yönetmen: Cyrus Nowrasteh

Ülke: USA

Oyuncular (ilk 5): Shohreh Aghdashloo, Mozhan Marnò, James Caviezel, Navid Negahban, Ali Pourtash

IMDB: http://www.imdb.com/title/tt1277737/

 

                        Kırık dökük bir araba, yolda bozuluyor. Bir köpek, nehir kenarında bir leşi yiyor. Köpeği kovalayan kadın, o leşten –ki affola, filmin gidişatı bozulmasın diye leş diyorum, ilerleyince anlayacaksınız, o leş nedir- arta kalanı gömüyor. Uyduruk bir mezar yapıyor ona. Ki tam burada, o leşin, bir ölüye ait olduğunu söyler ve “mezar yapıyor O’na” deyip, O’yu büyük yazarız…

 

                        Adam gazeteciymiş. Zehra bir dobra kadın. Fütursuz.  “Sesimi al götür buradan” deyip, anlatıyor hikâyesini. Haram olan kadın sesi ya… “Sesimi al götür buradan”…

 

                        Zehra, Süreyya’nın öldürülüşünü anlatıyor. Süreyya yeğeniymiş. Ali, yani Süreyya’nı kocası Pasdaran. Devrim Muhafızı. Devrim Muhafızı deyince, her yeni rejimin yarattığı bağlılardan yani.  (Sipah-i Pasdaran-i İnqilabi açık adı) Misâl, köyde bekçi de tayin edilebilir. Vali de… Ya da Ali şahsında müşahhaslaştığı gibi gardiyan da…

 

                        Zehra’nın anlattıklarını izliyoruz elbet. Ali, babası idama mahkûm bir sabiye âşık. On dört yaşında bir sabi. Lâkin nafaka ödememek için karısından da ayrılması gerekiyor.

 

 

                        Süreyya’nın dört çocuğu var. İki kız, iki erkek. Erkeklerden büyüğü Rıza. Annesine ters, babası işlemiş zira hem O’nu, hem de diğer erkek kardeşini.

 

                        Süreyya, talağa/boşanmaya yanaşmayarak, dayaktan geçirilmeyi göze alıyor. Göze alıyor, çünkü çocuklarına –kızlarına demek daha doğru- bakacak gücü olmayacak, olamayacak.

 

                        Haşim Aga -gazetecinin arabasını tamir ederken gördük O’nu filmin başında- hanımının ölümünden sonra, Süreyya’yı -bir nevi- bakıcı tutuyor. İhtiyar yaşında olmuş (ihtiyarlığında sahip olduğu) bir oğlu var; zekâ özürlü… Adı Muhsin.

 

                        Ali, bu bakıcılık işinden koparıyor kafasındaki şeytanın ipini. Kethüda –muhtar- İbrahim’i de ikna ettiriyor, eski günahkâr hocaya…

 

                        Çorap söküğü gibi geliyor filmin gerisi, hayatın gerisi geliyor demek mi lâzım yoksa?

 

                        Filme de yeriniz kalsın. Her bir şeyi yazarsak, filme iştah bırakmamış oluruz.

 

                        Büyük bir beyaz daire çizilir. Mahkûme, yarı beline dek toprağa gömülür. Önce yakın akrabalar taş atar. Maktûlenin defin işlemi de izne tabi tutulur. İki erkek şahit, erkeğin yarısı görüldüğünden ya da dört kadın şahit. 

 

                        Utanacak bir durumu yok Süreyya’nın. Bu sebeple Süreyya M. demek yerine Süreyya Manutçehri diyebiliriz O’na.

 

(Yine araya girerek: Eski ve kulaktan duyma bir hikâyedir. Böyle bir recm varmış. Hz. İsa da oradaymış. O’na da taş atması söylendiğinde: “İçinizde hiç günah işlememiş biri atsın ilk taşı” demiş… Rivâyet işte.)

 

                        Nefesini teslim ederken, engin çayırlarda görüyor kendini. Eski bir rüya tekrarı… Minik kızı, her iki elinin şahadet parmağını kulağına götürüp: “Anne ben neyim?” diyor. Yemyeşil cennet çayırında… Melekler uçuyor sonra.

 

Ben bir tavşanım anne

Bak kımıldıyorum da

Melekler uçuyor anne

 

Kımıldıyorum

Melekler uçuyor

Tek onlar uçuyor anne

 

Çiçek olmak vardı anne

Börtü böcek

Kuş olmak vardı

Melek timsali

 

Ellerim kulaklarımda

Ben bir tavşanım anne

Kımıldıyorum

Ve uçuyor melekler

 

Ne âlem bir dünyaya getirdin

Nefessiz sızı anne

Ne zor bir dünyanız var

 

Kımıldıyorum

Uçuyor melekler

Ben bir tavşanım anne

Büyümeden

Ve de anlamadan

Koşayım anne

Uçuşsun melekler

 

 

Taş topluyor çocuklar

Allah adına

Tavşan doğuraydın anne

Koşaydım

Ve uçuşaydı melekler

 

                        Haşim Aga’nın sözüyle bitirelim Süreyya: “ Allah, her yaptığınızı izliyor”… Zehra Ablan nasıl dua dilediyse senden sen ölüme giderken, işte öyle bir tutam dua Süreyya…

[Beni ters köşeye yatıran bir sahne: Rıza ağlıyor anasına. Yani Süreyya’nın öfkeli oğlu...]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Ufuk Erkan Arşivi
SON YAZILAR