Ahmet Ufuk Erkan

Ahmet Ufuk Erkan

INTO TEMPTATİON ( 2009 )

 

INTO TEMPTATİON ( 2009 )

 

 

Yönetmen: Patrick Coyle

Senaryo    : Patrick Coyle

Oyuncular: Jeremy Sisto, Kristin Chenoweth, Brian Baumgartner

İmdb linki: http://www.imdb.com/title/tt1232824/

 

                        [Kilisedeki seremonide, ayakkabısı eski, o minik kıza gülüşüyorlar. Öyle ağırbaşlı bir hüzünle, onlara hiç kızmamacasına bakıyor… Boynu hafif meyilli, öylece… Kızmadan ve fakat utanarak ayakkabısından… Duruşu zengin, fakir olan sadece ayakkabısı. O, kırık topuklu ayakkabı daha filmin başında,  başınızda tepiniyor topuğuyla… ]

 

                        Gerçekleşmemiş olan, bize sanki “olmamış” gibi görünür; gibisi fazla, zaten olmamıştır… Öyle “olmamışlar” vardır ki olmasından fazla can yakar. Bazı bünyelerde, birini öldürmek kadar can yakıcıdır, birini öldürmeyi düşünmek… Yani mesela…

 

                        (Vakt-i zamanında, Kapılar ve Köprüler adında bir proğram vardı; valla kim sunardı, şimdi unuttum. Dıştan bakınca, sanki riya kokan bir halet-i ruhuyesi var gibiydi sunanın. Proğramlarından birinde, Hasan Kaçan’dan gelen bir mektubu okudu. Hasan Kaçan, riyakâr zannettiği bu proğramcıdan, “içinden riyakâr olduğunu geçirdiği için” helallik diliyordu. Riyakâr olmadığına kani olunca, sırf içinden geçenler için, o muhteremden özür diliyordu. İçinden geçen için özür dilemek de her babayiğide nasip olmaz…)

 

                        İşte, filmde de henüz işlemediği -fakat nüvesini kafasında barındırdığı- bir potansiyel günahı için soru soruyor kadın, papaza. İşlemeyi taammüd ettiği/planladığı günah: Kendini öldürmek, intihar etmek yani. Doğum gününde, kendisine kıyacak. (Ne zaman intihar kelimesini duysam, kullansam, bir tren tıkırtısı ezer geçer içimi, niyeyse, niçinse artık…)

 

                        Zaten sıra dışı bir rahip. Karşısındakini önce kabul ediyor; günahkâr falan diye nitelemeden. Düşüyor kızımızın peşine. (Sanki film ilerlediğinde, ki artık tanıştık sizinle, kafam böyle işliyor,    Marcello Mastroianni’nin bir filmini de çağrıştırıyor bana. Şimdi ne adını hatırlarım, ne de konusunu tam çıkarabilirim. Lakin âşık olan bir papazdı o filmde…)

 

                        Tam bir İsa halefi. Para isteyen bir fukaraya, (bu fukara da müthiş oynuyor) parası olmadığı için tespihini veriyor.

 

                        Şehrinin, belki daha önce hiç gitmediği yerlerine gidiyor o kızı bulmak için. Orda zenci bir hanımefendiden yardım alacak; konuşuyorlar bir barda. “Kim yardım edebilir bana?” gibi bir soru soruyor peder. Kadın, O’na bir isim söylüyor: “ Aziz Clair (St. Clair)” Hayatı, azizlerin, hatta en unutulmuş azizlerin hayatlarını anlatmakla geçmiş biri olarak, kadın pazarlayan birinin Aziz sıfatlı olması, O’nu şaşırtmış olmalı… Tabii filmde, tam bu cümle geçerken, asıl hedef biziz; ilk şaşırması gereken biziz. Şaşırıyoruz…

 

                       

                        (Unutmadan… Bir de minik yamağı var (Danny). Yamak ama sanki patron duruşunda… “- Nasılız?”  “-Geciktik…” Bunu öyle bir söylüyor ki kerata. Yani papa olsa, bizim rahibi işten atacak çoktan. )

 

                        Olmayan günahı için günah çıkartan kızı, biz görüyoruz. Bir sahnede, adını söylüyor: Linda. Nasıl bir söyleyiş… Sanki dudağı bile kımıldamadan, bir meleğin sesiyle konuşuyor: Linda… Film ilerledikçe, cidden, normal konuşması bu, anlıyorum bunu. Yeryüzünde, ağzını bu kadar az açarak konuşan ve buna rağmen sesi duyulan kaç kadın var? Saymayayım… Sanırım sadece Linda… Başlı başına büyük bir mucize olan konuşmayı, tam bir mucize haline getiriyor o ses, o konuşma…

 

                        Lindamız, üvey babasını affediyor. Öyle bir affediş ki zaten ölümüne ramak kalmış ihtiyar serseri, ölmekten beter oluyor. “Affedildin…” Bunu diyeceğine, afedersiniz, o şerefsize iki kurşun sıksa daha iyi. Kelime, kurşundan etkili… Paçavra ihtiyar, gözyaşına gark olmak üzere…

 

                        (Rahibimizin bir de Nadine derdi var. Eski sevgili… Hani size sormadan çekip giderler, sonra olan olmuş, biten bitmişken… Kendi düzgün hayatları dağıldıktan sonra karşınıza geçip, eski sevgili numaraları yaparlar. Yıkıp gittikleri, sizin zar zor toparladığınız hayatınızı, yeniden darmadağın etmek için… O cinsten… Filmi seyretmesem, Bakire Meryem sanacağım Nadine’i… Elbette sanmıyorum. Sadece kadim bir merak: Kadınlar nasıl oluyor da terk etmeyi başardıkları gibi kendi terk edişlerinden de sizi sorumlu gösterebilip, özür bekleyebiliyorlar? Allah’ın hikmeti işte, onları da böyle yaratmış demek ki… )

 

                        Mürit kelimesi tam uymaz şimdi diyeceğime. Ne diyelim? Hah, cemaatinden biri… Siyahî  bir adam. Eski boksör. Şeksiz şüphesiz bir bağlılıkla, hiç soru sormadan, yardım ediyor pederimize. Yine cemaatten bir taksi şoförü ki Linda’yı meğer o getirmiş kiliseye… “Basamaklardan çıkışını seyrettim. Adeta bir meleğe bakıyordum… “ Bir Linda tasviri daha… (Şoför cemaatten değilmiş; bir güzel yaratılmış tesadüfle, Linda ile gelmiş kiliseye meğer)

                       

                        O, fukaraya verilen tespih, Lindamıza ulaşıyor. Filmin hikmetinden asla sual olunmaz… O, en başında kafanızda tepinen topuk da yerli yerine oturuyor. Her şey yerli yerinde. Rahibimiz, O’nu, yani Lindamızı, fotoğrafı üzerinden aklarken, günahlarından arındırırken… Aklımız Linda’da, öylece bakıyoruz; ümitle... Siyah-beyaz filmlerden kalmayız ya istiyoruz ki buluşsunlar mesela. Ve bir fotoğrafa dokunarak, o fotoğrafın sahibini günahından soyutlamaya çabalamak… Kalsın gerisi.

 

                        Film bitti… Közü tükenmesin diye mangal küllenirdi eskiden, henüz mangal varken… Maşayla, közün üstünü küllerdiniz. Sonra aynı maşayla, közü bulmak için o külü eşelerdiniz. Zıkkım olsun işte… Bu film de -pek çok film gibi- elinde bir maşayla eşeliyor sırladığınız közü. Eşeliyor, küllediğiniz aynı maşayla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Ufuk Erkan Arşivi
SON YAZILAR