Her nefs-i vahide sahibi ölümü tadacaktır...

HER NEFS-İ VAHİDE SAHİBİ ÖLÜMÜ TADACAKTIR…

Nefs-i vahide kavramıyla belki de hiç karşılaşmadınız. Belki de ilk karşılaşıyorsunuz. Tuhafınıza da gidiyor; acayip karşılıyorsunuz.

Evet, bu kavram, Kur"an-ı Kerimde üç âyet-i kerimede geçmektedir. Ama hepiniz bilirsiniz ki, biz toprak özetinden ibaret, can sahibi spermanın anne karnında anne yumurtasınca kavranması ve kaynaşmasıyla bedenleşme sürecimiz başlamaktadır. Önce birkaç damla sıvı içindeki sperma, anne rahminde kan pıtısına dönüşüyor. Kan pıhtısı da birkaç hafta içinde larvalaşıyor, yani insan; canlı bir varlığa dönüşüyor.  Kur"anda adı; "alaka; yani sakız gibi yapışan ve hayız kanıyla beslenen sülüktür.

Ondan sonraki aşamada anne rahmindeki insan et-kemiğe dönüşür, bedenleşir, kalp-beyin denetiminde sinir sitemi ağı kurulur. Bu eyleme Kur"an, “tesviye” adını verir. Ondan sonra da boş kasa olarak adlandırabileceğimiz insan bedenine melekçe canı üflenir. Bu canın adı Kur"anda; nefs-i vahidedir ve insanın kendisidir. Cennetten kovulduktan sonra, insanın gerçek dünyası olan ve cennetle dünya arasında bir bakıma “bekleme salonu”  diyebileceğimiz Berzah âleminde beklemektedir.  Ölüm olayı gerçekleşince de insanoğlu kıyamete kadar orada; cennet bahçesinde veya cehennem çukurunda bekleyecektir.

İşte Prof Dr Türkan Saylan Hanım da artık bekleme salonunda beklemektedir. Acaba cennet bahçesinde mi, cehennem çukurunda mı?

Acaba insan, kendisinin cennet bahçesinde mi, yoksa cehennem çukurunda mı bekleyeceğini bilebilir mi? Ben, İslam âlimi kimliğimle kesin bilebileceğini, hatta tüm insanların da kendisinin nerede yar alacağını bildiğine inanmaktayım.

Son nefeste iman kurtarma olayına inanmıyorum. Kişinin nefs-i vahidesi cennette şeytanın yasak ağacı olan Zakkum Ağacı"ndan yememişse dünyada başörtüsüyle uğraşmayacak, Kur"an Kursu kapatmayacak, gencecik yavruların 15 yaşından önce camiye uğramasını yasaklamayacaktır.

Kişinin nefs-i vahidesi cennette o ağaçtan yiyip yememesine göre ta anne karnından doğduğu andan itibaren nefs-i vahidesinin denetim ve yönlendirmesiyle sosyal yaşamını tamamlayacak ve ölecektir. Öldüğünde de kesin olarak defteri dürülecektir. Kimsenin şeytanın veya öyle sanıldığı gibi Yüce Mevlanın hiçbir müdahalesi söz konusu değildir.

Ama insanoğlu ve özellikle Allah"ın takvasını gereği gibi yaşayamayan ve cihadında kusurlu olan Müslümanlar, güya Allah"a cc olan imanlarını daha da güçlendirmek amacıyla, Allah"a cc ve sevgili Peygamberimiz Muhammed Musatafa"ya SAV olabileceğinin ötesinde tazim gösterme numarası çekmektedir. Psikolojide savunma mekanizması var. Yani insan, birilerinden korkusu yüzünden imanını tam yaşayamayınca numara yapar. Yalandan yapmış gibi davranır ya da yapar gibi görünür. İşte onun psikolojide adı savunma mekanizmalarıdır ve yüceltme mekanizmasıdır.

Resûlüllah"ın sav sünnetini yaşamak, Allah"a cc imanın tek göstergesidir. Eğer Resûlüllah"ın sav sünnetini yaşayamazsak numaralar göstermeye kalkışırız. Hz Peygamberimizin ruhunu bekabillah makamına çıkarırız, tıpkı şeyhimizin ruhunu çıkarttığımız gibi. Peygamberimizin ruhunu, ta Âdem baba"dan daha öncelere taşırız; meleklerden de öte üst makamlarda ona ölümsüzlük veririz, olağan ötesi yüceltiriz. Böylece gerçek imanlı olma numaraları sergileriz.

Bunlardan birisi de son nefeste şeytana olağanüstü makamlar veririz. Son nefesimizdeki susuzluk hissimizin artmasında, bir bardak suya bizden imanımız satın alır ve cennetlikken maazallah cehenneme gideriz. Cennette nefs-i vahidemiz ağaçtan yemediği halde ve dünyada da onun gereği Türkan Taylan Hanım ve onun arkasındaki güçlerle sonuna kadar cihad içinde yaşadığımız halde ve Cennete gideceğimiz kesin iken Allah cc bizi: “Ben öyle istedim; cehennemliksin?” mi diyecek?

İşte Prof Dr Türkan Saylan hangi yolu seçmiş? Cennette zakkum Ağacı"ndan yiyenlerin mi, yoksa yemeyenlerin mi?

Türkan saylan, inandığı değerlerin gerçekten yılmaz bir savaşçısı idi. İnandığı değerler tartışılabilir. Ama bunları hayata geçirmedeki kararlılığını, azmini, sabrını ve savaşçılığını kimse tartışamaz...

Keşke her insan onun gibi inanç ve ideallerinin savaşçısı olabilse!

O, bir “eğitim savaşçısı”,  muhtaç öğrencilere el uzatan bir “yoksulluk savaşçısı”, hatta o “iyilik meleği”… O, bir “cüzzam savaşçısı”, kansere “savaş” açan bir “sağlık kahramanı”,

cehalet savaşçısı, örnek bir “yurtsever” ve “aydınlanmacı” idi…

O, “çağdaş yaşam savaşçısı”, darbelerin savunucusu değil “devrimlerin savaşçısı” idi...

O çetin bir “başörtüsü savaşçısı” idi. Dindar kızların üniversitelere alınmamasının “savaş”ını verdi.

İmam Hatip Liselerinin kapatılması kampanyalarının ve Kur"an okuyanlara, dini tahsil yapanlara “savaş” açanların “amiral köşkü”ndeydi.

“Kur"an Kursları Yönetmeliği”ne karşı “savaş açanlar”ın, ilköğretim çağındakilerin Kur"an Kursu"na gitmesini yasaklayan yönetmeliğin yılmaz savunucusu ve İHLlerin orta kısmını kapatan“kesintisiz eğitim”in en ateşli savaşçısı idi.

ÇYDD başkanı olarak, el-Ezher Üniversitesi mezunlarının, devlet kademelerinde namaz kılan bürokratların önünü kesenlerdendi.

İmam-Hatiplilerin üniversiteye girmelerini engelleyen “katsayı” zulmünü koyan ve kalkmaması için çaba harcayanların öncüsüydü.

“Dindar Cumhurbaşkanı istemiyoruz” Cumhuriyet mitinglerinin öncüsüydü.

Üniversite koridorlarında “türban avı”na çıkanların ve “ikna odaları”nda beyin yıkayan “militarist ekip”lerin bayan komutanıydı O...

Genç kızların kafalarının içini değil dışını simgeleyen giyim kuşamlarına savaş açarak, geleceklerini karartmış ve birçoğunun ruhsal travma geçirmesine ve hastanelik olmasına sebep olmuştur.

Mezun olmaya ramak kalmış yüzlerce “beyin gücü”nün kariyer ve diplomasını çöpe atanlarla bir olmuş ve faşizan bir uygulamayla; üniversite kapılarına yığılan binlercesini tek düşünce kalıbına mahkum edenlerin önünde olmuştur.

Türkan Saylan bu yaptıklarını inkâr etmiyor; tersine bundan kıvanç ve onur duyduğunu söylüyordu... Arkadaşları da bunu iftiharla anlatmıyorlar mı?..

Biz de bunları hatırlayıp şu duayı dillendirelim:

“Allah dünyada yaptıkları tüm eylemlerinin karşılığını versin.”

Allah cc şöyle buyuruyor:

“Ölüleri biz diriltiriz; evet biz! Onların hem yapıp-ettiklerini hem de kurumsallaşmalarını yazarız. Tutanak tuttuğumuz her şey; ama her şey, yalın anlaşılır Levh-i Mahfûz İmamdadır” Yâ Sîn Sûresi: 12.

Allah cc bizim sadece yapıp-ettiklerimizi yazmakla kalmaz, o yapıp-ettiklerimizin ölümümüzden sonra  nasıl kurumsallaşacağını da hesaba katarak yaptıklarımızı katlayarak defterimizi Levh-i Mahfuz arşivine kaldırır.

ldığımız namaz sadece bizim kendimizi ilgilendiriyorsa bir sevap alır, ama o namazımız başkalarını da etkileyecek biçimde dışa yansımışsa ücreti katlanarak yazılır.

Kendi namazımızı kıldığımız gibi, sırasıyla çoluk-çocuğumuzun, aile bireylerimizin, yakın akrabamızın bireylerinin, uzak komşularımızın, kasabamızın, ülkemizin, nihayet İslam dünyasının ve bütün dünya insanlarının namaza ısınmasını sağlayacak ve o heyecanı fitilleyecek kurumlarla kurumsallaşmasını sağlayacak namazın değeri de bizim amel defterimize kat kat arttırılarak yazılır.

Saylan Hanım, Türkiye"de çağdaş(!) kızlar yetiştirme kurumlarını kurumsallaştırmış… kendisi ölmüş olsa da mezarı başında dillendirilenler ve ÇYDD"nde onun makamını dolduranlar özellikle fakir ve de Güneydoğulu kızlarına verdiklerini kurumsallaştırmışlardır…

Çağdaşlaştırabileceği kızlara adadı kendisini… 20 yılda 29.000 kız…
Bu kızlara iyilik mi yapıldı kötülük mü? İyi niyetle bakılınca kötülük olduğunu düşünemiyor insan…
Ama gel gör ki Güneydoğu"nun mazbut ve dini değerlerine bağlı Müslüman ailelerin kızlarını çağdaşlaştırma(!) projesinin en büyük hedefi başörtülü dindar kızlar…

Zaten bunu da açık açık itiraf etmişler tuttukları fişlemelerde…
“Diyarbakırlıdır”; “Kürt kökenlidir”; “faydalanılabilir”… yardım edilsin…
“Başörtülüdür; şeriatçıdır” “kazanılamaz; yardım yok”…
Böylesine bölücü bir mantıkla aslında çağdaşlaşma değil irticalaşma faaliyetlerinin odağı haline gelmiş bir uzaktan kumandalı sözde sivil toplum kuruluşunun başkanlığını yürütüyordu Türkan Saylan…
Birileri onu melek olarak lanse etse de… Ne olduğu az çok belliydi…

Türkan Saylan inandığı değerler için mücadele etti… Ama tuhafın da tuhafı olan, öldükten sonra inandığı değerler yerine karşı olduğu ve mücadele ettiği değerlerin ritüelleriyle son yolculuğuna uğurlanması…
Ben olsaydım, camiyi asla tercih etmezdim. Bir bale salonunda cenaze töreni yapılmasını isterdim.
Sonra Müslüman mezarlığına defnedilmeyi istemezdim…
Ritüel olarak Fazıl Say eşliğinde çağdaş bir müzik orkestrasının resitalini isterdim. Fatiha"larla Yasin"lerle uğurlanmak istemez, 10.yıl marşıyla uğurlanmak isterdim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Salih Parlak Arşivi
SON YAZILAR