HANEFİ AVCI’NIN KİTABI ÜZERİNE

            Kitap okumak çok güzel ve zevk alınacak bir durumdur. Sanırım yetmişli yılların sonu idi ilk okumaya başladığımda Yavuz Bahadıroğlu, Necip Fazıl, Mehmet Akif gibi yazarlarla tanışmıştım. Daha sonra İsmet Özel, Ali Şeriati, Nazım Hikmet, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt gibi şair ve yazarları tanıma fırsatım oldu. Aldığım eğitim gereği olmalı ki daha sonraki yıllarda ağırlıklı olarak kaynak eserler üzerinde durmaya başladım, hatta tefsir, hadis, kelam, akaid ağırlıklı kitaplara daha çok önem vermeye başladım. Bunun nedeni az önce de belirttiğim gibi aldığım eğitim olabilir. İnanmadığım hiçbir şeyi yaşamak gibi bir huyum olmadığından, inandığım dini ve onun temel kaynaklarını öğrenmem gerektiğini düşündüğümden bu tür eserlere ağırlık verdim.

            Toplum olarak en büyük zaaflarımızdan birisi de kitap okuma alışkanlığımızın olmamasıdır. Dünyanın neresine giderseniz gidin insanların her fırsatta kitap okuduklarını rahatlıkla görebilirsiniz. Batı"da en kaliteli hediye kitaptır, insanlar evlenip balayına çıktıklarında bile kitap okurlar, hatta doğum yapan annelere en güzel hediye kitaptır, çocuklara ailelerinin aldığı ilk hediyeler arasında kitap olduğunu söylersek abartmış olmayız. Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı tezinin bana göre cevabı çok gezen ne kadar bilgiye sahip olursa olsun mesnetsiz, dayanaksız, alt yapısı olmayan bilgilerle doludur. Buna örnek de seyahatnamedir ama çok okuyanın bilgi dağarcığında ne varsa alt yapısı vardır, bilginin güvenilir ve sağlam olabilmesi için mutlaka karşılaştırmalı olması gerektiği de bir gerçektir. Örneğin yakın tarihle ilgili bir kitap okuduğumuz zaman şayet Soner Yalçın"ın kitabından bu bilgileri almış isek Mustafa İslamoğlu"nun da aynı konudaki fikirlerini okuma mecburiyetimiz vardır, aksi halde bilgi tek taraflı olur.

            Her şerde bir hayır vardır derler ya buna bir kez daha inandım yaklaşık on beş yıl uzak kaldığım kitaplarımla 2007 yılında girdiğim Medresei Yusufiyyede yeniden buluşma fırsatım oldu. Birçok yönü şer olan o günkü yaşadıklarımın sadece bu boyutu dahi hayra vesile olmasına yeter de artar bile. Bunun dışında olanları da eklemeye kalksam diyeceksiniz ki iyi ki içeri girdin, onu da dedirtmemek için konuyu kapatarak asıl mevzuumuza girmek istiyorum.

              Bugün sizlere şehrimize yatırım yapmak isteyen bir iş adamının veya bir holdingin şehrimizden nasıl kaçırıldığını anlatmayı düşünüyordum, ancak yazımızın giriş bölümü buna müsaade etmeyince olayın gidişatı değişti. Geçtiğimiz hafta okumaya başladığım ve sizlere de belirttiğim Hanefi Avcı"nın Haliçte Yaşayan Simonlar kitabını bitirme imkanım oldu. Kitabın yarısına kadarki bölümü ile ilgili sizleri bilgilendirmiştim, bu konuda dostlarım neden kitabın tamamını okumadan yazdığımı sorduklarında onlara dedim ki ben kitabın yarısına kadarki bölümü hakkındaki kanaatlerimi bildirdim, kalan yarısı hakkında da yazacaklarımı okuyunca kitabın tamamı ile ilgili kanaatimi öğrenmiş olursunuz.

            Kitabın birinci bölümünde Hanefi Avcı meslek hayatında yaşadıklarını, tecrübelerini, bilgi birikimlerini gayet güzel ortaya koymuş, gerçekten istifade edilecek bilgiler vermiş, ancak ikinci bölümünde cemaatle ilgili, Ergenekon, Erzincan olayları, v.s. hakkında yazdıkları kendisinin taraf olduğunu göstermektedir. Beni tanıyan ve okuyan herkes Cemaatle ilgili düşüncelerimi bilir, hatta bu konuda cemaat tarafından hayli eleştiri aldığım, bazı reklamlarıma ambargo konulduğu, cemaat mensuplarının gazetemizi okumadığını hepiniz bilmektesiniz, ancak olaylarla ilgili objektif değerlendirme yapmamız gerektiğinde nefsimizi bir kenara bırakıp, doğruları konuşmazsak hem kendimize, hem mesleğimize, hem de topluma ihanet ederiz.

            Ülkemizde Cemaat olgusu bir gerçektir, ancak Hanefi Avcı"nın kitabında belirttiği gibi Devlet içerisinde bir örgütlenmeye gidip, organizeli bir biçimde teşkilatlandıklarını düşünmüyorum. Benim de cemaat mensubu bir tüccarla davam var ve bana göre cemaate yakın olan savcı yazdığı iddianamede ciddi anlamda taraf tutmuştur, zira olayla ilgisi olmayan geçmişte yaşanmış bazı olayları da iddianameye yazmış olması bunun açıkça delilidir, hatta bizzat bana ifade esnasında burası Nur kapısıdır şeklinde ifadesi olmuştur, ancak bu cemaatin örgütlenmesi anlamına gelmez, bu münferit bir olaydır ve sadece ilgilisini bağlar. Hanefi Avcı kitabında üzerine hiç vazife olmayan Ergenekon, Erzincan olayları, Şemdinli olayları gibi ulusal boyuttaki siyasi olaylara yorum yaparak sanki devlet içerisinde yeni bir yapılanmaya gidildiğini belirtmiştir. Sadece bununla da kalmamış rejimin tehlikede olduğunu ifade eden kitabın ikinci kısmı hiç de hoş ve kendisinin de geçmişine yakışmayan ifadeler içermektedir.

            Keşke Hanefi Avcı kitabın ikinci kısmını hiç yazmasaydı da gözümde kahraman olarak kalsaydı. Bu nedenle Haliç hiç bu kadar kokmamıştı kitabını da okumak zorunda kaldığımı ifade ederek sözlerime son vermek istiyorum. İyi haftalar

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Adnan Bahadır Arşivi
SON YAZILAR