M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

CÂMİ-MISRÂ-MEVZÛ-TEVÂZÛ...HAKKINDA/1

    Eğer bir dil, bunca mensubuna, yaşadığı mâcerâlara ve şanlı mâzîsine rağmen, türettiği ve bünyesine kattığı kelimeler hakkında gerekli kaideleri tespit edememiş; sesbilgisini/fonetiğini ve bediî/estetik hüviyetini mânâ derinlikleriyle inceden inceye çözememiş ise, bu hususlarda mesâfe alıp merhale kat etmek değil, hâlâ karmaşa/kaos yaşıyorsa, sözün nereye gideceğinin hesabını yapmak da zor olur.

      Türkçe hakkında yüzün üzerinde makale yazdım. Demek ki yetmiyor!..Makâle mi diyeceğim/yazacağım, makaale mi, acaba makale mi? Yoksa başka bir çıkış yolu mu vardır?

       Bu defa, değerli dostum Arslan Tekin Bey'in iki yazısına kapılarak, tekrar düşündüm. Bana, güzel şeyler telkin etti.

       İşin esası, şu kaidede düğümleniyor; önce onu nakledeyim: "Türkçe yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi yazılan bir dildir."

        Talebeliğe başladığımdan beri, bu kaide bize söylenir, öğretilir, tatbike çalışılır ki, hâlen de öyledir!..Ancak, îzahını istediğimiz kelimeler hakkındaki sorularımıza asla cevap verilmez. Nedendir, o da bilinmez!..

      Mâdemki hâlimiz böyledir, o hâlde gerekeni yapmaya çalışalım. Meselâ; F(ı)ransızca'da şöyle bir kaide vardır. Denilir ki, "F(ı)ransızca'da istisnâsız kaide yoktur."

       Çok hassas bir mes'eledir bu!..Peki, ne demektir? Şu demektir ki, bu lisânda 'vazgeçilmez kaideler' vardır ve bu vazgeçilmez kaidelerin de 'vazgeçilmez istisnâları' vardır. Hem bu kaideleri bileceksiniz ve uygulayacaksınız, hem de istisnâlarını!..Yâni; bizim lisânımız, yerli yeri oturtulmuş bir lisândır, diyorlar.

       Belki bana öyle geliyor!..Fakat değil!..G(ı)ramer kitaplarından, fonetik kitaplarından, Larousse'larından, menşebilim/etimoloji sözlüklerine kadar hep böyledir!..

      Bizim Türk dili p(u)rofesörlerimiz kitap yazıyor, adı: "Türkçenin Grameri"  veya "Türk Dili Grameri, Türk Lehçeleri Grameri, Türkiye Türkçesi Grameri, Eski Türkçe'nin Grameri..."

      Burada, herkesin söyleyeceği bir sözü olmalıdır: Birincisi, Türkçe'de karşılığı  varken, "grammaire/gramer kelimesinin niçin kullanıldığının sebebini bilmemiz lâzımdır. İkincisi; bu "gramer" kelimesi, Türkçe okunuş kaidesine göre, 'gıramer' diye yazılmalıdır.  Çünkü; Türkçe'deki temel kaide böyledir: "Türkçe, yazıldığı gibi okunur, okunduğu gibi yazılır."

       Bu işin ilmini yapanlar, böyle başladıktan sonra, çözüm mümkün olmaz.

        Dil p(u)rofesörünüz böyle yazacak ammâ, ilkokuldaki çocuğa, "Türkçe yazıldığı gibi okunan bir dildir" kaidesini ezberleteceksiniz.

          Niçin, Türkçe'nin Dilbilgisi veya Türkçe Dilbilgisi denmiyor? 

          Zâten, mes'ele de burada başlıyor!..

       Trabzon yazıp  Tırabzon okursak anlaşmamız mümkün değildir. Tırabzon yazacağız ve  onu, Tırabzon diye okuyacağız! Kelimeleri, yazılış- okunuşlarıyla Türkçeleştireceğiz. Zâten, kelimelerin ana kalıbındaki zarâfet ile, Türk milletinin o kelimeye kazandırdığı sosyo-kültürel mâna ve özüne üflediği ruh tamamen bizimdir.

       Şunu da ifade edeyim ki, "grammaire/gramer; bir dildeki 'kaideler bütünü'dür. Dil'in incelemesi, linguistique/lengüistik'le ilgilidir. Fakat biz, buna, hepsini içine alacak bir ifadeyle "dilbilgisi" diyoruz.

       Gelelim mevzûmuza!..Arslan Tekin'in iki yazısı dikkatimi çekti. Birincisi, 03 Ağustos 2017 tarihli Yeniçağ Gazetesi'nde yayınlanan "Boşnak, Arnavut Yok Müslüman Var!" başlıklı yazısıdır. İlgili bölümü nakledeyim. Diyor ki; "Belgrad'da bir cami var. Bayraklı Camisi. (Tekrar yazıyorum: Türkçe'de "ayın" sesinin karşılığı yok. Kendimizi zorlamayalım; mümkün olduğu kadar ses uyumunu sağlayalım. "Camii" değil, "camisi" diyelim. Yine Bayraklı Camisi'ndeki dil yanlışlığını fark ettiniz mi?  "Bayraklı" sıfattır. Önüne geldiği isim ek almaz, Ama böyle söylenegelmiş. Ben "Bayraklı Cami" diye yazacağım!

     Camiye gittik. Savaş zamanı orada namaz kılmıştım. 2004'te yakıldı."

     Şimdi soralım: "Camiiye gittik mi?" diyelim, yoksa, Arslan Tekin'in yazdığı gibi, "Camiye gittik mi?"   

       Sayın Tekin'in, sözünü ettiğim ikinci yazısı, bu yazısından birkaç sene önce, yine Yeniçağ Gazetesi'nde yayınlandı. 18 Temmuz 2013 tarihinde, "Ne Yapacağız Türkçeyi?!" başlığını taşıyan bu yazısında ise, Tekin şöyle diyor:

        "Türkçemizde halledilmesi gereken o kadar çok mesele var ki... Kaç defa yazdım hatırlamıyorum.
           Cami, bayi, müdafi, merci, mısra, mevki, tevzi... Sık kullandığımız, âdeta dilimizin rüknü, atılması mümkün olmayan daha birçok kelimenin son sesi “ayın”dır. Kur’ân-ı Kerîm’i okuyanlar bilirler, ayın Arap hançeresine göre okunur. Ama Türkçede ne yapacağız?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR