Kaydır, tüket ve unut
Eskiden kitap okuyunca insan kendini zenginleşmiş hissederdi. Şimdi birisine “Kitap okuyorum.” dediğinizde ya acayip bakılıyor ya da karşıdan “Vay be, nasıl vakit buluyorsun?” gibi bir tepki geliyor.
Sanki kitap okumak bir lüks, zihinsel bir tatil haline gelmiş gibi değil mi? Filmler bitmeden geçiliyor. Cümleler yarıda kalıyor. Sohbetler, üç bildirimle bölünüyor. Çünkü günümüz insanı artık kendi dopamin reseptörlerinin esiri olmuş durumda.
Dopamin, beyin kimyamızın ödül hormonu desek yanlış bir şey söylemiş olmayız. Yeni bir şey, hoş bir ses, göz alıcı bir görüntü... Beyin bunlara hemen reaksiyon verir, dopamin salgılar. Bu doğaldır. Ama artık bu sistemi doğal sınırların çok ötesinde, endüstriyel boyutlarda sömürüyoruz.
TikTok’ta, Instagram Reels’ta saniyeler içinde onlarca video kaydırılıyor. Youtube kafamıza video fırlatıyor. Bir anda Yüreğir'de tabla kebapçı tezgahındayken bir anda Newcastle'de metro durağındayız. Her birinde bir başka yüz, başka ses, başka renk. Saniyelik ödüller, beyni tembelleştiriyor. Artık uzun süren hiçbir şeye tahammülümüz yok. Dikkat eşiğimiz, bir sosyal medya postunun altına gelen beğeni sayısı kadar sığlaştı.
Artık tarumar olmuş dopamin reseptörlerimizin karnına gitsin diye kırıntılar peşinde koşuyoruz, hikâyelerin değil.
Bir kitap, yavaşça açılmak ister. Karakterleri tanımak zaman alır. Bir film, ritmini kendi belirler. Kimi yerinde sıkılır gibi oluruz ama o sıkılma bile anlatının bir parçasıdır ama biz şimdi, o yavaşlığa sinirleniyoruz. “Bu çok yavaş ilerliyor.” deyip kapatıyoruz. Çünkü beynimiz çoktan hızlı, parlak ve gürültülü şeylere alıştı. Gerçek hayatın temposu artık bize sıkıcı geliyor. Oysa hayat, çoğu zaman sessizlikten ibaret.
Sohbetler bile eskisi gibi değil. İki kişi bir kafede oturduğunda, biri telefonuna bakmaya başladığında sohbet bitiyor. O küçük cihaz, bir arkadaş kadar ilgi çekici hale geldi. Hatta daha da fazlası da var. Çünkü orada her saniye yeni bir şey var. Peki ya karşımızdaki insan? O aynı yüz, aynı ses, aynı kelimeler. Yani beynin dopamin sistemi için artık heyecansız bir içerik. Acı olan şudur ki insanlar, birbiri için birbirinden daha sıkıcı hale gelmeye başladı.
Taciz. Taciz de var burada. Reklamlar, sanki beynimize zorla girmeye çalışıyor. Sürekli bir bildirim, bir alışveriş önerisi, bir kaçırma hissi. Hepsi dopamin sistemini tetiklemek için kurgulanmış. Biz neyi seviyorsak, bir sonraki videoda o var ama bir noktadan sonra hiçbir şeyin tadı kalmıyor. Yüzlerce videodan sonra insan bir garip boşlukta buluyor kendini. “Az önce ne izledim?” sorusunun cevabı yok. Çünkü hiçbir şey izlenmedi aslında. Sadece kaydırıldı. Sadece kaydırıldı ve unutuldu.
Dopamin sistemimiz artık bir tüketim aracı ve tüketilen yalnızca içerikler değil; dikkatimiz, sabrımız, sohbetlerimiz, derinliklerimiz, insanlığımız olmuş durumda.
Çözüm mü? Belki biraz sessizlik. Belki bir filmi yarım saat geri sarıp baştan, dikkatle izlemek. Belki bir kitabın ilk 50 sayfasına tahammül edebilmek. Belki gerçekten, karşımızdaki insana “Nasılsın?” derken göz göze bakmak ve cevabını beklemek.
Çünkü gerçek dopamin; bir dostun gülümsemesinde, bir paragrafta sizi sarsan cümlede ya da uzun zamandır izlemek isteyip nihayet vakit ayırdığınız bir filmde gizli. Yeter ki sabredelim. Yeter ki beynimize “yavaş olan güzeldir”i yeniden öğretelim.
Eğer bu hız böyle devam ederse, elimizde hiçbir şey kalmayacak. Ne dostluk, ne dikkat, ne de hatırlanacak anılar… Her şey sadece kaydırılıp geçilen birer “içerik” olacak. Bu yüzden şimdi durmak zorundayız. Kendimizi, birbirimizi, hayatı tüketmeden önce durdurmak zorundayız.
Çünkü insan, hatırladığı kadar yaşar. Ve biz artık hiçbir şeyi hatırlamıyoruz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.