RAVZA-İ MUTAHHARA'DAN SELÂMLAR

Doğrusunu ararsanız Samsun'a gelinceye dek köşe yamayı düşünmüyordum. Ancak teknolojinin bu kadar gelişip Türkiyedeki tüm imkanların burada da aynı şekilde sunulduğu bir iletişim sektörü olunca insan yazmadan edemiyor. Ta Medine-i Münevvere'den sizlere Samsun gündemi ile ilgili yazmak istemiyorum. Normalde internetten her şeyi anında takip etme fırsatımız olsa da biraz da değişik atmosferde olmanın etkisiyle sizlere buralardan yazmak istiyorum. 

İşlerimizin yoğunluğu nedeniyle sekiz günlük bir umre programına dahil olduk. Programı yapan kardeşimiz, yaklaşık otuz yıldır tanıdığım Şükrü Yüce Hocamız olup, uzun yıllar Diyanet işleri Başkanlığı emrinde İmam Hatiplik yaptıktan sonra emekliliğini müteakip umre turları tertip etmeye başlamış bir kardeşimiz. Ben en son 1996 yılında annemle birlikte hacca gelmiştim. Ondan sonra bir daha gelmek nasip olmadı. Aradan geçen yirmi yıllık sürede bir hayli değişiklik olmuş. 

Salı sabahı saat yediotuzda Çarşamba Havaalanı'ndan direk Medine Havaalanı'na uçtuk. Yaklaşık üçbuçuk saatlik bir yolcuğun ardından saat onbiri on geçe Medine Havaalanı'na indik. Ardından otelimize geldik ama odalarımıza yerleşmeden direk Ravza-i Mutahhara'ya gidip Efendimizi selâmladıktan sonra bazı ziyretlerimiz oldu. Ardından da ikindi namazını müteakip Cennet'ül-baki olarak bilinen Ravza-i Mutahhara'nın yanında bulunan yaklaşık onbin sahabenin yatmakta olduğu mezarlığı ziyeret ettikten sonra otelimize döndük.

Medinedeki kalış süremiz üç gün olduğundan, çok yoğun bir program yapmak zorundaydık. Henüz yeni umreye gelen kardeşlerimiz bir hayli heyecanlıydılar. Kafilemiz 120 kişilik bir kafileydi. Bayan kardeşlerimiz erkeklerden sayıca daha fazla, heyecan olarak daha heyecanlı, ibadette de daha özveriliydiler. Her ne hikmetse bayanlar her konuda biz erkeklerden daha heyecanlı ve özverili oluyorlar. ibadet noktasında da onların bizlerden çok daha samimi ve heyecanlı oldukları bir gerçek. 

Çarşamba günü sabah saat 7.30 da başlayan ziyaret turumuz öğlen namazına kadar sürdü. Uhud Dağı'ndan başlayan ziyaretimiz Mescid-i Kıbleteyn, yani iki kıbleli mescid, mescidi seba, yani yedi mescidin olduğu bölge ve Kuba Mescidi'ni siyaretle sonlandı. Bu ziyeretletin gündüzün ortasında olması fevkalade yorucu oldu. Öğle namazını Mescid-i Nebevi'nin içerisinde kılma imkânı bulamayınca, dışarıdaki mermerlerin üzerinde namazı eda ettik. Mermerler güneşin etkisiyle öyle ısınmışlarki manlatamam. Mermerin üzerine basmak mümkün değil. Namazı kılarken, ya Rabbi, şu mermerin üzerşnde duramıyoruz, sen bizi nâr-ı cahîmnden azad eyle ne olur, diye dua ettim. Umarım bu yazıyı okuyan tüm kardeşlerim bu duaya nail olur.

Umreciler dua ederken, onlara "Bizden de Resulullah'a selâm götür" diyenlerin tamamının selâmını getirdikleri gibi özellikle bayan kardeşlerimizin ellerindeki listeleri okuyup bizatihi isimleri zikrettiklerini görünce bizim toplumumuzun ne kadar samimi olduğunu bir kez daha müşahade ettim. Oysa selâm gönderenlerin ismini zikretmeksizin "Ya Resulellah sana selâm gönderenlerin tamamının selâmını getirdim" demek yetmesine rağmen, o bacılarımızın samimiyeti bir başka. Onlara kalsa, gece gündüz, hiç yatmadan 24 saat ibadet edecekler ama vucudun da bir istiap haddinin olduğunu bilmiyorlar. Bazı gençler de işin başında çok azimli bir biçimde ibadete giriştiler ama üçüncü günün sabah namazının ardından Şükrü Hoca program yapalım deyince tamamı soluğu otel odasında aldı; 120 kişiden anca 10 kişi kaldı, gerisi havlu attı.

Perşembe günü, yani bu yazdığı yazdığım gün, Medinede'ki programımız bitti. Mekke-i Mükerreme'ye yani Kabetullah'a hareket zamanımız geldi. Normalde saat iki gibi hareket etmemiz gerekirken, kafilenin büyük bir kısmı oruç tutmaya niyetlenince program değişti ve akşam namazını kılıp oruçlar açıldıktan sonra yola çıkmaya karar verildi. Ancak ortada bir problem vardı; neydi o problem, bizim oteldeki kalış süremiz saat ikşde bitiyordu... Ondan sonra ne olacaktı derseniz, sokakta veya Ravza-i Mutahhara'da akşama kadar beklenecekti. Şimdi yazıyı okuyan kardeşlerimiz diyecekler ki "bundan daha güzel ne olabilir?"... Doğru bir düşünce, ancak Ravza-i Mutahhara'yı herkes otel gibi kullanmaya kalkarsa, o zaman diğer müslüman kardeşlerimizin hakkıına girmiş olmaz mıyız? Ayrıca insan vucudunun dinlenmeye ve bazı ihtiyaçlarını gşdermeye ihtiyacı var. Özellikle bayan kardeşlerimizin abdest tazelemeleri, bazı ihtiyaçlarını karşılamaları bizler gibi kolay değil. Kafile başkanı her şeyi çok iyi düşünüp ona göre karar vermek zorundadır. Bizim Şükrü hoca samimi bir insan, ihlaslı bir adam, her şeyi on numara, ancak idareciliği çok zayıf dersem yeri var. Olaya ticari gözle bakıp her şeyi ona göre yapması kendisi açısından gayet normal ama bir de umreye gelen insanların gözünden bakması gerektiğini unutmuş olmalı ki otelsiz, saatlerce vatandaş sokakta perişan olmuş durumda. Ancak her şeye rağmen değer mi derseniz elbette ki değer. Burası zevkü sefa yeri degil, ibadet yeri, elbette çile de çekeceğiz. Bu fakir cezaevlerinin şartlarını yaşamış birisi olarak bu durumdan rahatsız değil ama umreye gitmek isteyen kardeşlerime tavsiyem şu ki siz siz olun sakın Diyanet İşleri Başkanlığı'nın organizasyonundan şaşmayın. Zira ben tam yirmi yıl önce hacca geldiğimde, yer yatağında yattığım zaman dahi Diyanet İşleri Başkanlığı'nın organizasyonu bundan çok daha iyiydi. En azından otele geldiğinizde yeriniz mekânınız belliydi. Burada durum çok farklı. Medine'deki üç günümüzü sizlere özetledikten sonra sözlerime son veriyorum. Nasip olursa Mekke-i Mükerreme'deki günlerimizi de daha sonraki yazımda paylaşırım sizlerle. Rabbime emanet olunuz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Adnan Bahadır Arşivi
SON YAZILAR