Ahmet Ufuk Erkan

Ahmet Ufuk Erkan

KİTAPLAR VE FİLMLER

KİTAPLAR VE FİLMLER

 

 

                       Kitaplar ve filmler, hayatın karmaşasını gösterir. Hayatın, değişik hayatların karmaşasını. Bardağın neresini gördüğünüze bağlı biraz. Yoksa, hayatın uyumunu da gösterir. Uyumun, karmaşaya dâhil olduğunu düşünen biriyseniz, benim gibi, size tüm karmaşayı gösterir.

 

                        Dünyanın her yerini didik didik etmek isteyen kafalar vardır. İki sokak ötede ne oluyordur? Şu an dünyanın, bana uzak bir noktasında?.. Bir Eskimo kulübesinde hayat nasıldır? Bir film gelir aklınıza o anda ya da eski bir kitap. Buzu kesip, o buzun altındaki sudan balık avlamışlardır. Ve onu pişiriyorlardır. Buz kalıbı evlerinde, bizim ferah feza evlerimizde yaptığımız gibi uyuyorlardır. Peki, televizyonları var mı? Üzgünüm bu konuda. Zira hala bir Eskimo evinin filmini izlemedim; kitabını da okumadım. Ha, evet, bir film seyrettim, o Eskimo diyarlarını anlatan. Lakin televizyonun olmadığı zamanları anlatıyordu.

 

                        Hiç göremeyeceğiniz yerlere gidersiniz. Her kitap, her film bunu yapar. Zamanda yolculuk bu yolla mümkündür; mekânda yolculuk bu yolla mümkündür. Abartı değil bu cümle, rüyanızdan başka rüyalara tanıklık edersiniz. Hatta bazen, kendi rüyanızı seyredersiniz.

 

                        Mahalle bakkalı benzeri, o büyük bakkal dükkânlarını, ilk kez filmlerde gördüm. Hani şu, market, süper market dediğimizi. Ne aranırsa vardı içlerinde. Mısır gevreği şimdi moda ya, o da o filmlerden aslında. Ne zevksizlerdi böyle. Bir kutunun içinden birkaç parça nesne, üstüne biraz süt…

 

                        Bahçelerde çalışan, diyardan diyara –şimdi unuttum aslında, belki de yakın yerlere- giden işçiler… Gazap Üzümleri’nde… Bir devrim sürecinde, kimsenin dikkatini çekmeden, tüm bildirileri içeri sokuyordu Ana adlı romanda bir anne. Oğlunun adı Pavel. Bir başka kitapta, vahşi bir kurdun hayatı vardı.

 

                        Masal kitaplarını ve masal filmlerini hiç karıştırma, sonu gelmez. SamedBahrengi, küçük siyah bir balığı maceradan maceraya gönderirdi; sanki siz de o balıkla birlikte, evinizden biraz uzaklaşırdınız. Yapamadıklarınızı da görürsünüz, filmlerde, kitaplarda.

 

                        Sadece, hayvanlar aynıydı. Onların asla vatanı, milleti olmuyordu. Meksikada bir kedi de buradaki gibi miyavlıyordu. Sabahın köründe o horoz, aynı buradaki gibi… Ortak noktalar arıyorsunuz seyrederken ve okurken. Olduğunuz yere benzesin istiyorsunuz aslında; çok da farklı olmasın istiyorsunuz.

 

                        Japon evleri farklı. Diğerlerinde, hemen hemen, evler aynı bizim evler. İçleri, içlerinde yaşananlar da çok farklı değil. Üzüntü, sevinç… Yani insan halleri de tıpkı hayvan ve bitkiler gibi aynı. Ya da duygular için aynı yerine, benzer demek lazım.

 

                        Kapağını açtığınızda, ayrı bir dünya açılır önünüzde. Filmin daha ilk sahnesinde, orası nereyse, orada hangi haller varsa, ne yaşanıyorsa… İki adım ötemde ne oluyor, diyenlerdenseniz, işte, iki adımdan ötesi önünüzde.

                        Bitmeyen merakınızı daha da bitimsiz yaparlar, kitaplar ve filmler. En ücra yerleri gözünüze sererken, daha bir fazla kamçılarlar merakınızı: Oralarda ne oluyor? Gece her yerde aynı gece mi? Sabah aynı buradaki gibi mi her noktasında dünyanın? O yüzden işte, ne okumaya doyabilirsiniz, ne de seyretmeye. Her şey her yerde aynı mı? İki adım ötenizi perdeleyen duvarları açar. Kitaplar ve filmler bunu yapar insana.

 

                        Ölüyü toprağa verenler, aynı bizim gibi ağlar. Biraz adetleri değişiktir. “Küller küllere, toprak toprağa” der mesela rahip. Ya da –artık hangi ülkedeyse ona göre- bazen de bir kavanozdaki külü denize serperler. Ölümün acısı benzerdir, ölüm benzerdir; defnediliş ritüelleri değişir. Ve siz bu farklılığı, kesin bir bilgi olarak, kitaplardan, filmlerden öğrenirsiniz.

 

                        Kitaplar ve filmler bunu yapar insana. Dünyayı, kâğıt bir harita gibi serer önünüze. Gitme imkânınız olmayan,    ihtimali bulunmayan yerleri, gitmiş, görmüş olursunuz.  San Fransisco’da bıraksalar, kesin yolu bulursunuz. Eiffel (Eyfel) Kulesi’nin dibindeki kafeleri, asla göremeyecek olsanız da ezbere bilirsiniz.

 

                        Meksika’da “ölüler günü” vardır, bunu bilirsiniz. Cadılar Bayramı’nda, kandil günleriniz gibi ev ev dolaşan çocuklar vardır; bunu bilirsiniz.

 

                        Kitaplar ve filmler bunu yapar insana. Özellikle, yol filmlerinde, palmiyeli bir ışıklı tabela, yol motellerinden birine işaret eder. O,tek kat üstüne yapılmış yerlerde yazmayı hayal edersiniz. Ya da üzerinde ileri atılmış bir –artık ya leopar ya da panter- hayvan resmi olan otobüsler… Aşinasınızdır. Gitseniz oralara, gidebilseniz, asla kaybolmazsınız. O otobüslerde, şehirden şehre gitmek istersiniz. Yerinizden kalkmaya, burnunuzu kımıldatmaya gücünüz yetmese de bunu istersiniz.

 

                        Kitaplar ve filmler bunu yapar insana. Dünyanın büyüklüğü karşısında başınızı döndürürler. Her yere yabancı olduğunuzu ve bir o kadar da oralı olduğunuzu anlatırlar.

 

                        Kitaplar ve filmler bunu yapar insana.

 

                        Ve hep merak edip duracağım. İki adım ötemde ne oluyor? Çekilmiş o perdeler ardında, hangi hayatlar yaşanıyor; burada ve buradan çok uzakta?

                        Kitaplar ve filmler bunu yapar insana.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Ufuk Erkan Arşivi
SON YAZILAR