Ahmet Ufuk Erkan

Ahmet Ufuk Erkan

İNMİYOR KALBİME FİKRİM

                                                          İNMİYOR KALBİME FİKRİM

 

                        İçimize nakşeden cümlelerle büyütülüyoruz. İzleri nasır bağlayan cümlelerle. Daha ilkokulda öğreniyoruz – benim vakitlerimde ilkokulda başlardı, şimdi daha küçükten…- Türküz, doğruyuz, çalışkanız. Ve de bir ülkümüz var, kulağa marş gibi gelen.

 

                        “Yahudi kurnazlığı yapma” derdi arkadaşımın babası oğluna. “O ne Ermeni bilemezsin, hiç insafı yok, kardeşinin kulağını morartmış”…

 

                        İnat edersek eğer, bu “Arnavut inadı”ydı. Ortada bir karmaşa varsa, “Çingen çalıyor Kürt oynuyor” durumuydu…

 

                        İlk Kürd’ü ve Alevi’yi üniversitede tanıdım. Yani ne olduklarını dedikleri için. Yoksa meğer epey Kürt ve Alevi tanımışım farkında olmadan. Sadece bunu dillendirmemişler…

 

                        Araya espri gibi gelecek; onların bile kendi aralarında, kendi benzerlerini aşağılayan cümleleri vardı. Alevi arkadaşım, İzmir Kemalpaşa’dandı. Aşağı mahallelerinde –yanılmıyorsam Tahtacı denen kişiler varmış – oturanlarla görüşmesinler diye annesi ona: “Kızılbaş oğlum onlar, oynamayın onlarla “ dermiş. Kürt dostum da yine Kürt olan –yıllar sonra anladım, eleştirdiği arkadaş Zaza’ymış- “Bu da işte bizim Çingenemiz” demişti.

 

                        İşte şimdi, yıllar sonra, elliyi çoktan devirmişken, bu kurduğum cümleler ağır geliyor bana. “Gâvur ölüsü kadar ağır” geliyor.

 

                        İlk Ermeni’yi de askerde tanıdım. Aret… Fransa kökenli olduğunu söylemişti ilkten. Fransız kökenli olmak, hoşa bile gider zira. Oysa ne kadar “bize” benziyordu. Vefâlıydı misâl. Bir gece nöbetinde, saatlerce konuşmuştuk. Doluydu ağzına kadar. Ve ben o gece, “gâvur ölüsü kadar ağır” lafına son verdim. Peki, son verebilmiş miyim? Öyle olaydı, yukarda kullanabilir miydim o cümleyi?

 

                        İçimize işleyen cümlelerle “eğitiliyoruz”, büyüyoruz o cümlelerle. Aklımızı adam etsek de içimizde bir yerde, kuytumuzda, ruhumuzun zulasında büyüyor o cümleler. Aklımız engellese de dile dökmeyi, içimiz mırıldanıyor hâlâ. Fikrimiz inmiyor kalbe… O, içten geçenler için de yüzümüz kızarıyor. Lakin hep oradalar. O cümleler, içimizin çöplüğünden el ediyor bize. Sizi tenzih ederim, bana el ediyor. Eminim siz çoktan aşmışsınızdır bu durumu.

 

                        İşte bu yüzden, işte bunca şey yüzünden, biri birine Ermeni dediğinde, “Önemli değil ama benim soy kütüğüm belli” diyor itham edilen. Gülüp geçemiyor. “Ermeni olsam ne lan?” diyemiyor. Zira beni büyüten cümlelerle büyüdü herkes. Kalbimizin bir kısmında, gözle görünmez nasır…

 

                        Bir ara, Çingenelerle ilgili üç yazı yazdıydım. Tanıdığım bir Çingene , “Bize Çingene demişsin, çok kırıldım. Ben muhacirim” diye payladı beni. Elbet özür diledim. Zaten yazım da o minvaldeydi. Kendilerinden bile utanır hâle gelmişler. Romanız, Abdalız… Kendilerini kabullenemez hâle gelmişler, getirilmişler… Delail-i Hayrat Kara Davut Şerhi’ni okuyup da kim kabul edebilir ki Çingene olduğunu? Ve ben hiç –içimden geçtiği halde- Çingene pembesi bile demedim. İçimden geçmesini de engelleyemedim o cümlenin.

 

                        Biri çok yoğun pazarlık yaptığında, gülümseyip, “Amma da Çingene pazarlığı yaptı” diyecek oluyorum… Demiyorum. Peki içim? O, bu cümleyi diyor…

 

                        Kendine benzeyen şehirleri için bile tuhaf sözler üretenleriz. Hadi bırakın bizden farklı olanı… Biri az uğraşsa, Erzurum Dadaşıyla, Gakkoşu kavga ettirebilir. Antepliler, Maraşlılara nasıl gıcık, bizatihi bilirim. Tüccarlığı iyi olan ve de “babasına eşeği boyatıp satar” denen Kayserili, Yahudi esnafın bizdeki örneğidir adeta.

 

                        Dünya dünya olmaya gidiyor. Atomize olmayı seviyoruz oysa biz. Şehrimde, aynı şehrin ilçelerinin bile “dayanışma dernekleri” var. Bayburtlu olmak, Gümüşhaneli olmak bile yetmiyor misâl. Pekünlü olmak, Kelkitli olmak…

 

                        “Çerkez gelini gibi nazik” derken bile, derinine varınca, tuhaf bir cümle kalır elinizde.

 

                        İşte böyle büyütüldük. Kalbimin kâinat kadar olduğunu iddia etsem de bu cümle, tam inmiyor kalbime. Mırıldanıyor kalbim gayri ihtiyari…

 

                        Henüz, aynı dinden olduğumuz hâlde, misâl, Şafiler için söylenen “Uçacak mı yav bunlar, ne öyle el kol sallıyorlar?”a girmedim… Zira sonu gelmez.

 

                        Müthiş çabayla adam ettiğim aklım, inmiyor kalbime hülasa. Dile dökmesem de içimde, orda bir yerlerde cirit atıyor bu cümleler…

 

                        Pek de uzatmayayım. Malum, “Arap yağı bol bulunca, orasına burasına sürermiş”… Ben de bol cümle buldum galiba.

 

                        Anlatabildim mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Ufuk Erkan Arşivi
SON YAZILAR